Afganistan ve Irak işgallerinden sonra, üzülerek görüyoruz ki; dünyanın geniş bir çoğunluğu savaşı içselleştirdi. Ve artık savaş, olağan bir gerçek gibi, ne zaman, nereye, nasıl yayılacağı konuşulmaktadır. Oysa savaş, olağan bir gerçek değil; aksine, insanın kendisine yabancılaşmasının bunalımlı bir sonucudur…
Evren, tüm insanlara yetecek genişlikte ve zenginlikte olmasına rağmen; depolayıp yığmacılar (sömürgeciliğin öztürkçesi budur) ihtiyaçları olmadığı hâlde, daha çok depolayıp yığmak için; hiç düşünmeden, çekinmeden dünyayı ateşe vermektedirler. Dünyamız, bu dehşetli zalimlerin elinde, adeta küçücük bir ateş topuna dönmek üzeredir. Bu semirmiş kudurmuşlar, belki birazcık bekleseler; (üstelik açlarından da ölmüyorlar, bekleyebilirler) insanlık, yapacağı yeni icat ve keşiflerle, kan dökmeden depolayıp yığmaya devam edecekleri alanlar ortaya çıkacaktır. Ancak bu semirmiş kudurmuşlar, aç, evsiz, asil sokak çocuklarının, çöpte buldukları kokmuş bayat simide saldırmalarından daha hızlı bir şekilde, dünyadaki yeraltı-yerüstü kaynaklara saldırıyorlar. Ve toplumların iç işlerine karışarak, eğitim, hukuk, iktisat gibi tüm alanlarda, kendi çıkarları doğrultusunda şekillendirmeler yapıyorlar…
3. Dünya savaşının, çıkıp çıkmadığının konuşulmamasının nedeni; savaşın, en saldırganlarla en zayıfların arasında yaşanıyor oluşudur. Üstelik bu dehşetli işgaller, üçüncü dünya ülkeleri coğrafyalarında gerçekleşiyor ve buna aynı şiddetli güçte karşılık veremiyorlar. 3. Dünya savaşının çıktığının konuşulmamasının bir başka nedeni de; Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin gibi görece orta büyüklükte ülkelerin, savaşa henüz somut olarak dâhil olmayıp diplomasiyle yönlendirmeye çalışmalarıdır. Ancak, savaşın yayıldığı coğrafya genişliğini ve etkilediği insan hayatlarını dikkate alırsak; Afganistan ve Irak işgalleriyle 3. Dünya savaşının başladığı anlaşılır…
PKK açılımı, yeni anayasanın yazılımı ve Türk Ordu’sunun dağıtılmak istenmesi, devam eden bu savaşın Türkiye kısmıdır. Şimdi burada, asıl sormamız gereken soru, bu savaşa “biz Türkler” ne zaman katılacağız ve ilk kurşunu hangimiz, nerede atacağız? 1. Dünya savaşı yıllarına dönecek olursak; orada da savaşa, bayrağımızın çekildiği sözde müttefikimiz olan Almanların gemisine saldırılmasıyla alelacele katıldık. Gördüğümüz gibi, Türklerin, savaşçı ve barbar olduğu söylense de, bu tamamen yalandan ibarettir. Evet; biz savaşçıyız; ancak sömürgeciler gibi öldürdükleri dışındakilere, dinine inandırmak ve dilini öğretmek gibi; insanlık dışı zorlamalara girişmediğimizden, kesinlikle barbar değiliz. Biz, meclis açılışını çocuk bayramı yapan tek milletiz; savaştan kaçınırız, ancak bu savaşı kaybedeceğimizden değil; insanlığın kanını emen, beyaz yüzlü sömürgeciler gibi kan dökmek istemeyişimizdendir.
Şimdi, birinci dünya savaşına sözde giriş nedenini (oyununu) hatırladıktan sonra, günümüze gelecek olursak; acaba yine, bu şekilde çapsız ve ufuksuz siyasetçilerimiz, semirmiş kudurmuşlar tarafından kandırılarak; örneğin İran'a bir İsrail saldırısı olursa ve İran da buna karşılık Türkiye'deki Amerikan üslerini ve Malatya Kürecik'teki Amerikanın dikizleyen gözü füze radarını vurursa, Türkiye ne yapacak?
Kitlenin ve kanaat önderlerinin çapsızlığı
Matbaanın ülkemize yaklaşık olarak 300 yıl sonra gelmesi, kitabın, ucuz ve çok sayıda basılıp görece yaygınlaşmasını önledi. Ülkemizde, okumama alışkanlığının nedenini, tarihin sürekliliği içinde kısmen böyle açıklayabiliriz…
Eğitim ortalamasının 6,5 yıl olduğu ülkemizde; insanların ilkeli olmasını beklemek, hayal kırıklığı ve zaman kaybından başka bir şey değildir. Özeleştirinin yapılmadığı, iradelerin ipotekli olduğu; emir eri gazeteci, öğretim görevlisi, siyasetçiler, bu genel ilkesiz kaypak çoğunluktan oluşur. Bu insanlar, ufuk açıcı öngörüleriyle, hayranlık kazandıracak eylem gerçekleştiremezler; ancak insanların gözlerini bağlayacak ayak işlerini yaparlar. Bu tipler iki kısma ayrılır: 1- Yardım edilenler (dilenciler); 2- Satın alınanlar (fahişeler). Hayatta en değerli insan, satın alınamayan insandır. Bir insan, kendini ne kadar pahalıya satarsa satsın; sonuçta ucuz bir insandır, çünkü satın alınabilirdir ve ilk satışında kendini satabileceği kadar pahalıya satabilir. Sonraki her satışta, fiyatı düşecektir…
Tarihe yön vermiş ve geniş kitlelerin hayatlarını etkileyen önemli insanlardan biri de; kuşkusuz Hz. Muhammet’tir. Kendisine vahiy gelen Hz. Muhammet’ten rahatsız olan putperest Arap oligarşisi; altta kalan, ezilenlerin haklarını aramaması ve onları kendilerine karşı kışkırtmaması için; Muhammet’e rüşvet teklif ederler. Muhammet’i, tam ve kesin etkilemek için; teklifi çok yönlü ve bütüncül yaparlar. Teklif şöyledir: Sana yetki verelim, altın verelim, en güzel bakir kızlarımızı verelim; bu iddiandan vazgeç! Muhammet’in cevabı nettir: Güneşi sağıma, ayı soluma koysanız; yine vazgeçmem… İnsanlık ve toplum kaygısı olmayanlardan, gerçeği söylemelerini beklemek; aklın apaçıklık ilkesine aykı