ANADOLU KÖYLERİNDE HÜZÜNLÜ HAYAT ÖYKÜSÜ!

 YÜREK BURKAN ÖYKÜMÜZ!

Dağlarda çobanlık, köylerde eşek sırtında meyve ile un takası ticareti, inşaatlarda amelelik yapardık.

Atla beş saatlık yoldan odun taşırdık. Dağların avuçlarındaki zirvelerde çok az toprağı olan tarlalarda öküzler İle kara saban sürer, buğday hasadını eşekle taşır, köyde harmana toplardık. 

Öküzlerle buğday başakları üzerinde gem sürüp saman haline getirir, harman makinesinde buğdayı samandan ayırırdık.

Buğdaylardan kazan kaynatarak hedik yapar, bulgur yarma imal ederdik. Kalan buğdayları ekmeklik un için köyün değirmenine taşırdık. Suyla değirmen taşı dönerdi. 

Ekmeğini taştan çıkaran, havası suyu sert olan mert insanların diyarında, kışın boş kalan zamanda bakır kapları  kalaylamak için körüğü çevirirdik. Kalaycılık, taş ustalığı, inşaatçılık mesleği bizi çok uzak diyarlara gurbet ele atardı. 

Evin ihtiyaçlarını karşılamak çok ama çok zordu. Çileyi dibine kadar çeken köylerdeki son temsilcileriz. 

Bizden sonra köy boşaldı... yanık köy türküleri virane olmuş köylerde söylendi. Nice öyküler, aşklar, çile ve ayrılıklar; ahladın dönmesi, leri deresi köprüsü; Tohumoğlu Pirahmet köprüleri, sakal ağartan nice ayrılıkların göz yaşı İle sulandığı; "ya kısmet! gidersek dönmeyebilir, gelirsek bulamayabiliriz..hakkınızı helal edin" cümleleri boğazlara düğümlenir... 

Bu belki de dünyadan ahiret için vedalaşma anıdır, kim bilir? hep böyle olmuştur; çoğu kez giden gelememiş, gelen bulunamamış, zira dönenler nice ahirete göçmüş olanları duyarlardı... 

Ya gidip gelmeyenler? ya cephelerde şehid olmuş ya da "Hastane önünde incir ağacı doktor bulamadı derdime ilacı" yanık türküsü İle garip olarak ölüp gitmiştir. Anneden, babadan, yârdan, sıladan uzak nice yiğit şifası bulunamayan hastalıktan ölenler nice öykülerin konusu olmuştur.

Sabri Şenel