Şehzadebaşı 12 Mayıs 2010
Turan Yazgan

   Bizden üstünü yoktur, bizde kimseden üstün değiliz. Bu son derece akılcı, makul ve Allah'ın emirlerine uygun bir hükümdür.

   Türkçülük Günü diye bir gün olur mu? Tabii bu bizim tarihimiz içinde, sadece yakın tarihimiz içinde olan bir hadisenin sonucu değildir. Allah'ın dünyadaki bütün milletler içinde yalnız Türklere ırkçılık geni vermediği bir gerçektir.
Biz bu sebeple yaratılan her şeyi, canlı olsun cansız olsun yaratandan ötürü sevmişiz ve bizi sevmeyenlerede bağrımızı açmışız, kucağımızı açmışız. Onları da besleyip büyütmüşüz. Kılıçtan kurtardığımız insanlara kendi insanlarımızın yerini yurdunu vermişiz. Padişahımızın şehzadelerine siyah deriliden süt annesi tayin etmişiz ve padişahımız siyah derili insanların elinden kahvesini içmiştir.
Ama Türklerin dışındaki dünya, siyah derilinin alın teri üzerine medeniyet kurmuştur. Kızılderelinin kanıyla medeniyet kurmuştur. Türk dünyasının üstünde barındırdığı kritik maddelerin geçtiği yolların değişmesinden sonra, Batı bu maddeleri siyah derili eliyle ve kırbaç altında ürettirmiş, kendi ülkesine taşınmasını sağlamış ve yoktan zengin olmuştur. Alın terinin bedelini ödemeksizin zengin olmuştur.
O zenginlik işte bugün kapitalizmi de aşan, küreselci-vahşi bir medeniyeti doğurdu. Bu vahşi medeniyetin gaddarlığının önlenmesi, kendisi kadar gaddar komünizmle elbette mümkün olamazdı. 

   Bunun için en önemli imkân, Türklerin derlenip toparlanarak, dil birliğine, fikir birliğine, iş birliğine kavuşması ve Allah'ın kendi coğrafyasına bahşettiği iktisadi kritik kaynakların kendileri tarafından kullanılarak güçlenmesi ve rengi dili dini ne olursa olsun dünyadaki bütün insanların insanca yaşayabilmesinin önünün açılmasıydı.

   Bölücü PKK başka bir mana taşımaz. Ermeniler başka bir mana taşımaz. Ermenilerin Azerbaycan topraklarını işgal etmesinin başka bir gerekçesi yoktur. Bütün bunların hepsi Türklerin dil birliğine, fikir birliğine, iş birliğine kavuşarak, yeniden 16. asırda olduğu gibi dünyada sömürüyü kaldıracak, soygunu kaldıracak ve zavallı insanların katledilmesini önleyecek bir güce ulaşmasını engellemek içindir. 

   Türk coğrafyasının her yerinden sömürüyü kaldırmamız, soyguna son vermemiz ve kendi kaynaklarımızı kendimizin kullanarak, horlanmadan da kurtulmamız, batının korkulu rüyası olmaya devam ediyor.

   İşte gözümüzün önünde, dibimizde, Misak-ı Milli hudutlarımız içindeki topraklarda bile kanlı hadiseler cereyan ediyor. Bir milyondan fazla insan öldürülüyor ve Kerkük'te, Musul'da Türklerin adı zikredilmeye bile değer bulunmuyor. 

   Afganistan'da cereyan eden ve edecek olan hadiseler de aynı gaye içindir. Yoksa Irak'a demokrasi götürmek, Afganistan'dan terörü kaldırmak kendi aydınlarına bile inandırabildikleri bir husus değildir.

   Bunları biz çocuklarımıza anlatamıyoruz. Asırlardır çektiklerimizi çocuklarımız bilmiyor. Türkiye'deki soğuk harbin bir buçuk asırdan beri devam ettiğinin farkında değiliz. Ajan okulları, Ermenileri ve Rumları nasıl kin ve nefretle dolduruldu? Borçlanma, devletimizi nasıl emir alır hale getirdi? Kendi bünyemize uymayan müesseseler ve kanunlar nasıl insanlarımızı büyük ölçüde suçlu hale getirdi? Yabancı dille eğitimle nasıl küçük düşürüldük? Borçlanmanın gittikçe artan bir dozla geniş kitlelere yayılarak halkımızın da boynunun bükük hale getirilmesinin sebebi nedir? İmkanlar doğunca Türk ülkelerinde neden yabancı dilde eğitim veren okullar açtık? Elli yıldır bir tüketim toplumu, bir ithalat toplumu, bir transferler (dilenciler) toplumu halinde sırf küreselleşme uğruna nasıl yaşıyoruz ve bu yaşayışın gittikçe boğazımızı daha çok sıkan bir yağlı kement olduğunu niçin anlamıyoruz? Avrupa Birliğine girmek için yaptığımız reformlar (!) niçin girdikten sonra tatbik edilmiyor?...
Sonuç, mütemadiyen, aşağılık duygusuyla kendi soyumuzdan, kendi örfümüzden, kendi dinimizden, kendi dilimizden uzaklaşmaya yönelmiş olmamızdır. Dört bir koldan, dehşetli bir savaş içinde olduğumuzu fark etmek zorundayız. Onun için biz çocuklarımıza Türklüğü öğretmek zorundayız. Onun için vesileler ihdas etmek zorundayız. 

   Bu vesilelerden birisi, yaşadığımız acı hadise dolayısıyla, 3 Mayıs 1944'de kendiliğinden doğmuştur. Onu kutluyoruz. Ama meselemiz okadar basit değil, çok daha derinde. Kurtuluşumuz, Atatürk'ün veya Bilge Kağan'ın dediği gibi; mütemadiyen kendine dönmemizdedir. Çocuklarımız Türklüğü bilmek zorunda, unutmamak zorunda, aşağılık kompleksine kapılmamak zorunda. Aşağılık duygusu yaratan yukarıda saydıklarımıza ek olarak şuurlu veya şuursuzca kullanılan her vasıtayı ortadan kaldırmak zorundayız. Mesela, inşa edilen yeni sitelerden adı Türkçe olana hiç rastladınız mı? Özel üniversitelerin, özel liselerin hemen tamamından Türkçe kovulmamış mı? Dünyanın hiçbir ülkesinde sömürge olmadıkça , bizim batımızda hiçbir ülkede, kendi dilinden başka bir dilde eğitim yapan ülke var mıdır? Bunun mantıksızlığını, manasızlığını, pedagoji kanunlarına aykırı olduğunu eğitimcilerimiz bilmiyor mu? Türkçe olmayan isimlerle anılan çarşılarda, dükkanlarda alışveriş yaparken veya hiç türkçe olmayan semtlerde yaşamaya mecbur olurken “Türk müyüz, Türkiye'de miyiz?” diye düşünebiliyor muyuz? Biraz düşünenler, çocuklarımızı aşağılık duygusuyla yaşamaya mecbur eden daha pek çok gerçek bulacaklardır.
Bütün bunlar bize Türkçülük gününün gerekli olduğunu gösteriyor. Türklere Türklüğünü hatırlatmak mecburiyetindeyiz, öğretmek zorundayız. Düşünmek ve aklı kullanmak zorundayız. Kendi soyumuzada saygımız ve sevgimiz olmalıdır. Bizden üstünü yoktur, bizde kimseden üstün değiliz. Bu son derece akılcı, makul ve Allah'ın emirlerine uygun bir hükümdür.

Ümit Özdağ ‘Türk Çernobili’ diyerek faciaya karşı böyle uyarmıştı: Acil durum ilan edilmeli Ümit Özdağ ‘Türk Çernobili’ diyerek faciaya karşı böyle uyarmıştı: Acil durum ilan edilmeli

   Mademki Avruğa Birliği diye sayıklıyoruz, bir Alman çocuğu, bir Fransız çocuğu ne kadar kendi soyuyla gurur duyuyorsa, bir Türk çocuğuda en az onun kadar kendi soyuyla gurur duysun; duymalı, duyması gerek. İstediğimiz de budur. Bu kalkınmanın da maddi gücünü arttıracak en önemli manevi gücümüzü teşkil edecektir.
Tanrı Türkü Korusun.

Editör: SEFA BUĞRA ŞENEL