"Çatı Adayı Tercihi"nin Gizli İşlevleri - I

Dostlarımızla ve düşmanlarımızla bizi biz yapan 70'li yıllarda ideolojik kutuplaşma öyle bir hal almıştı ki; askerlerin Atatürk'ü ayrı, CHP'nin Atatürk'ü ayrı, Sosyalistlerin Atatürk'ü ayrı, bizim Atatürk'ümüz ayrıydı. 

     Daha doğrusu bu unsurların kaleminden çıkan Atatürk karikatürleri yüzünden gerçek tabloyu görmemiz mümkün olmuyordu.

     Oysa akla, bilime ve Tarihi gerçeklere en uygun Atatürk yorumu bize aitti. İdeolojik duruşumuz, milli kahramanlara saygılı, fakat kahraman fetişizmine aykırı bir karaktere sahipti.

     Bizde, ilkokulda herkese aşılanan ve bazılarında tutmayan "Atatürkçülük" ezberinden fazlası vardı. İcabında vatan için ölüme koşmamız için maaşlı tekmillere, resmi şartlandırmalara, devlet propagandasına ihtiyacımız yoktu.

     O yıllarda Dil İnkılâbının dedeyle torunun birbirinden kopmasını, Harf inkılabının geçmişle olan kültürel bağlarını koparmasını eleştiriyorduk. Komünist bildiriler garip bir şekilde "Öztürkçe"ydi; ama bu, halkın anladığı bir dil değildi.

     Ancak, Kurtuluş Savaşının gerekliliğini asla tartışmadık. İstiklal Marşı bizimdi. Yazarının İslamcılıktan Türkçülüğe avdet etmesinden memnunduk. Akif'in Mısır'a göç etmesine anlayış gösterdiğimiz kadar onu göç ettiren sebepleri de anlamaya çalışıyorduk.

     Mektep dışında Ocak'tan aldığımız Milli şuur, bize rejim eleştirilerimizle, rejim karşıtlarına olan tenkitlerimizi dengede tutacak kadar etkiliydi. 

     Yani ne körü körüne inkılabı savunan bir Atatürkçü'ydük, ne de aynı yöntemle rejimden kopan bir Atatürk düşmanı...   

     Aslına bakarsanız, "etki tepkiyi tahrik eder" düşüncesiyle 27 Mayıs, 12 Eylül ve 28 Şubat gibi Atatürkçülük adına yapılan askeri darbelerin, muhalefeti tahrik ederek tehlike yaratacağı endişesiyle bu jakobenizmle hep mesafeliydik.

     Evet, biz de istismar edilen, Atatürkçülük olarak yutturulmaya çalışılan İnönücülükle kavgalıydık. 3 Mayıs 1944'te yargılanmıştık. 27 Mayıs'ta sürülmüş, 12 Eylül'de, işkenceden geçirilmiş, idam edilmiştik.

     Bize karşı gösterilen bu merkezi hoyratlığın sebebi Atatürkçülük açısından tehdit oluşturmamız değildi. Kendilerinden farklı bir ideolojik omurgamızın bulunması ve "halka yakın" oluşumuzdu.

     Atatürkçülüğün mucidi, İnönü CHP'si, 1940'larda II. Dünya savaşının da etkisiyle halkı rejimden soğutmak için elinden geleni yapmıştı. Buna rağmen demokrasiye geçildiğinde halktan hem hizmet, hem sadakat hem de rey bekliyordu.

     1950'lerde Demokrat Parti'nin arka arkaya üç seçim kazanması, CHP'li askeri ve sivil bürokrasiyi daha da hırçınlaştırdı. İnkılabın güvenliği için, milli payda değeri yüksek bir kahraman olan Atatürk'ten güç alarak BAAS benzeri bir rejim kurmak zorunluluk olarak kabul edildi. 

     Atatürk, bizzat Atatürkçüler tarafından karikatürize edilmiş ve halkın içten içe kin duymasına kimse aldırış bile etmemişti.

     Nihayet 28 Şubat'ta masum başörtülü kızlara okul kapılarında Atatürk'ü de isyan ettirecek seviyede yapılan zulüm, millet için bardağı taşıran son damla oldu.

     Atatürk'ün haremlik-selamlık için söylediği "tesettür kalkacaktır" sözünü bazıları askerlere yanlış anlatmıştı. Yine bazıları, bir tavsiye niteliğindeki "tesettürlü kızlarımızı da okutmalı ve onların irfanını artırmalıyız" sözünü tam tersine çevirmişti. Sanki birileri, "halkın Atatürk düşmanlarını iktidara getirmesi için" bir yerlerden düğmeye basmıştı.

     Böylece bu sistemin yıkılması için "şeytanla bile işbirliği yapmaya hazır" bir cemaat-kadro hareketi, bu süreçlerde gelişti ve gittikçe daha derinlere kök saldı. 

     İşte MHP'siyle, CHP'siyle, son 12 yıldır bu hesaplaşmanın ülkede meydana getirdiği tahribatı asgari seviyede tutmak için büyük bir çaba gösteriyoruz. AKP iktidarında gerçekleşen tahribatın rehabilite edilebilmesi için bir 12 yıl daha gerekebilir.

     Türkiye artık bu kin ve ihtiras sarmalıyla gelen AKP iktidarından kurtularak medeniyet yolculuğuna devam etmelidir. Bunun için ülkenin MHP'ye olduğu kadar geçmişteki hatalardan ders almış bir CHP'ye de ihtiyacı vardır.

     CHP'nin "Demokrat Partili bir aileden gelen" Çatı aday Ekmeleddin İhsanoğlu'na verdiği samimi destek, bu yönde yaşanan evrilmenin açık bir belirtisidir.

     Yani "çatı adayı" formülünün, pek çok güzelliği yanında işte böyle "gizli işlevleri" de vardır.