Taksim’de başlayıp bütün yurtta “hükümet istifa” sloganlarıyla süren eylemlerde dikkat çeken üç konu var: Birincisi, polis, müdahale etmezse hiçbir olay çıkmıyor! İkincisi, polis, kimseden izin almak zorunda olmayan göstericileri yıldırmak için aşırı ve hukuk dışı güç kullanıyor, hatta ölüme sebebiyet verebileceğini bile bile gaz bombası mermilerini, göstericilerin kafasına atıyor. Bu yüzden ölenler ve gözlerini kaybedenler var. Üçüncüsü, polisin himayesinde eli sopalı gruplar, her yerde göstericilere saldırıyor.
***
Bu olaylardan birinde Eskişehir’de bir gencimiz başına aldığı darbeler sonunda hayatını kaybetti. Eskişehir valisi, “kendi arkadaşları, polisi zor durumda bırakmak için öldürmüş olabilir” diye olayı çarpıtmaya, soruşturmayı yönlendirmeye çalıştı. Oysa katillerin, polisin desteklediği eli sopalı ekipte yer alanlar olduğunu herkes biliyor. Bunu vali de biliyor. Emniyet müdürlerine Ankara’dan verilen emirler arasında, göstericilerin yıldırılmasına yönelik ekipler oluşturulması yönünde bir talimat olduğu anlaşılıyor.
Bu gruplar içinde, satırlı veya palalı kişiler de yer alıyor ve açıkça korunuyorlar. Pala ile bir genç kıza vuran, bir adamı da ensesinden yaralayan kişi serbest bırakılmış ve yurt dışına kaçabilmesi için zaman verilmiştir!
Türkiye’nin her köşesinde böyle ekipler, yani çeteler oluşturuluyor da polis hiçbirini yakalamıyorsa, müdürlerinden aldıkları talimat gereğidir. Dolayısıyla, hukuk önünde bütün ölümlerden ve yaralamalardan doğrudan emniyet müdürleri, İçişleri Bakanı ve Başbakan sorumlu tutulacaktır. “Hangi hukuk önünde, hukuk mu kaldı?” dediğinizi duyar gibiyim. Evet ama bu işin uluslar arası boyutu da var!
***
Başbakan, Mısır ve Türkiye’deki olayların birbirinden pek farkı olmadığını belirterek “Merkez, aynı merkez. O merkezi açıklamayacağım. Zaman gelince o da açıklanır. O bizim hafıza kartımızda” diyor!
Yani, gösterileri tıpkı Mısır’daki gibi hükümete karşı dış güçlerin bir darbe girişimi olarak görüyor. Bu sebeple, göstericilere karşı sert tedbirler alınması gerektiğini düşünüyor. Zaten polise talimat verdiğini kendisi de söyledi.
Erdoğan, son olarak, tencere tava çalmanın da gürültü kirliliği çerçevesinde suç olduğunu bu konuyla ilgili bakanına talimat verdiğini, emniyetin gerekli müdahaleyi yapmasını söylediğini bildirdi.
Tencere tava çalmaya bile “emniyet müdahale etsin” diyen bir zihniyet ile karşı karşıyayız... Eli sopalı grupların gençleri kafa patlatıp öldürmelerine veya palalı saldırganlara karşı en küçük bir kınama bile yok ama destek var! Yine göstericilere karşı esnaf tepkisi olarak bir hareket de örgütleniyor. CHP Genel Başkan Yardımcısı Gürsel Tekin bunun arkasında AKP’nin bulunduğunu söyledi.
AKP, bu korkuyla nereye kadar gider?
***
Böyle bir ortamda İçişleri Bakanı Muammer Güler, CHP Antalya Milletvekili Gürkut Acar’ın Van Valiliği tarafından düzenlenen “Medresetüzzehra Sempozyumu” ile ilgili soru önergesini cevaplarken Medresetüzzehra’nın, 20. Yüzyılın başlarında bilimsel gayelere hizmet etmek maksadıyla hayata geçirilmek istenilen bir proje olduğunu söyledi. Güler, projenin sahibinin, Abdülhamit’in emriyle akıl hastanesine kapatıldığını söylemiyor. Çünkü o medrese, Kürdistan’ın temelini atacaktı! Gerçi şimdi ona gerek kalmadı, Kürdistan AKP eliyle kuruluyor...
Yine Dışişleri Bakanlığı’na dışarıdan her türlü atama yapmayı öngören yasa da Mursivari bir kadrolaşmanın hazırlığıdır.
Bu arada, Balyoz davasında temyiz incelemesi yapılırken Yargıtay Başkanı Ali Kalkan’ın Genelkurmay karargâhında Genelkurmay Başkanı Necdet Özel ile görüşmesi mandardır! Görüşmede Balyoz davasının ele alındığı yazıldı, aksi yönde bir açıklama da yok. İnsanın aklına “beraber mi karar verecekler” sorusu gelmiyor mu?