Bilimin, özellikle aydınlanma süreci sonrasında, bir din olarak algılanması  yani yeni bir dogmatizm olması, tanrının yerine bilimsel kanıt dedikleri sonuçları koyması ve ondan başka doğru görmemeye başlaması tarihsel olarak gözlenebilecek bir gelişimdir. ancak bu bilimin kendisinin ürettiği bir sonuç değildir. çünkü bilim dogmatik değildir. Çünkü bilim dediğimiz tek bir gerçeklik yoktur, farklı tür bilimler ve farklı disiplinler vardır, bu bilimler arasında normatif bilimler doğası gereği dogmatiktir. yani mantık, lineer cebir vs. gibi çıkarımlarını başta kabul edilen aksiyomların türetilmesi yoluyla oluşturan bilimler dogmatiktir. çünkü bir aksiomu kabul ederek başlarlar ve kendisi ile çelişmeyecek bir sistem kurarlar. aksiomu kabul ettiğiniz sürece, normatif bilimlere itiraz edemezsiniz, gerçekliğini inkar edemezsiniz, ve başka açıklamalara ihtimal vermezsiniz.

          Ne var ki, bilimler genelde tümden gelim mantığı ile çalışmazlar. normatif bilimlerin aksine, pozitif bilimler ve sosyal bilimler birikme yoluyla gelişir ve farklı perspektiflerle çalışırlar. o yüzden size tek bir yanıt, tek bir gerçeklik sunamazlar, sunmak da istemezler. işte bu nedenle dogmatik değillerdir. Sosyal bilimlerde bunu gözlemlemek çok kolaydır. Psikoloji, sosyoloji, siyaset bilimi, sosyal gerçeklikleri açıklarken dogmatik veriler kullanmazlar, ve hiçbir perspektif kendi sonucunun tek doğru olduğunu iddia etmez.    

        Örneğin herhangi bir sinirsel hastalığı  klinik psikoloji  biyolojik sebeplerle açıklayıp vücudu, hormonlardaki değişiklikleri, sinirleri incelerken, bilişsel psikoloji  kişinin durumu algılaması ve bilişsel süreçlerle açıklayabilir; ayni tema sosyal psikolojide çevresel faktörlerle incelenecektir. Bilimsel metotları kullandıkları sürece, tüm perspektifler doğrudur. Bunu bilimin dogmatik olduğunu sanan insanlar algılayamazlar ve "hangisi doğru bunların?" gibi bir soru sorarlar. işte bu soru bilimin dogma olduğu, yani tek bir gerçeklik, tek bir yanıt vereceğini sanan bilinçaltının sorduğu bir sorudur. 

           Sosyal bilim örnekleri yanlış anlaşılabilir, çünkü bilimi dogmatik bilim zanneden bilinçaltı sosyal bilimleri zaten bilim olarak görmeyecektir. o yüzden pozitif bilimlere bakmak da gerekir. örneğin fizik. Şimdi, zamana ortaya konulan atom modellerine ve bunun evrimine bir bakalım. Dalton atom modeli, atom parçacıklarını bilardo toplarına benzetir. Ortaya çıktığı dönemde daha atom nedir ne değildir bilinmediği için bu çok çok önemli bir gelişmedir aslında, ve zamanın metodolojisi ve araç-gereçlerle varılabilecek üst düzeyde bir bilimsel bilgidir. ama sonra thompson, dalton'un atom modelinin eksik olduğunu fark etmiş ve atomun içerisine dağılmış, farklı parçacıklar (elektronlar, protonlar, nötronlar) olduğunu ortaya koymuştur. Sonradan Bohr, elektronların sadece belli enerji seviyelerinde, belli yörüngelerde olduğunu ortaya koymuştur. Şimdi her bir bilimsel bilgi, daha ileri bir gözlem tekniğinin, ve daha yeni araç-gereçlerin ve yeni perspektiflerin sonucudur. bu yüzden bilimde "mutlak doğru’yu’’ aramak yanlıştır. Bilim birikerek ilerleyen bir bilgi toplama sürecidir. Ne dedik BİLİM BİRİKEREK İLERLEYEN BİR BİLGİ TOPLAMA SÜRECİDİR. Bunu bir tanım olarak birçok kaynakta görebiliriz.

        Burada bu tanımlama ile ilgili hatırlatmak istediğim bir bilgi daha olacak. Aristoteles'ten beri bilimin asıl amacının "nedensel açıklama" olduğu düşüncesi, Aristoteles'in bilim görüşünü benimsesin benimsemesin, bütün bilim ve düşün adamlarınca kabul edilen bir doğruluk haline gelmiştir. Bu durum, Aristotelesçi felsefeye ve ona dayanarak oluşturulmuş olan Skolastik düşünceye sert eleştiriler yönelten, Bacon için de geçerlidir. Ancak Bacon, Aristoteles'in savunduğu ve "sağlam bilginin" kaynağının tümdengelim olduğunu savlayan görüşü benimsemez ve bilginin elde edilmesinde dayanılacak tek aracın tümevarım olduğunu ileri sürer.

       Bilim bazen paradigmatik değişiklikler yapar. Newton fiziğinden   kuantum fiziğine geçişte olduğu gibi, inceleme araçlarını değiştirir, daha önceden görmezden gelinen birçok değişkeni incelemeye başlar ve bilim bu anlamda değişir, gelişir.

        Bu normatif bilimlerde bile kendisini gösterir. Euclides geometrisi kendi içerisinde tutarlı bir sistemdir. iki boyutlu bir "düzlem"de çalıştığımız sürece ancak düzlem değişikliği yaparsanız, uzayı bükerseniz, üçgenin iç açıları toplamının 180 den fazla ya da az olduğu sistemler görebilirsiniz. yada bir doğruya bir noktadan bir değil, sonsuz sayıda paralel çizileceğini kanıtlarsınız. şimdi nedir bu peki? euclides geometrisinin yanlış olduğunu mu gösterir. hayır? sadece bilimin dogmatik olmadığını, birikerek ilerlediğini ve evrildiğini gösterir.

        Yalnız bu önerme ile ilgili bir şeyi daha düzeltmek lazım. Bilimin kendisi dogmatik olmasa bile, insanların bir çoğu bilimi değil de bazı perspektiflerin sonucunu dogma olarak kabul etmiştir. Bu anlamda, materyalizm yeni bir din olmuştur denilebilir. Ama bu bilimin bir sorunu değildir, buna inanan insanların başka açıklamaları görmezden gelmesi, onlara inanmaması vs. ile ilgili bir sonuçtur.

      "Bilim dogma değilse nedir peki?" Bu sorununda kolay bir yanıtı yoktur. Bana göre bilim, gerçeklikleri açıklamaya çalışan metotların oluşturduğu bir kültürdür.

       Kendi söylemini oluşturur, kendi kurallarını koyar ve kendi sonuçlarını sunar, birbiriyle çelişir, tartışır, diyalektik olarak da evrilir. Bu yüzden bilimlerden doğruyu beklemek yanlış olacaktır, bilimler doğru ya da hakikat üretmez, anlam üretir. Bunun tam tanımı budur. Bir diğer deyişle bilimin doğruları anlıktır da diyebiliriz. Yani doğrular an’a göre değişebilmektedir.  

        Bilim deneye dayanan yöntemler ve gerçeklikten yararlanarak sonuç çıkarmaya çalışan düzenli bilgidir. İçinde yaşadığımız hayatı açıklamaya çalışır, varlığın nasıl olduğunu, neden meydana geldiğini araştırır. Olaylar üzerinde betimleme, açımlama ve öndeyişlerde bulunma olanağı veren, uygulamalı yordamlar geliştirmeye yardımcı olarak konusunu denetim altına almaya elveren bilgiler üretme çabasıdır.

         Bilim adına ilk çabalar milattan önce 4. binyılda Mezopotamya’da ortaya çıkmıştır. Sümerli rahipler yıldızları gözlemleyip kaydetmişlerdir. Babil, Mısır ve Yunan uygarlıkları da sonraki binyıllarda gözlemlerini kaydetmiş ve ilk kuram benzeri tespitleri geliştirmişlerdir.  Bugünkü anlamda bilim çalışmaları yoktur. Antik dönemde filozoflar şimdiki bilim insanlarının sorduğu soruları sormakta ve doğayı açıklamaya çalışmaktadırlar.

          İlk çabalar Mezopotamya’da ortaya çıkmıştır dedik ama, Mezopotamya’daki bilimsel gelişmelerin sistematik olmaması sonucunda bilimin başlangıcının antik Yunan filozofları olduğu düşünülmektedir. Antik Yunan filozoflarının Mezopotamya’daki bilgiye eriştikleri ve esinlendikleri bilinse de batıda bilimin başlangıcı Yunan olarak kabul edilmeye devam edilmektedir. Bunun sebebi doğuda kültürün devamlılığının sağlanmamasıdır. Yunan’ın diğer kültürlerden ayrıldığı nokta kültürün aktarımıdır. Merak etmek de Yunan’da keşfedilmemiştir ancak felsefenin başlangıcıdırlar. Bilgelik, düşünme disiplini her kültürde vardır ancak bunu sistem haline getiren ve tarih boyunca devamlılık sağlayan Yunanlılardır.

       Birçok kaynakta Yunanlılar döneminde bilim yerine felsefe yapılmaktadır denilmektedir. Yunanlı filozof Aristoteles (MÖ. 384–322) zamanında da bilim denebilecek çalışmalar felsefe ile bağlantılıdır. Genele ilişkin merak, hayatın işleyişini aramak ve sistemi çözme isteği filozoflarda başlamıştır. O dönemde oluşan Doğa felsefesi bin yıl boyunca bilimin geçmişini oluşturmuştur. 

       Daha sonra Rönesans ile farklı uzmanlıklar belirginleşmiş ve filozofların sormadığı soruları  bilim insanları sormaya başlamışlardır. Bilimin felsefeden ayrılması ise kapitalin himayesi ile söz konusu olmuştur. Kısacası felsefenin içine para girince bilim felsefeden soyutlanmıştır. Gözlem ve deney de paranın mümkün kıldığı laboratuvara sevk edilmiştir.

        Isaac Newton (1642–1727) zamanında da bilim felsefenin bir alanı olarak görülmekteydi. “Doğa felsefesi” fizik, kimya, biyoloji gibi fen bilimlerini kapsayan bir çalışmaydı. Daha sonra doğa felsefesi olmaktan çıkıp münferit alanlar haline gelen fen bilimleri ile çağdaş bilim algısı doğdu. Biyoloji yaşayan şeylerin çalışması, fizik dünyanın nasıl işlediği ve enerjinin etkileşimi, kimya evrenin atomlardan organizmalara dek nasıl bir araya geldiği ile ilgilendi.

Gittikçe artan uzmanlaşma sonucu 600’ün üzerinde bilim dalı meydana geldi.

        Çevremizdeki her şey bilimin konusu olabilir. Bilim çalışması öncelikle gözlem ile başlar. Gözlem yapıldıktan sonra bilinçli bir tahmin, hipotez (varsayım) yapılır. Daha sonra varsayımı deney ve gözlemle sınayarak açıklamak gerekir. Genel bir durum olduğunu desteklemek “kuram” oluşturma olarak adlandırılır. Kuramlar aksi bir kanıt olmadığı sürece geçerlidir. Bilim eleştirel ve mantıksal düşünmeye önem verir. Eleştirilemeyen bilgi bilimsel değildir. Bir şeyin bilim olabilmesi için denenmesi ve gözlemlenmesi gerekir.

         Newton’ın başyapıtı Philosophiæ Naturalis Principia Mathematica adından da anlaşılacağı üzere “doğa felsefesinin matematik ilkeleri” adını taşımaktadır. 18. yüzyıla dek süren felsefe yakıştırması 19. yüzyıl ile kaybolmaya başlamıştır. Günümüze kadar da felsefe bilimden soyutlanmış, hatta günümüzde bilime aksi bir disiplin olarak algılanmıştır. Felsefe satılabilen bir ürün getirmediği için bilim kadar gündemde değildir. Bugün Felsefeden doğan bilimin felsefeyi reddetmesine kadar gelmiş durumdayız.

         Bilim bir anlama ve uygulama yöntemi olarak dogmatik değildir, doğası gereği olamaz da. Zira anlamaya çalışan herkes bilir ki anladığı şeyi yanlış yahut eksik anlama olasılığı her zaman mevcuttur, o yüzden anlamış da olsa anladığının doğruluğunu her zaman sorgular ve uygulamaya çalışan herkes bilir ki uygulama maddidir ve uygulamak için somut eylemden ve bilimden başka yol yoktur. Ancak bilim öğretisi ve onun önerdiği hayat görüşü dogmatiktir. çünkü bütün öğretiler dogmatiktir. öğreti demek kişilerin ve toplumların yaşayışını düzenleyici anlayış ve kurallar bütünü, ve bunlar çerçevesinde kurulan düzen demektir, ki bu da o düzenin kendi sürekliliği adına bir statükoya ve değişmez temel ilkelere, yani tabulara ve dogmalara sahip olması anlamına gelir. nasıl ki her demokratik devlet zora geldiğinde sıkıyönetim hakkını saklı tutarsa, o devletin hoşgörülülük ve çok seslilik öneren ideolojisinin öğretisi de köşeye sıkıştığında dogmatikleşir. bu açıdan allah'a dayalı bir ideoloji ile bilime dayalı bir ideoloji arasında fark yoktur. her ideoloji kendi müritlerine kendisini iyi karşıdakini kötü göstermeye çalıştığından kendisinin hoşgörüsünü ve karşıdakinin dogmatikliğini vurgular.  Bir kısım müslümanlar  için islam bir hoşgörü dini, laiklik dayatmacılıktır; laik olanlar için laiklik bilimsel, yani tartışmaya açık, islam dogmatiktir. oysa her iki öğreti de dönemlik çıkarlarına göre kah kendi cemaatlerine kah karşıt cemaatlere hoşgörülü yahut dayatmacı davranmaktadır. 

Antik Patara’nın muhteşem tarihi Antik Patara’nın muhteşem tarihi

       Bilim dogma değildir ama biraz dogmatiktir dersek te yanlış olmaz; bilim yapan insanlar daha da dogmatiktir. ne var ki, bunlar bilimsel yöntem ile ilgili problemler değildir ve bilimi doğrudan bağlamazlar. insani değerler, kısıtlamalar ve insanı kuşatan ekonomik kurallar ile ilgilidirler.                       

        Tarihin geriye doğru yazılması bilime dogma tuzu ekleyen ikinci noktadır. herhangi bir alanın dili ve yöntemleri kolay ve güçlü olanlar yönünde zaman içinde evrilir ancak bu evrim hiçbir "modern" kitapta resmedilmez. Paradigma baskın çıkmadan önceki tüm tartışmalar paradigmanın skor hanesine sanki hiçbir pürüz yokmuş gibi yazılır. Bilim tarihi araştırmasına da yukarıdaki optimizasyon gereklilikleri yüzünden boş verilir. Arada kaynayanlar, çarpıtılanlar gerçekten fazladır.

       Şimdi bilime daha farklı bir felsefi açıdan yaklaşalım. Bilimin dogmalaşmasının önlenmesi gerekmektedir. Bilimde doğrunun olabilmesinin tek şartı yanlışlanabilir olabilmesindedir. Bu Karl Popper’in ünlü yanlışlanabilirlik ilkesidir. Buna göre Doğru yoktur sadece an’ın doğrusu vardır. Zamandan bağımsız olduğumuz an’da ve başlangıç’a ulaşabilirseniz salt ve katkısız tek doğruya ulaşabilirsiniz. Bunun dışındaki tüm doğrular an’a bağlıdırlar ve ileride ’’yanlışlanabilir.’’ Olmazlarsa birer dogma olmaya mahkumdurlar. Dolayısı ile de bilim yanlışlanabilir  ve ana bağlı geçici doğrular bulur ve bunların yanlışlanarak dönüşümü ile kendini geliştirir. Aksi halde dogma olur yerinde sayardı. 

        Çağımızın çok önemli bilim felsefecilerinden sayılan Karl Popper kuramlarını pozitif bilimlerden, matematik ve olasılığa ,psikolojiden iktisat ve siyaset bilimine kadar bir çok disipline uygulamıştır. Bu anlamda Popper’in düşünceleri bilim ve felsefe dünyasında geniş bir kitlenin ilgisini çekmiş ve çeşitli ortamlarda tartışılmıştır. Popper’in kuramlarını destekleyenler kadar eleştirenlerin ve birçok açıdan uygulanamaz bulanların sayısı da az değildir. Bazı araştırmacılar ise Popper’in yanlış anlaşıldığı ve kavramlarından bilerek ya da bilmeyerek zıt anlamlar çıkarıldığını savunmuştur.

Şimdi yukarıdaki bilgiler ışığında bilimin yaşamımızla olan ilişkilendirmesini yapmaya çalışalım.

İnsanlıkta düşünme ilkeleri kendi içinde bir üçleme oluşturur; Bilimsel yöntem akıl ve bilgelik Türkiye’de akıl ve bilgelik anlamında aklu hikmet terimi de kullanılmaktadır. Burada önemli olan nokta bilim sözcüğünün hangi anlamda kullanıldığıdır. Çünkü kimi dinsel çevreler dogmalara açık olduğu için dini bilimi karıştırarak bilim olarak dinin incelenmesini öngörür.

 Aristoteles (İ. Ö. : 384-322), çeşitli ağırlıklardaki cisimler aynı kararda düşmez, demişti. Bu söz denenmeksizin aşağı yukarı iki bin yıl, Galileo'ya (1564-1642) kadar doğru sayıldı. Aristoteles bu iddiada bulunurken herhangi bir deney'e lüzum görmemişti. Galileo bir deney yaptı. Piza Üniversitesindeki meslekdaşları Aristo fiziği kurallarına dayanarak meselâ 10 kilo ağırlığında bir cismin belli bir yükseklikten 1 kilo ağırlığında olan bir cisimden 10 defa daha çabuk düşeceğini iddia ediyorlardı. Galileo, biri 10 kiloluk,ötekisi 1 kiloluk iki gülle alarak Piza'daki eğri kulenin tepesine çıktı; tam profesörler öğrencilerinin önünde kurularak ilerlerken her iki ağırlığı kulenin tepesinden onların ayaklarının dibine bıraktı. Her iki ağırlık aşağı yukarı aynı zamanda yere düşmüştü. Böyle olduğu halde profesörler Aristoteles'in yanılgıya düşmesinin imkânsız olduğunda, gözlerinin kendilerini aldatmış olacağında direndiler. çünkü Aristoteles hata etmez otoriteydi. Piza'daki eğri kuleden yapılan deney, Galileo' nun ilk önemli eserini, yani cisimlerin düşmesi kanununun ispatını teşkil eder. Bu kanuna göre her cisim boşlukta aynı kararda düşer. Cisim, belli bir müddet sonra düşme zamanı ile orantılı bir hız kazanır ve bu zamanın karesi ile orantılı bir yol almış olur. Galileo, bu gibi düşünceler ve deneyler ile Aristoteles'in ve kutsal kitapların yerleşmiş kanılarına karşı çıktığı için gözden düştü. Derslerinde yuhalandı. Sonunda Dünya’nın güneş etrafında döndüğünü iddia etmesi sonucu Engizisyon mahkemesi tarafından fikrinden vaz geçmeye mahkûm edildi. Engizisyon, «Galileo'nun akıbeti başkalarının bu çeşit cürümlerden kaçınması için bir ihtar niteliğinde olsun», demişti. Galileo ile engizisyon arasındaki anlaşmazlık özgür düşünce ile bağnazlık (taassup), yahut din ile bilim arasındaki çatışma değildi. Bu daha ziyade deneyler yolu ile bilgi edinme yöntemi ile bir otorite tarafından doğruluğu herhangi bir deney ile ispatlanmamış iddialar arasında idi. B. Russell, bir yerde bilimsel kanunlara ulaşmanın üç ana aşaması olduğunu söylüyor :

1.  Olguları gözlemlemek ve tespit etmek,

2.  Bu olguların açıklamasını verecek bir hipotez'e varmak, 

3.  Bu Hipotezden değeri gözlem ile tesbit edilebilecek sonuçlar çıkarmak.

Devamla şunu da sözlerine katıyor: Eğer sonuçlar doğru çıkacak olursa hipotez her ne kadar ileride daha başka olguların keşfi sonunda çok defa değiştirme ihtiyacı gösterecek ise de bir müddet doğru olarak kabul edilebilir. Galileo'nun ölümünden günümüze kadar 374 yıl geçti. Bu süre içinde büyük gelişmeler ve değişmeler oldu. Ama bilim alanında dogma'nın, otoritenin tahtından indirilmesi işi ancak şu son yüz elli yıl içinde başarılabildi. Artık bilim, Aristo mantığı, ya da şu veya bu otoritenin deney ile ispat edilemeyen iddiaları ile çalışmıyor. Bu tür iddiaları bâtıl kabul ediyor. Yine de Bugün bilimin bâtılı ve dogmalığı zihinlerden temizlediği söylenemez. 

Son olarak bilimi sofraya uygun şekilde tekrar tanımlayarak bitirmek istiyorum.

 "Kendiliğinden bilgi, ister istemez sınırlı ve dayanaksızdır.", "Bilimsel bilgi gerçekliğin sıradan bir fotoğrafını aşıp, saptanan olayların arkasında onları birbirine bağlayan bağları araştırır; gerçekliği örten kabuğu soyup atar ve içerideki genellik ve süreklilik çekirdeğini bulup ortaya çıkarır. 

"Bilim, kendiliğinden bilgiden farklı olarak bir yorumlama ve soyutlama

uğraşıdır ki. Bu anlamda ilkel insanın yapabileceği bir şey değildir".

Son olarak Ulu Önder Atatürk’ün ‘’Birgün benim sözlerim bilimle çelişirse Bilimi tercih ediniz’’ özdeyişini unutmamamız ve rehber olarak kabul etmemiz gerektiği inancındayım.

Saygılarımla

Altuğ Ömür Uçar

Notlarım:

1- Paradigma, kısaca herhangi bir alanda yerleşik yazılı ve yazılı olmayan tüm kurallar ve uygulamaların bütününe verilen bir isimdir. Paradigma bir başka deyişle bir modelin, bir bakış açısının, kavrayış ve anlayışın adıdır. Bir paradigma, uzun süren deneyimler ve başarısı kanıtlanmış süreçleri içerisinde barındırabilir. Bu, söz konusu paradigmanın her zaman başarılı olacağı anlamına gelmez. Yeni bir paradigma eskisini geçersiz kılacak şekilde tüm kalıpları yıkarak kendi kurallarını koyduğunda artık eskisi için başarılı olabilecek bir zemin kalmamıştır.

Editör: Kerim Öztürk