Ne oldu şimdi?
Bir kere, Berkin “artık” terörist!
Bir Cumhuriyet Savcısı’nın kanlar içindeki cansız bedeninin olduğu yerde, kolay kolay artık kimse çıkıp da “14 yaşında polisin attığı gaz kapsülü yüzünden 269 gün komada kalan, 15 yaşında 16 kilo ölen çocuk” diye karşı çıkamaz, meydan meydan, avaz avaz “ne ekmek almaya giden çocuğu, terör örgütünün maşası...” bağıran adama!
Ölmüş bir çocuğun ardından saçtığı nefret, o kan donduran hakaretler, evladı ölmüş bir anneyi yuhalatması; düne kadar bizi bizden alan o vicdansızlık, hepsi ama hepsi toplumun çok geniş bir kesiminin gözünde “haklılık” kazandı! Yani o kurşunlar en çok Berkin’in saflığına sıkıldı.
Bir Cumhuriyet Savcısı’nın kanlar içindeki cansız bedeninin olduğu yerde, güya “ilerleme kaydedilemiyor” diye savcı rehin aldıran Berkin Elvan dosyası “gerilemeye” mahkûmdur; soruşturmaya konu polislerin hatası, kusuru, kastı da her ne varsa adını “cinayet koyamazsınız, toplumun çok büyük kesiminin gözünde “destan” dır bundan sonra!
Gezi “artık” terör eylemi.
Ve dahi yaptığınız, yapacağınız bütün gösteri, yürüyüş, protesto vs. de öyle!
Ne “Y kuşağı”, ne “orantısız zekâ” yetmez “aşırı uç” , “Vandal”, “dış mihrakların sızdırdığı unsurlar” olmadığınızı kanıtlamaya... Tencere tava çalan teyzeleri, biber gazından boğulan bünyenize eczacı ustalığında solüsyon hazırlayan amcaları, parka; pasta, börek taşıyan “mahalleli” samimiyetini bulamazsınız “haklı olduğunuz mücadelelerinizde” bile bundan sonra! Demokrasinin izin verdiği bütün hak ve özgürlük kullanımları, aşamaz artık faşizmin TOMA’lı barikatlarını! Ve toplumun çok büyük kesimi “haksız” bulmaz polis marifetiyle “diktatörlük” inşasını.
Siz söyleyin şimdi kime yaradı?
Sıkıysa eleştirsin bir daha CHP veya MHP “İç Güvenlik” kandırmacalı “Başkan ve SS’leri” tasarısını!
Bir Cumhuriyet Savcısı’nın kanlar içerisindeki cansız bedeninin olduğu yerde, “terör iş birlikçisi” diye ustaca kurgulanmış, bütün medya destekli kara propagandanın hedefi olmazlar mı?
Ben şahsen, bir Cumhuriyet Savcısı’nın kanlar içindeki cansız bedeninin olduğu yerde sorsun isterim tabii milletim:
Kim “devlet”i namlunun ucuna yerleştirdi?
Güvenlik zafiyetini de, 20’li yaşlarının başındaki üniversiteye dereceyle girmiş bir hukuk öğrencisinden katil yaratan “taşeron şirketler”in Türkiye’de “çalışma izni” ni kimden-nasıl aldığını/alabildiğini de, seçim öncesi bir kaos oluşturup da oradan “kendi düzeni/rejimini” kurmaya dönük “ilk kurşunu kimin sıktığını” da sorgulasın isterim...
Çehov’dan bu yana bir asırdan fazla zaman, tecrübe geçti, “ilk sahnede duvarda silah varsa” cümle alem bilir ki “ne zaman, nasıl, kim tarafından, kimin emriyle, kimi hedef alarak bütün değişken olsa da, o silah patlayacaktır mutlaka.”
İktidarın “yayınlayanı cenazeye sokmayacak” derecede öfkelendiği “o fotoğraf”ta iki unsur var:
1.Terörist. (Elinde silah; illaki patlayacak.)
2.Devlet. (Savcı, ’devlet’siteminin vücut bulmuş hali.)
Ben, bir Cumhuriyet Savcısı’nın kanlar içerisindeki cansız bedeninin olduğu yerde her şeyden önde “terörle müzakere”yi sorgulasın isterim milletim;
Şakağına namlu dayanmasına izin veren bir “devlet”, o saatten sonra, “akıbeti” teröristin tetikteki ellerindeyken “taviz” dışında neyi müzakere edebilir mesela?
O fotoğrafa yansıyan “ağzı bantlı, koltuğa kelepçeli, namlunun ucundaki devlet”le İmralı’daki aynı!
Onun için bir Cumhuriyet Savcısı’nın kanlar içindeki cansız bedeninin olduğu yerde zekâsına hakaret ettirmesin, sorsun isterim:
- Amaç “devlete uzanan elleri kırmak”sa ve bunda iddia ettiğiniz gibi “başarılı” oldunuzsa, ne işi vardı Cumhuriyet savcımızın al bayrağa sarılı tabutta?
Lütfen algılarınızın ayarlarıyla oynatmayın;
Hazin ama, bu ülkenin değerleri, toplumsal barışı, beraberliği, ölümü gösterip sıtmaya razı etme operasyonuna ilk defa kurban edilmiyor bu ülkede!