KÜLTÜR - SANAT

Bir kitap ve Türkiye’yi bekleyen tehlikeler!

Elinizdeki kitap, Hem Kundakçı Hem İtfaiyeci adlı kitabımızın devamı niteliğinde olan kitaptır. Bir başka deyişle ifade edecek olursak, ikisi de aynı noktaya odaklanmıştır. Kısmetse aynı konuya odaklanmış üçüncü bir yayınımız daha olacak..
.…“Dünyayı anlamadan bir Türkiye projesi olamaz”.. “Dünyada olup bitenleri izlemeyenlerin tezleri ayağı yere basmayan tezlerdir, bizi aydınlığa değil karanlığa götürür”..
…. elinizdeki kitap son kırk yıl içinde yayınlanmış olan dünya gerçeklerini dile getirmeyi, geleceğe dair tahminlerde ve tehlikelere karşı uyarılarda bulunmayı kendine görev edinmiş, her biri kendini dünya çapında kanıtlamış ve değerlendirmeleri büyük takdir görmüş yazarların 130 KİTABINDAN doğrudan alıntılar içermektedir.
ABD’nin, geleceğin dünyasıyla ilgili planının ne olduğu hakkındaki düşüncelerimiz geniş bir zaman çerçevesinde belirginleşti. Bütün çalışmalarımız boyunca, olması mümkün olanla gerçekte olan arasındaki farkı titizlikle göz önünde bulundurduk. Değerlendirmelerimizde bu iki farklı hususu ayırt ettiğimize inanıyoruz. Hiçbir zaman kolaycılığa kaçmadık. Hayatın dayattığı problemlerin çözümünün temel niteliğinin belirsizlik altında karar verme süreci olduğunu, x=2 gibi bir çözümün vazedilemeyeceğinin hep bilincinde olduk. Küresel, toplumsal ve ekonomik şartların başlangıç şartlarına hassas bağlı olduğunu, başarı beklerken başarısızlığın, kazandık sanırken kaybetmenin, yükseliş beklentisi içindeyken çöküşün rahatlıkla gerçekleşebileceğini dünya olaylarını yakın plandan izlemeye çalışırken keşfettik. Üstelik hassas bağlılık hali zaman içerisinde giderek daha daha hassaslaşıyor. Her an her şey mümkün. Covid-19 Pandemisi buna içinde yaşadığımız canlı bir örnek. 
Elinizdeki çalışmamızda ABD, merkezî bir ağırlık taşıyor. Bunun nedenleri üzerinde ayrıca konuşmaya gerek olmadığını düşünüyoruz. Soğuk Savaş’ın bitmesiyle düşmansız kalan ABD, silahlanma harcamalarına hız kesmeden devam ederek, hemen hemen hiç can kaybı vermeden savaşabilecek, Irak’ın işgali günlerinde naklen yayın yapan CNN’de işittiğimiz deyimle ‘atari savaşlar’ yapabilecek üstün bir askeri kapasite kurmaya odaklanmıştı. 
Dahası, Batılı ülkelerin hepsini kanatları altına alıp hep birlikte bin devletli - iki bin devletli diyenler de var- bir dünya projesini adım adım inşa etmeye odaklanmış görünüyorlardı. Projeyi aklayan sözcük ise küreselleşme idi. 
Dahanın dahası, Türkiye’de Batılı güçlere göz kırparak iktidar peşinde koşan politikacılar her fırsatta coşkulu bir üslupta ballandıra ballandıra globalizmin faziletlerini anlatmaya başlamışlardı. Bu çevrelerden bir kesimin ABD bayrağına benzetilmiş parti bayrağıyla ortaya çıktığını bile gördük. Neoliberal politika dayatmalarına ayak sürüyen iktidar, yaratılan ağır finansal krizle tasfiye edilmiş ve önceden hazırlandığı anlaşılan AKP iktidarının önündeki engeller bütünüyle kaldırılmıştı. İşin bu yönünü, ABD elçilerinin dahil olduğu toplantıları ifşa eden yeni iktidara başından beri yakın duran çevrelerin konuşmalarından anladık. Bu sayede bilgimiz dolaylı bilgi olmaktan çıktı ve doğrudan birinci elden bilgi katına çıktı. Yenir yutulur olmayan bu itiraflara dair hiçbir yasal işlem yapılmadı, inkar da edilmedi. Üzerleri örtüldü sadece.
….
Orta Doğu şantiyelerinde süren çalışma hayatımız, ülkemizin yüksek çıkarları açısından bize dünyada olup bitenlerin, deyim yerindeyse, enseden takip edilmesi zaruretini öğretti. Bu arada, Türk kamuoyunun zihinsel yapısının milli çıkarlarımız doğrultusunda değil, ABD’nin dünyaya vermeye çalıştığı biçim doğrultusunda şekillendirildiğini de anlamıştık.
Türkiye’yi yönetenler bize adım adım örülmekte olan ağın pek bilincinde görünmüyordu. Türkiye’mizin, ABD’nin yereldeki taşeronu gibi yönetildiğini anlayınca mücadeleye girişmek, bizim için farz oldu. Zihnimizde beliren birçok sorunun peşinde bir ömür geçirdik.
“Batı nasıl oldu da yükseldi? - Batı kültürü üstünlük ideolojisini nasıl inşa etti? - Birinci ve İkinci Dünya Savaşları’nı hazırlayan kültürel, toplumsal ve siyasi ortam nasıldı? - Küreselleşme sözü etrafında Batılı etkin çevrelerin gevelediği nedir? - Küresel güçler, dünyayı nereye doğru sürüklüyor? - Ulus devletlere karşı sürmekte olan ısrarlı saldırıların mahiyeti nedir? - Küresel güçler dünyaya nasıl bir biçim vermeye çalışıyor?..”
Sıraladığımız bu soruların cevaplarını bulmak adına kırk yıldır uğraş veriyoruz. Elinizdeki kitap bu konular üzerinde yoğunlaştığımız çalışmalarımızdan bir yenisidir. Allah kısmet ederse, bu konuda daha sonra bir yayın daha yapacağız. Amacımız Türkiye’de sürdürülen iç ve dış politika tartışmalarında çıtayı olabildiğince yükseltmek ve dünyada olup bitenleri takip eden aydınlarımıza kendi çalışmalarımızı aktararak katkı sunmak ve manipüle edilmiş gündelik medya haberleriyle birbirine veryansın eden kısır politika anlayışını geriletebilmektir. 
Kitabımızı yayınladığımız günler (2022), vitrini dürüstlüğüyle temayüz etmiş aydınların işgal ettiği milli mutabakata şiddetle ihtiyaç duyduğumuz günler olduğunun altını da çizmek isteriz. Milli mutabakata ihtiyaç var, çünkü küresel güç odakları iktidarı ve muhalefeti birbirine karşı oynayarak mümkün olabilecek en az dirençle yol yol alıyor.
Elinizdeki kitap “Neden milli mutabakat?”, sorusuna naçizane verdiğimiz cevaptır aynı zamanda. 
ÜLKEMİZİN, DÜŞMANCA HESAPLARI OLAN DIŞ GÜÇLERİN ZİYADESİYLE FAYDALANDIĞI, POLİTİKADA SERT İKTİDAR VE MUHALEFET TARTIŞMALARINA SON VERİLMESİNE, PEK ÇOK KONUDA UZLAŞMAYA ŞİDDETLE İHTİYACI VAR. Yıpranmamış ve güvenilir bir kadronun yönetimi altında ülkemiz etrafında giderek daha fazla yoğunluk kazanan risklerin olabildiğince aşağı çekilmesi mümkün olan en aza indirilmesi gerekiyor. Dünya küresel güçlerin sorunsuz oyun bahçesi olmaktan mutlaka kurtarılmalıdır. Uygarlık diye sunulan bugünkü oluşumun boyası kazınmalı ve altı sergilenmelidir.
….
Küreselleşme konusunda önemli eserleri olan Princeton Üniversitesi uluslararası hukuk profesörü Richard Falk, 1999’da yayınladığı Yırtıcı Küreselleşme adlı eserinde, ulus devletlerin yavaş yavaş nasıl buharlaştırılmakta olduğunu şöyle ifade etmiştir Richard Falk, Yırtıcı Küreselleşme,(Küre Yayınları, 2001, sayfa 51): “…[ulus] devlet, özellikle aşırı modern askeri teknolojilerin sahibi olarak önemli bir aktör olmaya devam etmektedir ve böylece çatışma hallerinin çoğunda düzeni sağlama rolünü korumaktadır. Ama artık devlet de gitgide ‘küreselleşmekte’ veya ‘uluslararasılaşmakta’; yani, devletin politika yönelişi kendi topraklarından dışarı kaymakta ve devlet ulusaşırı bölgesel ve küresel piyasa güçlerinin yararına bir araç olarak çok uluslu şirketlerin, bankaların ve gittikçe artan derecede para tacirlerinin istekleri doğrultusunda hareket etmektedir.”
Joseph E. Stiglitz’den KÜRESELLEŞMENİN İÇYÜZÜNÜ APAÇIK İTİRAF EDEN bir aktarma daha yaparak, küreselleşmeci papağanların tepeden küreselleştirme politikalarına destek verenlerin, onların ağzıyla konuşanların gerçekte kime hizmet ettiğini vurgulayalım (90’ların Yükselişi, sayfa 204) : “Demokrasiden söz etmemize rağmen, küresel ekonomik sistemin kontrolünü ele geçirebilmek ve bu sistemin kendi çıkarlarımıza göre işlemesini sağlamak için her şeyi yaptık. Yurtdışında Wall Street’in sesi egemendi.”
….
Bize göre, dünyanın yakın geleceğini kestirmek pek mümkün değildir. Çünkü, yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, doğası kaotikleşmiştir. Etkin birileri çıkıp çok büyük bir hata yapabilir. Virüs deneyleri yapanların virüsü laboratuvardan kaçırmaları tipik bir örnektir. Veya hiçbir gücü olmayan biri çıkıp insanlığın geleceğini kurtarabilir. Pastör’ün aşıyı bulması gibi. Ciltçi ustası Faraday’ın elektrik çağını başlatması gibi.
Dünyanın mevcut şartları, her olasılığa açıktır. Olgular şimdilik, bir çözülmeye, kaosa doğru seyir halinde olduğumuz izlenimini veriyor olsa da, bu gibi ortamlar, tarihte birçok örneği olduğu gibi, mevcut güçlerin çöküşüne paralel, yeni güçlerin yükselişine de eşlik edebilir. Derdimizi tek bir cümleye sığdırmayı deneyecek olursak, gelecekte, günümüzde en az hata yapanlar öne çıkacaktır. Küresel egemenler bunu biliyor. Bu yüzden potansiyel alternatifleri ortadan kaldırmak için büyük çaba harcıyorlar ki, bir numaralı potansiyel güç, birleşmiş bir Türk dünyasıdır. Bütün siyaset felsefesi okullarının ilham aldığı Hegel, Türk dünyasının sahip olduğu potansiyeli tehlike olarak görürdü. Bu konuda “Avrupa devletlerinin dışa dönük çıkarları Türklere karşıdır” (Onur Bilge Kula, Batı Düşününde Türk ve İslam İmgesi, Büke Yayınları, 2002, sayfa 16), diyerek düşüncesini açıklamıştır. Ne var ki, Atatürk’ten sonra gelen Türkiye’yi yönetenler bu gerçeği layıkıyla kavrayamamıştır.
Üniversiteler ve Amerikan İmparatorluğu adlı kitabında Prof. Christopher Simpson bakınız ne demiş: “İtaatkâr bir öncü tabaka oluşturmak için jeopolitik konumu ve tarihi nedeniyle Türkiye, olağanüstü yoğun bir kampanyaya tabi tutulmuştur.” (Christopher Simpson, Üniversiteler ve Amerikan İmparatorluğu, Kızıl Elma Yayınları, 2000, sayfa 14)
Büyük Güçlerin zaman zaman anlaşarak, büyük ölçüde de itişip kakışmasıyla oluşmuş dünya düzeninin, yine aynı güçlerin bozucu baskısı altında olduğu çözülme döneminde yaşıyoruz. Her fırsatta dengeler bozuluyor, sonra bir biçimde yeniden kuruluyor ve sonra düzeni kendi lehlerine bozmak için vakit geçirmeden ısrarlı uğraşmalar başlıyor. İki kriz arasında geçen süre giderek kısalıyor ve her yeni kriz bir öncekinden daha şiddetli oluyor.
….
Mazlum milletlere önderlik edebilecek potansiyel niteliklere sahip bir ülkeyiz. Engin tarih tecrübesine sahibiz. Kültürümüz, uygarlığın geleceğini kurtarabilecek çabalara önemli katkılar yapabilecek nitelikte. Bu özelliğimiz dolayısıyla küresel egemenlerin boy hedefi durumundayız. Çünkü M. Kemal Atatürk önderliğinde verdiğimiz milli mücadele ve olağanüstü yokluklara rağmen kazandığımız muazzam zafer bütün dünyaya örnek olmuş ve sömürgecilik çağı bu sayede sona ermişti. Türkiye aynı rolü bir kez daha oynamalıdır. Mazlum milletlerin buna ihtiyacı var.
….
Batı dünyası, beş yüz yıl boyunca, başka halklar üzerinde kurdukları egemenliği meşrulaştıracak fikirler geliştirmek peşinde olmuştur. Bu konuda en büyük ilham kaynakları kendi sınıflı toplum yapısını aklamak için kullandıkları öğretilerdir. Kökene inince Hristiyanlık öğretisi bizi karşılar. Sınıflı toplum yapısı ve söz konusu yapının değişmez kabul edilmesi için hayal güçlerini sonuna kadar kullanmışlardır. Üst sınıfların yönetme hakkını doğuştan getirmiş olduğu fikrini kendi halkına kabul ettirebilmek için kutsanmış bir meşrulaştırma öğretisine ihtiyaç vardı. Katolik Kilise bu görevi afiyetle üslenmiştir. Fransız İhtilali döneminde, Fransa’nın ekilebilir topraklarının üçte ikisi kilisenin mülkü idi. 
Batılı egemen güçler önce, kendi halklarına küçük bir azınlığın iktidarını kabul ettirme konusuna kafa yordular ve işlerliği olan bir yol buldular. İkinci aşamada Amerika ve Afrika yerlilerine iktidarlarını kabul ettirmeye giriştiler. Son aşamada ise Hindistan, Çin, İran ve Osmanlı gibi tarihte büyük işler yapmış imparatorluk merkezlerine kabul ettirme çabasına giriştiler. Bütün bu aşamalı yayılmacılık döneminde, emperyalist emelleri ne yapıp edip aklayacak bir yol bulmaya kafa yoran, yerine göre ve yerelin özgün şartlarına uygun düşen meşrulaştırıcı kuramlar üzerinde kafa yoran entelektüel bir ortam doğdu ve Aydınlanma Çağı denilen dönemde Avrupa kültürünün merkezine yerleşti. 
Batı dünyasında evrenselcilik söylemi, iki temel başlık etrafında özetlenebilir. Bunlardan biri, “devletlerin neoliberal ekonominin yasalarını kabul etmek ve uygulamak dışında ‘hiçbir alternatifinin olmadığı’ şeklinde, piyasanın güya bilimsel doğruları iddiasına dayanmaktadır”. (Immanuel Wallerstein, Avrupa Evrenselciliği/İktidarın Retoriği, Aram Yayınları, 2007, sayfa 12) 
Diğeri daha genel yapıda bir söylemdir ve “Batı uygarlığı evrensel değerlere ve doğrulara dayanan tek uygarlık olduğu için ‘öteki’ uygarlıklardan daima üstün olarak varsayılır”. Bu söylemler insan hakları, demokrasi, özgürlük, terörden sakınma, barış gibi süslü sözler yardımıyla ambalajlanmıştır. Ne var ki, uygulama dünyaya düzen vermekten uzaktır ve bütün dünyaya önlerinde diz çöktürme amacına hizmet eder.
….
Küresel güç odakları, yukarıda andığımız yüksek değerlerin arkasında her türlü dalavereyi pervasızca yürütmektedir. Böl ve yönet politikalarında kullandıkları ambalaj kavramlar işlerini perde arkasından yürütme konusunda onları rahatlatmaktadır. Büyük devletlerin kamuoyu neyse ne de, bizim gibi orta boy devletlerin bilhassa varlıklı ve diplomalı kesiminde Batının yargısını benimseme hali çok kuvvetlidir. Daha kapsamlı ifade edecek olursak entelektüel alanda Batı baskındır. Küresel güç odaklarının işbirlikçi olarak değerlendirdikleri söz konusu seçkinler her fırsatta Batıya olan hayranlıklarını ifade ederler
…. Batıya hayranlık duyguları ifade ederken ağzı sulanan entelektüellerin yerini kendi doğrularının değerini bilen, giderek daha insani değerler üreten aydınlara ihtiyaç vardır. Bu nitelikte aydınlar bizim güvenliğimizin sigortası olmalıdır.

*

KİTABI TEMİN EDİP OKUMAYA ŞU AN MÜSAİT OLMAYANLAR DAHİ KİTABIN “BAŞLARKEN” BÖLÜMÜNDEN AŞAĞIDAKİ BU ALINTILARI OKUSUNLAR, BU DAHİ ZİHİNLERİNDE BİR İZ BIRAKACAKTIR..

KİTABI NERELERDEN TEMİN EDEBİLECEĞİNİZ İSE  BURADA;
*) https://www.okurkitap.com/kitap/banksterler-ve-demokratorler-ibrahim-okur-9786056592942 (OKUR KİTAP : 84 TL )
*) https://www.bkmkitap.com/banksterler-ve-demokratorler-ulus-devletleri-curutenler  (BKM : Kargo dahil 86 TL )
*) https://www.akakce.com/arastirma-inceleme-kitaplari/en-ucuz-okursoy-banksterler-ve-demokratorler-ulus-devletleri-curutenler-ince-kapak-fiyati,1989180805.html  (AKAKÇE : Kargo dahil 89 TL)
*)https://www.kitapyurdu.com/kitap/banksterler-ve-demokratorler-amp-ulus-devletleri-curutenler/621999.html  (KİTAPYURDU : Kargo dahil 96 TL)
*) https://www.dr.com.tr/Kitap/Banksterler-ve-Demokratorler-Ulus-Devletleri-curutenler/Arastirma-Tarih/Politika-Arastirma/Turkiye-Politika-/urunno=0001989374001  (D&R : 93 TL)