İki yıldır hançeresini patlatırcasına
bağırıyordu:
“BM’nin Suriye’ye seyirci kalması acizlik, adaletsizlik, gaflet...”
Ve hatta hızını alamayıp yer yer “Batsın sizin BM’niz” tonundan “Tiz zamanda birliğin yapısı değiştirile...” talimatları yağdırıyordu-muhatap alan çıkmasa da- uzay boşluğuna!
***
Derken günlerden bir gün istediği oldu, tam da buyurduğu gibi BM “gaflet”ten uyandı(!)
Birleşmiş Milletler Uluslararası Bağımsız Suriye Araştırma Komisyonu güney sınırımızda “aslında ne olduğu” konusunda detaylı bir bilgilendirme yaptı:
“Muhalifler sarin gazı kullandı. Suriye hükümet güçlerinin kimyasal silah kullandığına dair herhangi bir kanıta rastlanılmadı!”
Şimdi, artık nasıl bir “acizlik, adaletsizlik, gaflet” ise kendisi sağıra yatıyor iyi mi!
Daha iki gün önce -bu açıklamaya rağmen- stratejik çukur teorisyeni temsilcisi, Londra’da “Kimyasal silah kullanmak insanlık suçudur. Esad rejimi insanlık suçu işliyor” nakaratını tekrara devam etti.
***
Suriye’de “muhalif” olarak anılan isyancıların kullandığı “sarin gazı”nın ilk üreticisi hiç de şaşırtıcı olmayan bir şekilde Nazi Almanyası. Ve yine hiç de şaşırtıcı olmayan bir şekilde, NATO’nun “standart kimyasal silah” ilan etmesiyle birlikte, yani 1950’lerde Sovyetler ve ABD el atmış bu işe. BM tarafından 1991’de “kitle imha silahı” kapsamına alınan (soykırım aracı yani) ve 1993 yılında Kimyasal Silahlar Konvansiyonu tarafından yasaklanan “sarin”in ne olduğuna vakıf olmak isteyenlerin -hadi konjonktürel bir örnek olsun- “Halepçe”ye bakması kafi.
Şimdi...
BM’yi Suriye’de göreve davet ederken “Adalet nedir? Ağaçları sulamak... Zulüm nedir? Dikene su vermek.. Adalet bir nimeti yerine koymaktır, su emen her kökü sulamak değil... Zulüm ise bir şeyi konmaması gereken yere koymaktır” diye seslenenler, “eli sarinli katiller”le aynı karede poz vermeyi hangi “adalet” ve “vicdan”la izah edecekler?
Karı-koca “emzikli bebek” edebiyatı yapmak iyi güzel de;
O “emzikli bebekler” işbirlikçilerinizin kullandığı kimyasallarla nasıl kıvranarak can vermiştir, hiç gözünüzde canlandırmayı denediniz mi?
Ben söyleyeyim:
Kıvrana kıvrana!
Bir kaç damlası bile 1 ila 10 dakika arasında öldürücü etkiye sahip sarin gazının, kurbanlarına o, on dakikada neler yaşatmış olabileceğini araştırdınız mı?
Ben söyleyeyim:
Burun akması... Göğsün sıkışması... Görüşün zayıflaması... Nefes almada güçlük, boğulma hissi... Aşırı terleme... Adalelerin kasılması... Kusma, bazen de kan kusma... Sendeleme... Şaşkınlık... Uyuşukluk... Hafıza kaybı... Çırpınma... Koma... Nefesin kesilmesi...
İşkence yani!
“Adaletin safında yer alanlar, daima hayırla, minnetle yad edilirken, zalimler, zulüm uygulayanlar lanetle, nefretle anılmaya devam edecek” deyip BM’ye Gandhi’yi, Malcolm X’i, Mandela’yı, Aliye İzzetbegoviç’i hatırlatıyordunuz değil mi? İsyancılara destek verirlerse onlar gibi yazılacaktı tarihe isimleri!
Ya siz?
Para verdiniz, silah verdiniz, yemek verdiniz, yatak verdiniz; Nazilerin ürettiği “soykırım silahı”nı tutan ellerle el ele verdiniz;
Ne dersiniz?
Hitler yöntemlerini uygulayanlara hamilik ederken gerçekten İzzetbegoviç’le anılabilecek misiniz?
***
CHP Giresun Milletvekili Selahattin Karaahmetoğlu, BM Suriye Araştırma Komisyonu Başkanı Carla del Ponte’nun açıklamasından yola çıkarak, önceki gün TBMM Başkanlığı’na verdiği önerge aracılığıyla Başbakan’a bazı sorular yöneltti. İçlerinden biri “Esad rejiminin her ne pahasına olursa olsun devrilmesi için her silah ve yöntem meşru mudur?” şeklindeydi.
Sormaya ne hacet!
Filmi biraz geriye sarsak, burnumuzun dibinde duruyor cevapların en trajiği.
***
Nisan 2004... 5 bin kişinin öldüğü saldırı sonrası Felluce:
“Cesetlerin üzerinde bir çeşit sarı renkli bir sıvı vardı. Kokusu burnunuzu yakıyordu. (...)Kamera çekimlerini yaptıktan sonra oturuyorsunuz ve ayakkabınızda parçalanmış cesetlere ait etler, elbisenizde ise kan olduğunu görüyorsunuz. (...) Günün birinde birileri Ulu Camii’den diafonla Amerikalıların kadınlara ve çocuklara güvenli çıkış yolu açacağını ilan etti. Bütün kadın ve çocuklar evlerinden ayrıldı. İnsanlar caddelerde bölgeden ayrılma çalışmaları yaparken Amerikalılar ateş açtı. (...)Kadın ve çocukları gördüm. Parça parça olmuşlardı. Hemşirelerin, kadın bir çok parçaya ayrıldığı için onu taşımakta zorluk yaşadığını hâlâ hatırlıyorum. (...)İnsanların hastane içinden gelen bağrışlarını duyuyorduk. Yeterince narkoz ve ilaç kalmamıştı. Doktorlar ayakları, elleri narkoz kullanmadan kesmek zorunda kalıyordu. (...)Cesetlerden bazıları birkaç haftalıktı. Fakat hiç kimse onları taşımaya cesaret edemiyordu. Bazılarını ise köpekler yemeye başlamıştı.”
El Cezire kameramanı Laith Muştak’a “Bir hastaneye gidip aklımın bir bölümünü aldırmalıydım” dedirten bu görüntüler, ABD’nin Saddam’ı devirme sevdasına kimyasal silah kullandığının “belgesi”ydi.
İşgalin “bir numaralı koltuk”tan izleyicisi AKP iktidarı bu insanlık suçuna itiraz etti mi?
Etmediğine göre bu “her silah ve yöntemi meşru” gördüğü anlamına gelmez mi?
***
Ki zaten bence şimdi üzerinde asıl düşünülmesi gereken soru şu:
İktidar iki yıldır göğsünü gere gere “Muhaliflere bizden başka yardım eden yok” dedikten sonra, kimi nasıl inandıracak bu “insanlık suçu”na yardım ve yataklık etmediğine?
Ve Türkiye nasıl kurtulacak, bu kanlı bataklıktan;
Batmadan!