Türkiye'de 12 Eylül 1980'den bu yana, ihtilalde sol kesimin, ayrılıkçı terör taraftarlarının 12 Eylül vahşilerince hedef alındığını, işkenceden geçirildiğini ve kırıldığını, bu yüzden de 12 Eylül'ün sola karşı yapıldığını, ülkücülere ise dokunulmadığını iddia etmek hem bir moda olmuş hem de 12 Eylül öncesinin ülkücü düşmanlığı zihniyetinin devamının en güçlü silahı olmuştur. Basın-yayın organlarında sol zihniyetin oldukça baskındır. Propaganda konusunda sol kadrolar çok profesyonelleşmiştir. Bu durum da solu, 12 Eylül'ün tek mazlumu göstermekte çok etkili olmuştur. En önemlisi de sol zihniyetin tarihi bir kin mirası, hatta varlık sebebi yaptığı, 12 Eylül öncesinde binlerce Türk gencinin öldürülmesine yol açan ülkücü düşmanlığı bu kadrolarda hala sürmektedir. Bu kadrolar da basın-yayın aracılığıyla günümüze kadar ülkücü kadroları 12 Eylül'de sanki ihtilalin vahşi kadroları ile sarmaş dolaş gösterme propagandasını sürdürmüş ve sürdürmektedirler. 12 Eylül'den sonra idam edilen ülkücülerin idam esnasındaki tavırları incelendiğinde her birinin kendilerinin "şehit" olduğuna inandığıdır. Başkaları ne düşünürse düşünsün, önemli olan onların kendilerini nasıl hissettiğidir. İdam edilen 9 ülkücünün hepsi de idamdan önce Kuran'ı kerim ve Türk Bayrağı istemişler ve ne için öldüklerini böyle ifade etmişler. Vatan ve millet için ölüyorlardı ve ancak devlet onları asıyordu! Hiçbiri bu çelişkiyi düşünmeyecek kadar davalarına bağlı insanlardı. Onlar idam edilebilirdi ama, onlar sayesinde bayrak inmeyecek, ezan susmayacaktı! Tam dokuz genç adam. Hayatlarının baharında, ellerinde Kuran ve bayrak ile idam sehpasına çıktılar! Bir ülkücünün idam edileceği haberi o cezaevine geldiği zaman orada sabahlara kadar tekbir getirildiği, ilahiler okunduğu, Kuran seslerinin birbirine karıştığı anlatılır. Ama aynı zamanda arkadaşları kendi aralarında arkadaşları için kefen parası toplarlardı. Halil Esendağ'ın kefen için parası yoktu. 20 kişi bir araya gelir yine kefen parasını toparlayamazlar. Aralarından birinin nevresimlerini arkadaşları için kefen olarak dikerler. Bu arada idam edilecek kişinin sabah namazına kadar gözüne uyku girmez. Sabah ezanının okunması ile öyle bir uykuya dalar ki öğlene kadar uyanmaz. İdamlar sabah ezanından önce olurmuş!.
İşte böyle bir ortamda bir avuç Anadolu çocuğu Alparslan Türkeş’in önderliğinde Ülkücü Hareket’i hem fikir alanında hem fiil alanında Türk Milleti’nin umudu haline getirmeye başladı. Mete’den Alparslan’a, Fatih’ten Atatürk’e uzanan tarih çizgisine sahip çıkan bu gençlik, milyonlarca soydaşının esaretten kurtulmasını, bilim ve teknikte atılacak dev adımlarla “Çağlar üzerinden sıçranmasını” hedeflerken, “Kanımız aksa da zafer İslam’ın” diyerek Türk milliyetçiliğinin manevi boyutunu güçlendirmeye başlamıştı. Bu durum hem Batı’nın hem de Doğu’nun asla kabullenemeyeceği bir “sapma” idi. Önce Ülkücü Hareket’in kadrolaşma süreci komunist terör faaliyetleriyle sekteye uğratıldı, sonra da MHP’nin kitleleşme süreci 12 Eylül Darbesiyle ezilmeye çalışıldı.