BİR HARFİN AĞIRLIĞI

 Cumhurbaşkanlığı makamında bulunan Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN ile ilgili bir eleştiri dile getirildiğinde bazı vatandaşlarımızdan “Devletin başına saygısızlık yapılıyor.” şeklinde sitemler işitiyoruz. 


Bu sitemleri yapan insanımız için “Allah onları ıslah etsin!”, “Allah onlara aklılarını kullanma becerisi nasip etsin!” ve “Allah onları sorgulamadan körü körüne biat etmekten korusun!” şeklinde dua etmekten başka çaremiz kalmamış gözüküyor.

Çünkü;

Cumhurbaşkanı olmadan evvel Recep Tayyip ERDOĞAN, toplumun bir bölümünü devamlı aşağıladığından ve ötekileştirdiğinden dolayı biz de kendisinden bahsederken "rte" olarak bahsediyor ve eleştirilerimizi yapıyorduk. 

Cumhurbaşkanı seçilene kadar partisine, teklifine (referandum), adayına ve kendisine hiç oy vermedik, her yerde ve her mecliste yanlışlarını dile getirdik. 

Bütün çabalarımıza rağmen Cumhurbaşkanı olarak seçildi. Bir vatandaş olarak resmen bizim de Cumhurbaşkanımız oldu. Ancak kalbimiz kırık olduğu için gönlümüzün Cumhurbaşkanı olmayacak!

Bu sebeple Cumhurbaşkanı olduğu andan itibaren kendisi ile ilgili hiç bir yorum yapmamaya karar verdik ve kararımızı uyguladık. 

Resmen köşke çıktığı andan sonra artık bütün vatandaşlarının cumhurbaşkanı olacağından dolayı kendisini çek etmesi gerektiği, kendisinin bizlerinde cumhurbaşkanı olduğu bilincine varacağı ümidi ile bizlere yani halkın tamamına yakın olma tavrını bekledik.

Aslında onun karakterini bildiğimiz için değişmeyeceğini de biliyorduk. Ancak, devletin başını yerli yersiz eleştirme şeklinde ki bir karşı duruşu haksız çıkarmak için bekledik.
 

Eğer, herkesin Cumhurbaşkanı olacak bir tavır sergileseydi kendisi ile ilgili fikirlerimizi paranteze alarak hareket edecektik. 

Yok eğer, yine aynı tutumuna devam ederse bizimde tavrımız eskiye dönecekti. 

Sergilediğimiz bu tutum tamamen haklı olmaya ve haklı kalmaya yönelikti. Kimse bize Cumhurbaşkanı olduğundan dolayı saygı göstermemiz gerektiğini söyleyemesin diye...

Tavrımız Cumhurbaşkanının Türkiye Cumhuriyeti'nin milli kimliğine, halka, toplumun çeşitli sosyal gruplarına ve sosyal dilimlerine karşı sergileyeceği tavra bağlı olacaktı.

Yani neye layık ise bizden de öyle muamele görecekti.

***

Cumhurbaşkanlığı makamına oturduktan sonra yürütmeyi Ahmet DAVUTOĞLU’na devredip, köşke çıktı.

Birdenbire bunca yıllık öfkemiz diniverdi, mutlu olduk, neden mi? Artık yedi/yirmidört “rte” belgeseli izlemekten kurtulduk, yalan dinlememek için televizyon kanallarını dolaşmamız ihtiyacı ortadan kalktı.

Ne güzel! Türk milleti balık hafızalı derler ya, biz de mutlu olmak için unutmaya hazırlandık, hele bir de geçmişten dolayı gönlünü kırdıklarının gönlünü alsa, hele bir de yaptığı hatalardan vazgeçse, insan olduğunu hatırlasa, firavunculuk oyunundan vazgeçtiğini düşünecektik.

Heyhat! Fazla dayanamadı…

Kendi başlattığı sözde çözüm sürecinin artçı şokları sokakları yakmaya başladığında algıları karartmak ve dönüştürmek için bizi yine yalan, çarpıtma ve demagojilerini dinlemeye mahküm etti. Sanki parti başkanıymış gibi davranmaya ve sadece kendi tabanına yönelik söylemlere devam etti.

Zabıta memuru gibi sigara içen vatandaşa efelenerek aslında toplumun bilinçaltına “güç gösterisi” yapmaya devam etti.

Aslında Cumhurbaşkanı olarak kendisine yakışan devletin ve milletin ortak çıkarları hususunda ikazlarda bulunması tavır koymasıdır. Cumhurbaşkanı öyle davranmalıdır ki, vatandaşını kırmamalıdır. Öyle davranmalıdır ki, geçmişte muhalifi olanlar bile devletimizin başında olan biridir devletimizi temsil ediyor ve ulusal çıkarlarımızın korunmasına yönelik tavır sergiliyor diyerek arkasında durabilmelidir.

Geçen zaman içinde cumhurbaşkanımızın bu şekilde davranmadığı ve davranmayacağı açıkça ortaya koydu.

Bundan sonra Cumhurbaşkanlığı makamına saygımızı muhafaza ederek kendisine yönelik vatandaşlık haklarımızdan doğan eleştirilerimiz meşru hale geldi. İşte bu sebeplerle biz Cumhurbaşkanını eleştirme özgürlüğüne kavuştuk, aslında bu özgürlüğümüz her zaman var, ama devlet terbiyesi olan biri olarak kendimize ahlaki bir engel koymuştuk.

***

Cumhurbaşkanlığı makamında oturan zat için her şey hala eski tas eski hamam olmasına rağmen, o kadar ki; hiçbir şey olmamış gibi Dolmabahçe mutabakatını bile inkar edecek kadar viraj kabiliyeti olmasına rağmen biz ona ancak “Sayın Cumhurbaşkanı” diyebiliriz.

Bu tanım devletin ve halkın başı olduğundan dolayı hitap şeklimiz olarak kullanılmalıdır, doğru olan da budur. Ama biz o makamda oturan kişiye “Sayın Cumhurbaşkanım” diyemeyiz. Çünkü bu sıfata eklenen bir harf benimseme, onaylama, sahiplenme içermektedir.

Sayın Bahçeli ne oldu da bu kişiyi bu denli sahipleniyorsunuz? Bunu bize açıklayabilir misiniz?

Diyelim ki, kendisiyle görüştünüz ve “çözüm süreci” gibi saçmalıklardan vazgeçeceğini söyledi. İnanabilir misiniz? Hadi inanalım, devletin başında olan biteni anladığını düşünelim.

Ancak, biz size yine de hak veremiyoruz. Çünkü, kendisi Türk milletini bölen, parçalayan, aşağılayan, ayrıştıran söylem ve uygulamalarından geri dönmüş olsa bile saygısız ve ötekileştirici tutumu devam ediyor, yalanları devam ediyor, haksızlıkları devam ediyor.

Örneğin, çözüm sürecinin yanlış olduğunu fark ettiğini kabul etsek dahi kendisinin tarafsızlığını, adaletle hükmetmesini, doğruculuğunu, milli bir duruşunu hatta kırdığı kalpleri tamir ettiğini yani gönül aldığını hiç görmedik.

Bir “M” harfi belki de hiç bu kadar olumsuz anlam ifade etmemişti.

Size “aile nedir bilmez” ve “evlat nedir bilmez” gibi hakaretler ederken, size yapılan hakaretler bizim kalbimizi kırmış “Rabiat-ül Adeviye ve Devlet Bahçeli” başlığı ile lehinize bir yazı kaleme almıştık.

Eğer biz ülkücülere ve size yaptığı hakaretlerden geri adım attırmış olsaydınız, onu da bir insan olarak kabul edip “Sayın Cumhurbaşkanım” demenizi onaylayabilirdik.

Ama bizim kalbimiz hala kırık…

Kim bilir, belki sizin gönlünüzü almıştır.