Fahr-i kainat efendimizin ifadesiyle yaprakları bir "Fil"in kulakları kadar geniş olan Sidretü'l-münteha, Miraç'tan bu yana ilk kez bu kadar hareketliydi.
Tüm melekût âleminin secde ettiği eşref-i mahlûkata, hayvanlık atfeden mütekebbir emirin kem sözleri, Âlemlerin rabbinin gücüne gitmişti.
Bidayette verdiği devlet-ü saadeti, zalim emirden geri almaya karar vermişti ki…
"Allah'ın Arslanı" huzura vardı. "Arslan"dı; ama "hayvan" değildi; insanların en yücelerindendi.
"İzin ver; hemen dilini koparıp getireyim ya Zülcelâl; 'Bozkurtlar' benim kardeşimdir." dedi.
Allah'ın "Arslanı" kızgındı. Benzer nankörlüklerden o da bizar olmuştu. Başına gelen her şeyi unutabilir; ihanetleri, cehaletleri affedebilirdi; ancak ayetle tebliğ edilmiş bir mukayese vardı ki bugün Bozkurtların başına geleni ona benzetmişti. Medine'de başına gelen benzer bir olayda, birkaç sahabenin bazı su işlerini yürütmesi ve Kâbe'nin anahtarının elinde tutmakla öğünmesi üzerine kızmış;
"Ben kılıcımla küfrün hortumunu kestim, küfür müsle (burnu, kulağı kesik) oldu da, siz Müslüman oldunuz." demişti, bu onların gücüne gitmişti.
Bir süre sonra Tevbe Sûresi nazil olmuş; Allah'ın her şeyi gören ve işiten olduğu bir kez daha tescillenmişti. Allah Hz. Ali'nin gönül gözünde bu ayeti canlandırdı:
"Hacılara su verme ve Mescid-i Haram'ı onarma işini yapanı, Allah'a, ahiret gününe inanan ve Allah yolunda cihad edenle bir mi tuttunuz?" (Tevbe/19)
Hz. Muhammed'in yerine ölebilmek için onun kisvesine bürünerek katlini bekleyen Hz. Ali, insanın zaafının can ve mal kaygısı olduğunu, yakından biliyordu. Bu yüzden müminler arasındaki adaletsizliğe ve gazilere yapılan nankörlüklere tahammül edemiyordu.
1970'lerde Bozkurtlar, küfrün hortumunu canları ve kanları pahasına kesmişlerdi. Şimdi "Allah'ın Arslanı"yla aynı meşrepten olan bu yiğit insanlara, su işleri müdürü, "hayvanlar" diyordu.
Oysa Kuran Hafızları, "Bülbül" gibiydi; ama "hayvan" gibi değildi. Okuyuşları, tilâvetlerin en güzeliydi.
Yiğit ve mübarek hayvanlar, binlerce yıldır Allah'ın şerefli kullarına sıfat ve unvan olarak hizmet etmeyi sürdürüyordu. "Arslan" gibi, "Kartal" gibi, "Kaplan" gibi, "Bozkurt" gibi…
Kafkas "Kartalı" Şeyh Şamil, Rus ordusunu, 40 yıl boyunca pençeleriyle yaralamış ve Ümmet-i Muhammed'in medar-ı iftiharı olmuştu.
Şamil "Kartal"dı; ama "hayvan" değildi. İnsanların en aziz ve muteberlerindendi. Paşalar, İstanbul'da arabasına koşuldular, izzetinden pay aldılar; "at gibi" koştular; "öküz gibi" bakmadılar.
"Çöl Kaplanı" Fahrettin Paşa "Hazreti Peygamberin mukaddes kabrini İngilizlere çiğneten, altın ve paraya ibadet eden bu hainlerden her şey umulur…" diyordu.
"Çöl kaplanı" 2 yıl 7 ay boyunca destek almadan Medine'yi hainlere ve İngilizlere karşı savunurken askerleriyle birlikte çekirge unundan ekmek yapıp yemek zorunda kalmıştı.
Fahrettin Paşa "Çöl Kaplanı"ydı" fakat "hayvan" değildi.
Strateji dehası Atatürk, Armstrong'un biyografik eserinde kendisinden "Bozkurt" adıyla bahsedilmesinden gurur duymuş, Türk Ocağı binasına, Ulus'taki heykele, paraların üzerine ve masasındaki biblolara bu unvanı taşımıştı. Ayrıca Lotus davasında Türk hukuk müktesebatına diplomatik bir zafer kazandıran Mahmut Esat hocaya da "Bozkurt" soyadını vermişti.
Armstrong'a göre de Atatürk'e göre de Bozkurt, "akıllı, üstün, olgun insan" demekti. Bunun Tasavvuftaki karşılığı da "insan-ı kamil"di.
Bugün diplomatik kedilikten, askeri köpeklikten, siyasi çakallıktan ve nefs-i emmarenin arızası olan bütün global sömürülerden azat olmuş gönül ehli insanlara "Bozkurt" denilir. Gönül ehli bunu böylece bilir; zamanında Necip Fazıl da, Fethullah Gülen de bilmişti.
Kıbrıs'ta EOKA-B çetelerine karşı Müslüman Türk'ün namusunu koruyan gerçek "Mücahit"ler de Bozkurtlar olarak tarihe geçti.
Türkler "Bozkurt"u mukavemet ve askeri hassasiyetin bir sembolü olarak görüyorlardı. Ama hiçbir Mücahit, "hayvan" değildi.
Edebiyatta, "teşbih" vardı, "mecaz" vardı, kapalı ve açık "istiare" vardı.
Bu sebeple insanlar, Rahmi "Koç"u bayramda kurban etmiyor, Abdullah "Gül"ü, parçalayıp reçel yapmıyordu.
İnsanlar yine aynı nedenlerle "Er-doğan"ın makam koltuğunda doğan yumurtası aramıyorlardı.
Çünkü er "doğan"lar değil, sadece dişi doğanlar yumurtlayabiliyordu!..