İkinci Padişah Orhan Bey'den itibaren, 16 Osmanlı Padişahı Genç Osman hariç,son Padişah Sultan Vahdettin'e kadar istisnasız tümü yabancı olan;Rum,Rus,Hırvat,Ermeni,Macar,Arnavut,Bulgar,Fransız,Sicilyalı,Polonyalı,.. hanımlarla evlenmişlerdir.Yabancı soylardan gelenler,çoğu müslüman görülmekle birlikte,hristiyanlık- ortodoks- katolik ve yahudilik inançlarından kopmayarak,Devlet'i Ali'nin zayıf zamanlarında saray içinde her türlü entrikacılığın sebebi oldukları da bir gerçektir.36 Padişah'ın neredeyse 30'dan fazlası yabancılarla evlenmiş,iş başına getirilen 214 Sadrazamın da çok büyük kısmı,yine bu asil milletin öz evladı olmamıştır.
Diğer yandan Yeniçeri ocağına alınan,yabancı asıllı çocukların ve Enderun mektebinde yetiştirilenlerin devlet idaresinde önemli mevkilere getirilmesi sonucu,Osmanlı'da değişik bir idari yapılanmayı da beraberinde getirmiştir.Nedir bu değişik yapı dersek:
622 yıl süren Osmanlı Devleti,dönmelerle devşirmelerle idare edilerek,imparotorluğun asli unsuru Türk adeta devlet idaresinden dışlanmıştır..
Ülkenin,yönetim,ticaret.sanayi,bankacılık,borsa,kuyumculuk,hatta eğitim kurumları tamamen;dönme,devşirme ve melezlerin hakimiyetinde kalmıştır.Devletin sefası; devşirme, dönmeler ve azınlıklara kalmış, cefasını çekmekte asli unsur Tükler'e bırakılmıştır.Verimli topraklara azınlık ve dönmeler yerleştirilmiş,Anadolu'nun çıplak,bozkır ve çorak arazisi kendi insanımızda kalmıştır.Bunun yanında,vergi vermek,askerlik yapmak ve her türlü meşakkatli işin bekçiliği de Anadolu insanına yüklenmiştir.Yabancılar,zengin,mürevveh mutlu,Türk insanı,fakir fukara garip guraba olarak hayatını idame ettirmişlerdir...
Gayemiz, Türk tarihinin en büyük cihangir devletini kurmuş olan atalarımız Osmanlı'yı küçültmek ya da Devlet'i Alinin, Alem'i Nizam ülküsünü hafife almak değildir.Aksine hiç bir şekilde Reddi Miras ta yapamayız.Reddi miras bizi tarihi köklerimizden uzaklaştırmak ve her türlü küresel tehtid ve tehlikelere karşı dirençsiz bırakmak anlamına geldiğini de bilmekteyiz.
Tarihten ibret almak istiyorsak,tarih bilimini ve yaşandığı devirde ki olayları iyi tahlil edip objektif değerlendirmelerde bulunmak geleceğimiz açısından bir zarurettir.
İMPARATORLUĞUN İÇİNDE BULUNDUĞU DURUM
Yeniçerilerin sık sık isyan ettikleri eski tabirle kazan kaldırdıkları malum.Her ayaklanmada, ''..Şeriat isteruk..'' bağırmaları altında bir çok sadrazam değişmiş,başları uçmuş,en korkunç cinayetler ve tecavüzlerin işlendiği bir ayaklanmayı,Necip Fazıl Kısakürek Yeniçeri adlı eserinde şöyle tasvir etmektedir.
''...Yeryüzünün halifesi, denizlerin ve karaların padişahı etrafında,üfürükçüler,büyücüler,kuvvet hapı mütehassısları ve zevk-u sefa organizatörleri en yakın halkayı oluşturuyordu...''
Padişah Sultan İbrahim zamanında,Sadrazam Ahmet Paşa'nın Yeniçeriler tarafından nasıl korkunç şekilde öldürülüp,cesedinin de at meydanına getirilerek parçalandığını Necip Fazıl aynı adlı eserinde şöyle anlatır:
Korkunç bir olaydır. Bir yeniçeri, at meydanına getirilerek çınar altında teşhir edilen sadrazamın cesedine yaklaşır ve bıçağını çekerek parçalara ayırıp çuvala doldurmaya başlar.Meğer halk arasında yağlı insan etinin,romatizma sancılarına iyi geldiği yolunda bir rivayet türemiştir..İnsan yağı sürülen sancılı uzuvlar bir daha ağrımıyormuş...Yeniçeriler herkesin önünde etlerini ve yağlarını ayrı ayrı keserek beşer onar akçeye satarlar ve cahil cühela takımı da bu etleri ve yağları kapış kapış alırlar...Bu yüzden tarihte Sadrazam Ahmet Paşaya,cesedi binbir parçaya bölündüğü için ''Hezar-pare-binbir parça Ahmet'' denilmiştir.
Şimdi bunları yazmamızın sebebi,maziye saygısızlık etmek değil aksine tarihten ders almaktır.Unutulmamalıdır ki ders alınmazsa, tarih meşhur deyimle tekerrürden ibarettir.
Esasen Osmanlı,İslami merkezli bir idari yapıda görünmesine rağmen,zaman içinde bu yapıdan da uzaklaşmış;hem Türk'ten hem Türkçe'den hem de bilimden tamamen kopmuştur.Avrupa'nın rönesans ve reform hareketleri algılanamamıştır. Öyle ki matbaa bile 300 yıl sonra o da fetva ile getirilebilmiştir.Taassup adeta altın çağını yaşamaktadır.En müşkül durumlarda çare olarak; falcılar,üfürükçüler ve müneccimlere müracaat edilmiştir.Devletin yapması gereken işler Allah'a havale edilir olmuştur.Oysa ki İslam inancımızda da; insanlar evvela sebeplere tevessül ederler, sonra da hakka tevekkül ederler. Devesini bağlamadan huzuruna gelen bedeviye,Peygamberimiz (SAV) '' Çık deveni bağla sonra tevekkül et'' dediği bilinmektedir.
İlim yerine hurafeciliğin ön plana çıktığı bir zamanda,Padişah III.Mustafa;Avusturya İmparatoru büyük Frederik'e elçiler yollayarak, iyi bir müneccim gönderilmesini ister!..Bu istek karşısında Frederik,Osmanlı Padişahı'na ülkesinde müneccim olmadığını bildirerek şöyle der: ''İlim en büyük müneccimdir...''
İslam Peygamberi Hz.Muhammed (SAV) ''İlim müslümanın kaybedilmiş malıdır,Çin'de bile ola arayınız.''
Halbuki İslam Dininde, üfürükçülük,falcılık,büyücülük,müneccimlik kesi olarak yasaklanmış ve Allah'a şirk gösterilen büyük günahların arasında yer almıştır.
Mustafa Kemal Atatürk bu konuda ne demiştir: ''Bir takım şeyhlerin,dedelerin,seyitlerin,babaların,dervişlerin arkasından sürüklenen ve falcılara,büyücülere,muskacılara,talih ve hayatlarını emniyet eden insanlardan mürekkep bir kitleye uygar bir ulus gözüyle bakılabilr mi?''
İmparotorluğun içine düştüğü duruma ayna tutmak açısından,tarihi anektodlara tekrar bakalım.
Ahmet Vefik Paşa, Osmanlı'da nadir bulunan paşa ve Sadrazamlardan birisidir.Bursa Valisi iken bir teftişe çıkar.O zaman imparatorluk içinde bütün milletler,milliyetlerini açıkça ifade ederlerken,imparatorluğun asli unsuru olan Türkler;sanki suçmuş gibi saklarlardı!..
Böyle bir teftiş esnasında,karşısındakilere milliyetlerini soran Paşa'ya; kimisi Çerkez,Rum,kimisi Arnavut,Boşnak,Gürcü olduğunu söylerken,sıra soluk yüzlü bir ihtiyara geldiğinde; ezile sıkıla ''Türk'üm Paşam'' der.
Bunun üzerine Paşa niçin sıkılıyorsun? Türk olmak suç mu ben de Türk'üm dediğinde;ihtiyar sahiden de Paşam Türk müsünüz? Türk' ten de Paşa olur mu ha!... sözü üzerine Paşa göz yaşlarına hakim olamaz...
''...Paşa da kim oluyor,Türk'ten Padişah çıkar Padişah...'' dedikten sonra tenha bir yere çekilip ağlamaya başlar..
Yine bir gün,sarayın bahçesinde bahçıvanlık yapan bir Arnavut'un bir Türk'e; ''Pis Türk...'' diye hakaretini duyan Padişah II.Abdulhamit, bahçıvana şiddetle ve haykırarak bağırır ve şöyle der:
''Unutma ki ben de Türk'üm...''
İşte tarihi olayların bu seyri karşısında, Mustafa Kemal Atatürk'ün,engin ön görüşü ve devlet adamlığı dehası ön plana çıkmaktadır.Ne kadar doğru kararlar aldığı,büyük hizmetlerde bulunduğu, bu gün daha da iyi anlaşılabilir hale gelmiştir.
Türk öz yurdunda hakir ve parya muamelesi görüyor,devletin bütün yükü ve külfeti onlara, nimetleri ve zenginliği ise; Türk'ün adından bile rahatsız olanlara tevdi ediliyordu!...
Osmanlı'nın çok sağlıksız bir demografik yapısı da vardır.Devlet'i Ali'nin çökmesinde en büyük etkenlerden birisi demografik yapı olmuştur. Resmi kayıtlara göre nüfus dağılımı şu şekildedir.
Nüfusun %58'i Müslüman, %38 'ü Hıristiyan Rum ve Ortodokslar,%2.50 Katolik ve %0.48 ise Yahudilerden oluşuyordu.Böyle demografik bir yapı içerisinde,Osmanlı Mebusan Meclisinde ki 272 milletvekilinin sadece 67'si Türk asıllıdır!...
Böyle karışık bir yapılanmadan millet ve memleket menfaatine nasıl hizmet yapılacağı ortadadır...
ATATÜRK'ÜN CEVAP VEREMEDİĞİ AN!
Atatürk yurt içi gezilere çıktığı bir gün Mersin de;şehirde ki büyük gösterişli binaları gördüğünde yanındakilere sorar;
-Bu köşk kimin? Kirkor'un...
-Ya şuradaki koca bina? Yorgo'nun...
-Peki şu? Salamon'un...
Atatürk artık sinirlenerek sormuş:
-Onlar bu binaları yaparken sizler nerelerde idiniz!?
Toplanan kalabalık arasından üstü başı dökük bir köylünün cılız sesi duyulur. Biz mi nerede idik Paşam!
- Biz Yemen'de, Tuna boylarında, Balkanlarda, Kafkaslarda, Arnavutluk dağlarında,Çanakkale'de,Sakarya'da bunların akrabaları ile savaşıyorduk Paşam savaşıyorduk!...
Atatürk hatıralarında: ''...Hayatımda cevap veremediğim yegane insan bu aksakallı adam olmuştur'' der.
ATATÜRK'ÜN BALIKESİR PAŞA CAMİİ'DE OKUDUĞU HUTBESİ
''Allah birdir,şanı büyüktür.Allah'ın selameti,atıfeti ve hayrı üzerinize olsun.Peygamber Efendimiz,Cenab-ı Hak tarafından insanlara hakayık-ı diniyeyi tebliğe memur ve Resul olmuştur.
Kanun-i Esas-i cümlemizce malumdur ki, Kur'an-ı Azimü'şşanda ki husustur.İnsanlara feyiz ruhu vermiş olan dinimiz,son dindir,ekmel dindir.
Çünkü bizim dinimiz akla,mantığa,hakikata tamamen tevafuk ve tetabuk ediyor.Eğer akla, mantığa ve hakikat'a tevafuk etmemiş olsaydı,bununla diğer kavanin-i (kanunlar,devlet idare kaideleri) tabiyeyi ilahiye beyninde tezat olması icabederdi.....
Peygamberimiz iki haneye malik bulunuyordu.Biri kendi hanesi,diğer Allah'ın evi idi.Milletin işlerini Allah'ın evinde yapardı.
Efendiler,camiler biribirimizin yüzüne bakmaksızın yatıp kalkmak için yapılmamıştır.Camiler,ibadet ve itaatle beraber din ve dünya için neler yapmak gerektiğini düşünmek,yani meşveret için yapılmıştır.........''
TEMELİ ÇOK SAĞLAM OLAN BİR DİNİMİZ VAR
Atatürk bir gün Orman Çiftliğinde ki memleket meselelerini görüşürken,yanında bulunan Albay Asaf Bey, Atatürk'ün din hakkında ki düşüncelerini öğrenmek için sorar. ''Paşam din hakkında ki düşünceleriniz nelerdir?
Atatürk cevaben: ''Din vardır ve lazımdır.Temeli çok sağlam bir dinimiz var.Malzemesi iyi, fakat bina uzun asırlardır ihmale uğramış.Harçlar döküldükçe yeni harç yapıp binayı takviye etmek lüzum hissedilmemiş.Aksine olarak bir çok yabancı unsur (tefsiler,hurafeler gibi) binayı fazla hırpalamış.Bu gün bu binaya dokunulamaz,tamir de edilemez.....
Din bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanının emrine uymakta serbesttir.Biz dine saygı gösteririz.Düşünce ve tefekküre muhalif değiliz.Biz sadece din işlerini millet ve devlet işleriyle karıştırmamaya çalışıyoruz...Mürtecilere asla fırsat vermeyeceğiz.''
Görüldüğü gibi Atatürk'ün dinle ve dindar insanlarla asla bir problemi olmamıştır.Atatürk,dincilerle uğraşmış münafık ve istismarcılarla mücadele etmiştir. Atatürk'ün yüce dinimizi çok iyi incelediği,İslamiyet'i çok iyi bildiği görülmektedir.Din hakkında ki konuşmalarının bir çok yerinde,Kur'an-ı Kerim'in ve Peygamberimizin büyüklüğünden ve yüceliğinden bahsetmiştir.
Elmalılı Hamdi Yazır'a Kur'an ın mealini hazırlatmış,kendi şahsi parasıyla da ilk defa Sahih-i Buhari tefsirini Türkçe'ye tercüme ettirmiştir. (Devam edecek) 12.11.2013
Türk Ocakları
Ümraniye Şube Başkanı
AV.Faruk Ülker