DİYANET İŞLERİ Mİ? SİYASET İŞLERİ Mİ ?

Hepimizin bildiği gibi ülkemizde; Din ve Devlet işleri Cumhuriyet kurulduğundan itibaren ayrılmış, bağımsız bir din kuruluşu olan Diyanet İşleri başkanlığı oluşturulmuştur. Lider, Mustafa Kemal ATATÜRK,  bu tehlikenin farkına varmış ve bunun için atalardan gelen din anlayışını bir adım öteye taşıyıp, Yüce Kitabımızı Türkçeleştirilmiş ve anlaşılmasına büyük katkıda bulunmuştur. 
Kurum,  misyonu ve vizyonu gereğince bugüne kadar her daim yerini bilmiş ve gerek sosyal gerekse ekonomik alanda mevcut zamanlarda telkinlerde ve tavsiyelerde bulunma haricinde, herhangi bir adım atmamıştır.
Ülkemizdeki, din öğretimi, insanların algılaması açısından belli bir şablona ulaştırılmış, öğrenim gören öğrencilerin, Dinin ana teması olan iman konusunda yeterlilik arz etmiştir. Bu kişinin daha sonra, neye inanıp neye inanmayacağına karar vermek açısından çok da iyi olmuştur. İyi olarak vurguladığımız esas ise imanın beynen değil de kalple yaşanması gerektiği doğrusuna katkı sağlamıştır. 

Malumunuz gereği, günümüzde İnsanlar Dinci ve Dindar olarak sınıflandırılmıştır. Dincilik, kendi neznindekini ve/veya başka kaynaklardan edinilen bir takım dini bilgileri, gerçekleklik konusunu irdelemeden doğru yanlış savunarak, bunu da iyi pazarlama ile tarafını belli etmektir. Bir nev’i tüccarlık aslında. Dindarlık ise, Allah nezdinden inene inanan ve katışıksız olarak kendi doğrularıyla imanı yaşayan kesimdir. 

Günümüz ülkemizde, dinci kesim dindar kesime ağır basmaktadır. Bunun sebebi ise şeksiz şüphesiz Diyanet işleri Başkanlığıdır. Gerek atamalarda gerekse, uygulamalardaki yanlışlıklar, maalesef dinimizi bir paganizme dönüştürmüştür. Bu paganizm, hepimizin evinde bulunan, ve duvarda asılı duran, ancak sadece içerisinde, savaşların ve tarihin anlatıldığını sandığımız, abdestsiz dokunmadığımız, karşısında ayaklarını uzatmadığımız KURAN’ a tapmakla doruğa ulaşmıştır. Bizler nesnesel tapınmak ile daha fazla ilgili hale gelmiş bulunuyoruz. Kitaba mı, Allah’a mı, Kitabın içerisindekilere mi? Hangisine?

Üretici bir toplum olmadığımız gibi maalesef tüketmeyi de beceremiyoruz. Tüketmekten kasıt, maneviyat olgusudur; Dinimiz asıl olarak, şirk koşmamayı, Bir tek Allah’ın olduğunu, Kitabın hak ve geçerli, korumalı olduğunu,  hesabın kesin ve kati bir şekilde olacağını, Kitabın yaşam rehberi olduğunu, başka veliler edinilmemesi gerektiğini şart koşar. Buradaki başka veliler(dostlar) ibaresi aslında bildiğimiz, gördüğümüz sadece taştan veya başka materyallerden yapılma şeyler olmamakla beraber, burada bahsedilen husus, Canlı ve eli,ayağı, gözleri bulunan putlar kastedilmektedir. Bu putçuluk (tabiiyetçilik) günümüz Türkiye ‘sinde en doruk noktasına çıkmış bulunmaktadır. Diyanet işleri maalesef sorumluluğunu yerine getirmemekle beraber aksine , putçuluğu teşvik etmektedir. Allah indinden inen kitabın haricinde, din içerisine farklı kaynak ve görüşlerden, bir takım olgular yerleştirip, bunu Allah katındanmış gibi bu insanlara dikte etmektedir. 

TEHLİKENİN FARKINDAMIYIZ?
Malumunuz, İsrail ile Filistin arasında savaş sürmektedir. Geçtiğimiz yaz aylarının başında, Ortadoğu’da hortlayan bir İŞİD krizi de mevcuttu. Bu ülkenin Diyanet işleri başkanlığı, İŞİD ‘in sırf alevi diye katlettiği 6000 den fazla Türkmen hakkında herhangi bir fetva-hutbe-açıklama yapmamakla beraber, devletin esir tutulan konsolosluk personeline zarar gelir ifadesini baz alarak, öldürmelerin meşrutiyetini herhangi bir açıklama yapmadan onaylamıştır. Orada öldürülen Türkmen vatandaşlarımız ile bizler aynı kana aynı ırka ve meşrebe sahibiz; bununla birlikte, iki ülke arasında baş gösteren (İsrail – Filistin) savaşı şiddetle kınamış, hatta bu konuda Camilerde Cuma hutbesi verilmiştir. Yetmemiş, yas ilan edilmiştir. Bu da yetmemiş, camilerde para toplanmıştır. Ülkemizde bir arap sevgisi ve hayranlığı hat safhaya gelmiştir.
Diyanet işleri başkanlığı, sınıfta kalmıştır. Güya, Dinin siyasi bir tarafı olmadığını vurgulayan bu sistem, dini siyasallaştırmıştır. ALLAH’ın adaletini tek taraflı ve hükümet isteklerine karşı kullanmıştır. Kafaları kesilen, yurtlarından çıkarılan, bütün yaz (Ramazan Dahil) 50 Derece sıcakta çöllerde konaklayan bir millet için bir tek kelime dahi konuşamayan bu kurumu şiddetle, nefretle  kınamak bu ülkede yaşayan ve Allah’a inanan her şahıs için bir görev olmuştur. 
Gelgelelim şu anki günümüze, Adam çıkıyor ve şöyle diyor “-Kadın – erkek eşit değildir.” Nereden çıktı bu iş? Bu konuda herhangi bir kaynağın var mı ? Varsa lütfen bunu açıkla! Neden mi? İşte cevaplar;

Sen din tüccarlığı yaparak bu konuma geldin; ümmi(cahil) kesim tarafından maalesef ağzından çıkanlar, Allah indinden gelenler gibi algılanıyor.Yani Tanrıcıksın.Yeryüzünde O’nun temsilcisi olarak kendini gösteriyorsun. Medeni kanunlara göre kadın ve erkek eşittir. O zaman sen bu konudaki söylemini Kitab’a göre veriyorsun. Bu konuda Allah’tan bir söz mü aldın? Aldıysan ne ala, Allah sözünden caymaz; Veya sana bir kitap indirildi de, bize oradan mı okuyorsun; Eğer öyle ise söyle, Muhakkak ki bizler Allah tarafından indirilenlere tabiyiz. Sadece O na kulluk ederiz. Bize de oku da biz de bilelim.  Bu konu aslında ne kadar siyasal bir malzeme olarak da bilinse tamamen dini bir algı yaratılmış oldu toplumda. O zaman Diyanet işleri başkanı, eğer şimdi konuşup bu konuda bir açıklama yapmaz isen daha da konuşma. Camileri kapatalım. Papağan gibi konuşan, aynı şeyleri tekrar  eden hocaları tasfiye edelim.Nasıl olsa herkes aynı Allah’a inanmıyor. Eğer ki sen otoritesi olduğun konuda konuşmaya çekiniyorsan; Bütçeyi işgal etme; varlık sebebinin nedenini anla ve insanlığa hizmet et;

Yerlerin Göklerin ve ikisinin arasındakileri yoktan var eden Yüce  Rabb’bim, Bizleri dangalaklar güruhundan, zalimin zulmünden, Allah ile kandıran Şeytanın şerrinden muhafaza eyle, TÜRK milletine akıl,fikir, hürriyet nasip eyle; Her daim 
NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE   demek nasip eyle.
Saygılarımla 
MEHMET AKİF EROL