Geldikleri gibi giderler...

Son 72 saat içinde televizyon ekranlarında en sık duyduğumuz cümle kalıplarından biri:
“Seçimle gelen seçimle gitmeli.” 
Keza gazete köşelerinde de yadsınamaz bir hakimiyet kurdu bu ifade.
Cengiz Çandar dünkü Radikal’de  “Sorulması gereken soru 30 Haziran 2011’de ’sandıktan çıktığı’halde, Müslüman Kardeşler lideri Muhammed Mursi’nin nasıl olup da tam bir yıl sonra, kendisinin çekilmesini isteyen tarihin en büyük kitle gösterilerinin hedefi haline gelmiş olması”  diyor.
Ve fakat bu sorunun bir anlamı olması için önce Mursi’nin gerçekten “seçimle gelen bir lider”  olup olmadığının, iktidarının gerçek manada  “demokrasinin sonucu” olup olmadığının cevabını aramak gerekmez mi?
Bir kere eğri oturup doğru konuşmalı... Mursi’nin Mısır halkının yüzde 51-52’sinin desteğine sahip olduğu masalını bir kenara bırakmalı. Seçime katılım oranının bile  “resmi olarak” yüzde 51’lerde kaldığı bir ülkede, gerçekte (ve ancak ikinci turda) toplam seçmen sayısının yarısının yarısının oyunu almış olan biri için bu fazla “uçuk” bir destek yakıştırması değil mi?
Bir de  “adayların tanzimi” var tabii!
Sandığa giden Mısırlıların “kimler arasında seçim yapacağına” kim karar verdi?
Bugün “darbe”yi yapan “generaller” değil mi?
Mursi, Hayrat Şatır ve meclis seçimlerinde %25 oy alan (ki Mursi de ilk turda yüzde 25 oy almıştı) Selefi cemaat lideri Hazım Salih Ebu İsmail’in de aralarında bulunduğu 4 adayın generallerce “veto” edilmesinden sonra geriye kalan 2 adaydan biriydi. Ki bu  “veto” da Mısır’da tıpkı günlerdir izlediğimize benzer çatışmalar ve 300 kişinin hayatını kaybetmesiyle neticelenmişti. Ve bu sürecin sonunda Mursi, “Tahrir” organizasyonuyla gönderilen Hüsnü Mübarek’in yani devrik bir liderin adayına karşı dahi sadece 4 puan (Ahmet Şefik yüzde 48 aldı) üstünlük sağlayabilmişti.
Ha bütün bunlar “askeri darbe”  nedeni olabilir mi?
Olamaz elbette.
Ama Mursi’nin iddia edildiği gibi  “demokrasi ile gelip darbeyle gitmediğini” göstermeye yeter bana göre. Mursi aslında tam da geldiği gibi gitti.
Mübarek’i devirirken “demokrasi meydanı” sayılan Tahrir, Mursi’yi devirince neden “darbecilerin işgali”nde oluyor ki?
Mursi’yi alaşağı eden evet “darbe” dir, “askeri bir darbe” ama gözardı edilmemesi gereken Mübarek’i indirenin de yüzde yüz halk iradesi değil  “sivil darbe” olduğu gerçeği!
Önceki gece Bengütürk TV’deki program konuğum Onur Öymen “seçim-demokrasi” ilişkisine manidar bir örnek verdi:
Napolyon’un Fransa Cumhuriyeti’ni krallığa dönüştürmesi de seçimleydi!
Ve unutmayın bugün “Bütün dünya Mursi’ye destek olmalı” çağrısı yapanlara göre “Kaddafi’nin linç edilerek öldürülmesi” de Libya’ya  “demokrasi” getiren bir eylemdi!
 
Hükümet sembolü olarak 'TOMA’
 
Şaka değil aşağıdaki satırlar gerçekten bir “akademisyen”, bir “bilim insanı”, bir “rektör” tarafından yazıldı:
“Gezi Parkı olaylarını masum ve doğal bir toplumsal başkaldırı olarak gören yorumcular güvenlik güçlerine yükleniyorlar. TOMA’lardan su sıkılmasını, gaz sıkılmasını insanlık dışı buluyorlar.
Şimdi, bir an için filmi geriye saralım(...):
TOMA yok, tazyikli su sıkılmıyor, gaz da yok, polis de... Sizce bu durumda Başbakanlık ofisine yürüyen 3-4 bin gösterici ne yapardı? Gaz ve su olmadığı için, karşılarında hiçbir polis durmadığı için geri mi dönerlerdi, yoksa Başbakanlığı basıp, Sayın Başbakanın ofisini mi dağıtırlardı? Başbakanın koltuğuna oturup, havaya savurdukları resmi belgeler eşliğinde dünya medyasına ’hükümet düştü’görüntüleri mi verirlerdi?
(...)
Eğer polis sıkı durmasaydı, TOMA’lar ve gaz olmasaydı bambaşka bir Türkiye’ye uyanmış olacaktık.” 
Sayın Sedat Laçiner,
Bütün içtenliğimle soruyorum:
Türkiye Cumhuriyeti’nin bölünmez bütünlüğü,  “Başbakanlık ofisi”nden daha mı kıymetsiz?
Diyarbakır Bağlar meydanında, İstanbul Kazlıçeşme’de TOMA’sız buldukları alanda, binlerce insan hep bir ağızdan terör örgütü propagandası yaparken,  “devletin hakimiyeti altında bulunan topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırmaya matuf eylemleri” sabit görülen terör örgütü başı, cani Öcalan’ın izinde olduklarını ilan ederken bir an olsun “Eyvah ‘hükümet düştü’ görüntüsü yayılacak dünyaya”  diye kaygılandınız mı?
 “TOMA”, hükümetin varlık sigortası madem; BDP’liler  “Kuzey Kürdistan” ilanına cüret ederken neredeydi acaba?
Tek başına bu bile iktidarın “hükümsüz” lüğünün kanıtı da...
 
Değdi mi şimdi “bakraç” sorulara
 
Tamam AKP’lilerle yaptığı programlardaki  “bakraç”  çağrışımı yapan soruları dolayısıyla çok dilime doladım ama inanın üzüldün Nilgün Balkaç’ın da / bile / dahi kovulduğunu duyduğumda. İbret olsun hepimize; iktidar sahiplerinin 32 dişleri meydanda sırıta sırıta, keyiften dört köşe izlediği birine dönüşmek bile yetmiyor... Dolayısıyla boyun eğmeye değmiyor...