Uyutmuşlar bizi.
'Neden yaşıyoruz?' sorusuna cevap arama gereği bile duymayan insanlar haline getirmişler.
Şarkılarda, bir parça çikolatada, ya da bir kadının vücudunda mutluluğu arar hale gelmişiz.
Aldous Huxley'in Brave New World'de bahsettiği 'Hypnopædia''yı(uyurken bebeklerin beynine istenilen bilgiyi sokma tekniği) uyurken değil, hayattayken uygulamışlar bize.
Kur'an-ı Kerim'imizi elimizden alıp, Allah'a değil, materyale secde eder hale getirmişler. Kıyafeti güzelleştiren değil, kıyafetin güzelleştirdiği insanlar olmuşuz.
Çanakkale savaşında içinde yüz binlerce asker bulunduran ordularıyla halt edemediği, o imanlı askerlerin torunlarının, beyinlerini yıkayıp,
kitaplarını ellerinden almışlar.
Asimile etmişler bizi.
Kurdukları imansız, boş beyinli insan üreten fabrikalarının A kalite malı olmuşuz.
'Ilımlı İslam Devleti' amaçlarına ulaşmışlar.
E şimdi bize ne yapmak düşer? Tek gözlü deha'yı mı kullanmak, iman gücü'nü mü?
Zamanında cihan devleti olan Osmanlı'yı okumak düşer bize.
Osmanlı'yı Osmanlı yapan sırları öğrenmek.
''Tarihimizi okumamız lazım ki, geleceğe şekil verelim.''
Herkes Fatih Sultan Mehmet'in, Kanuni Sultan Süleyman'ın torunu değil.
Kabul etmek istemesek te, içimizden bir ses 'banane be!' dese de, görevliyiz biz.
Sadece kendimiz iman etmekle değil, başkalarını Müslümanlıkla tanıştırmakla görevliyiz.
''Amerika yapmıştır'' derler.
Evet, onlar yaptı.
Onların 'dava'sıydı bu çünkü.
Tevfik Fikret'in Han-ı Yağma şiirinden bir alıntı;
''Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!
Verir zavallı memleket, verir ne varsa, malını
Vücudunu, hayatını, ümidini, hayalini
Bütün ferağ-ı halini, olanca şevk-i balini.
Hemen yutun düşünmeyin haramını, helalini... ''