BAŞLARKEN....

 Yazmaya başlamam tahmin ediyorum ki okumayı öğrendiğim döneme tekabül eder. Küçücük bir çocukken dahi okuldan gelir gelmez heyecanla masama kurulur, “Prenses Diana” adlı hikayemi yazardım. Okuyunca oldukça komik ve çocukçaydı elbet ama kimse o cümleleri benim kurduğuma, bütün kurguyu benim yaptığıma inanmazdı yaşım dolayısıyla. Aradan geçen bunca senede kendimi hep en iyi yazarak ifade etmişsem de ilk kez böyle bir yerde, olanca ciddiyetimle meramımı anlatmaya çalışacağım için hem gergin hem de mutluyum.

“Çok siyaset yapmana gerek yok, evrensel normlardan bahset. İnsanlıktan bahset” dediler bana. Ben de uzun uzun düşündüm; her şeyden öte ülkemizin şu an içinde bulunduğu durumda en çok hangi durumdan rahatsızım, en çok hangi durum yumruklarımı sıkmama vesile oluyor diye. Cevabı oldukça basitti aslında: Adaletsizlik duygusu. En gencinden en yaşlısına kadar sirayet etmiş ölümcül bir hastalık gibi adaletsizlik. Artık o kadar kanıksanmış, o kadar içimizden biri olmuş ki “bu yanlıştır, düzeltelim” demek yerine en ufak bir haksızlıkta, hukuksuzlukta olayları düzeltecek, rayına sokacak, belki bir başkasına haksızlık yaparak bizi kayıracak bir amca, dayı, arkadaş, tanıdık vs. bulmaya çalışıyoruz. Bir başka tabirle herkes kendi adaletini sağlamaya çalışıyor. Kilit cümle de bu zaten. Herkes kendi adaletini sağlamaya çalışır, devlet bilincinden uzaklaşılır ve hukuk devleti ilkeleri sadece muktedirlerin işine yaradığı zaman ortaya çıkarılırsa kaos kaçınılmaz olur. Ben bu adaletsizlik duygusunu her gün her yerde yaşıyorum bu ülkede. Sırf evleniyor ve lüks arabası var diye TEM’i kapayıp binlerce insanı trafiğe mahkum eden ve 200 TL ceza ödeyip sırıta sırıta ropörtaj veren garip gençler, boşanmak isteyen karısına çeşitli kesici alet kombinasyonlarıyla saldırıp sırf öldüremediği için doğru düzgün ceza almayan koca… Böyle çok uç örnekler olmasına gerek yok, sırf çocuğunu okuldan alacak diye her gün garaj kapısının önüne park edip giden dönünce de “geldik patlama” diyecek kadar bencil olan adam, trafikte makas ata ata gidip öndeki arabaya çarpmaya ramak kala duran hafif ticari araç… Bu örnekler sonsuza uzayabilir. Son zamanlarda yaşadığım en keskin adaletsizlik duygusuysa babam Rubil Gökdemir’i gözaltına aldıkları o sabah oldu. Onlar gidene kadar onu götüreceklerini içten içe reddediyormuşum belli ki. Kapı kapandığında birkaç dakika öylece hareketsiz bakakaldım. İsyan etmeye, “ne biçim ülke oldu burası” diye içtenlikle söylenmeye bile mecalim kalmamıştı. Yavaşça bir sandalye çekip babamın sayfasına gözaltına alındığını yazdım, ellerim titreye titreye neler hissettiğimi yazdım. Çünkü korktum. İliklerime kadar hissettim adaletsizliği. Bu adaletsizlik duygusu bir kangren gibi yayılıp bizi içten içe çürütmeye başlayalı epey zaman oldu. İnsanlar artık sosyal medya üzerinden kamuoyu baskısıyla hakkını almak gibi dışarıdan bakınca aslında oldukça acı verici bir yöntem ortaya çıkardı. Çünkü bir gün bisikletinizle yolda giderken arkadan size çarpıp sizi feci şekilde ezen lüks arabanın sahibi ceza almayıp üzerine sizden arabasının hasarını tazmin etmeye çalışabilir. Şaşırma eşiğimiz kırılmasın, toplumdaki anormallikleri kanıksamayalım. Bu topraklarda hep beraber yaşıyoruz, herkes birbirine istediği kadar “şucu bucu” diyebilir, farketmez. Yine buradayız, yine bu milletin birer ferdiyiz. İçimizdeki adaletsizlik duygusunun biraz sönmesi umuduyla…

Elif Gökdemir