ÜSLUP VE TAVIR
Davutoğlu hükümet programını okumadan önce AKP grubunda konuştu. Nasıl bir performans göstereceğini herkes gibi biz de merak ettik. İlk dikkatimizi çeken şey, üslubu ve tavrı oldu. Yıllardır birbirinin tekrarı olan, aynı ezberlerle sınırlı kalan, 400-500 kelime aralığında bir kelime haznesiyle kurulmuş cümlelerle sürdürülen kısır konuşmalar dinlemekten artık yorulmuştuk. Davutoğlu'nu dinlerken, nihayet farklı kelimeler, farklı cümleler ve biraz daha zengin bir Türkçe kullanıldığını gördük. Bir bilim adamı birikimiyle bu farkı olumlu yönde kullanmak yerine, üslup ve içerikte Erdoğan'a benzemeye çalışmak, her şeyden önce insanın kendisine haksızlıktır. Bu yöntem, bu tarz, bu üslup siyaset için de, sayın Davutoğlu için de bir fayda getirmeyeceği gibi, kurulmak istenen tek adam düzenini daha da ileri götürecek ve buna bağlı olarak yeni gerginlikler, yeni çatışmalar ve yeni bölünmeler kaçınılmaz olacaktır.
TOPLAMA MENFAAT ORTAKLIĞI
Atanmışlığın ağır yükü bütün konuşmada kendini ortaya koydu. Minnet borcu ve vefa gösterme çabası her şeyin önüne geçti. Neredeyse her cümlede bu hissedildi. Parti içinde var olduğu bilinen rahatsızlıkları örtbas edebilmek için özel bir gayret gösterildiğini ibretle izledik. İçiboş övünmeler, mezarlıktan geçerken korkudan ıslık çalma seviyesinden ileri gidemedi. Cumhurbaşkanı devir teslim töreni için gelen yabancı misafirler üzerinden bir övünmeyle özellikle Dışişleri Bakanlığı dönemini aklamaya çabalarken acı bir itirafta bulundu. Akşam yemeği masasında bulunanların çok büyük çoğunluğunun Afrika ülkelerinden gelen misafirler olmasından bir hikmet çıkarmaya çabalarken, bizim "Türkiye artık ne yazık ki bütün dünyada üçüncü sınıf bir Ortadoğu ülkesi olarak görülüyor ve buna göre değerlendiriliyor" tespitimizi doğrulamış oldu. Sayın Davutoğlu'nun bu anlayışı, bu yöntemi AKP'nin toplama bir menfaat ortaklığı olduğu ve varlığının ve birliğinin Erdoğan'ın gayret ve başarısıyla sınırlı kaldığını ve hiçbir zaman gerçek bir parti hüviyetine kavuşamayacağını, bir defa daha çarpıcı biçimde belgeledi.
SEÇİLME SEBEBİ
Davutoğlu, Erdoğan'ın gölgesinde kalmayı peşinen kabullendiğini ve bir emanetçiden ileri gidemeyeceğini sadece grup konuşmasında değil, kurulan hükümet ve oluşturulan parti yönetimiyle ilgili seçimlerde de açık biçimde gösterdi. Erdoğan'ın kafasındaki tek adamlık düzenine uygun olarak, hükümeti ve partiyi tamamen kontrole almak için yaptığı değişikliklere aynen uydu. Gül ekibinin tasfiyesine en küçük bir itirazı olmadığı gibi, Erdoğan'ın partiye daha kolay etki edebilmesinin önünü açtı. Burada şu sorulabilir, "kendi iradesini ortaya koymak ve gerekirse itiraz etmek gibi bir şansı var mıydı?" Bu soruya verilecek cevap çok nettir ve zaten Genel Başkan ve Başbakan olarak atanmasının altında yatan sebep de itiraz etmeyeceğine inanılmış olmasıdır.
ALİ BABACAN'IN DURUMU
Zaten var olan parti içi dehşet dengesi daha da keskinleşmiş ve öne çıkmıştır. Menfaat düzeni devam ettikçe bu durum sürecektir. Ancak, en küçük bir sarsıntıda, en küçük bir başarısızlıkta dehşetin bütün taraflarının harekete geçtiğini ve nelerin söylenip, nelerin ortalığa saçıldığını hep birlikte göreceğiz. Zira, bunun alt yapısı hazırdır. Paralel yapı masallarına inanmadıkları ve yeteri kadar tepki koymadıkları için görevden alınan bakanlar arasında Ali Babacan'ın da olması bekleniyordu. Ancak, yerinde tutulmuştur. Bunun sebebi işte tam da bu dehşet dengesine dayalıdır. Aklı başında olan herkes çok iyi biliyor ve görüyor ki, ekonomi duvara toslamak üzeredir. Ekonomi tamamen kontrolden çıkmış ve bütün dengeler alt-üst olmuştur. Şu an hala bir krizden bahsedilmiyorsa bunun sebebi, hiçbir karşılığı ve izahı olmayan İsrail kaynaklı nakit paralara pompalamasının devam etmesidir. Ancak artık bunun da yetmeyeceğini hükümetin bakanları itiraf etmişlerdir. Ortaya çıkacak ağır tablonun günah keçisi olarak Ali Babacan seçilmiştir. Böylece iki kuş birden vurulacak, hem Babacan'dan kurtulmuş hem de enkazı sırtına yüklemiş olacaklar. Nitekim Babacan'da bunun farkındadır. Kenara çekilmeyi denemiş, fakat başaramamıştır.
İHANETİN DE ÖTESİNDE
Hükümet programının içiboş övünmelerle öncekilerin tekrarı olmaktan ileri gidemediğini gördük. Türkiye'nin bu dağınık, bu ümitsiz durumu, sadece ve sadece vatan-millet düşmanlarının işini kolaylaştırmaktadır. PKK'nın bir bölgede tamamen kontrolü ele geçirmekle yetinmeyeceğini ve bu durumu Türkiye geneline yaymak için AKP'yi fırsat saydığını içimiz sızlayarak izliyoruz. Özellikle AKP'nin IŞİD ilişkilerini ve bunun getirdiği teslimiyeti kullanmakta gecikmemişlerdir. IŞİD'e karşı Türkiye'yi koruduklarını söyleyecek kadar ileri gittiklerini ibretle izliyoruz. Biraz daha ileri giderek İstanbul'da IŞİD operasyonu yaptıklarını söylüyorlar ve bütün bu gelişmeler karşısında AKP hükümetinden tek bir ses dahi çıkmıyor. Bu durumu kabullenmek ve sessiz kalmak ihanetin de ötesindedir. Nitekim, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel, asker üzerindeki bu kadar baskı, hatta Ergenekon ve Balyoz örnekleri üzerinden yapılan tehditlere rağmen, konuşmak gereği hissetmiştir.
Çok kritik bir döneme girmiş bulunuyoruz. Zaten çok zor ve sıkıntılı olan Türkiye tablosunun, bu hükümetle, bu siyasetle ve AKP içindeki dehşet dengelerinin bozulmasıyla birlikte daha da ağırlaşacağı anlaşılıyor.