Halıyı Erdoğan’ın altından çektiler!


Tayyip Erdoğan’ın Kuzey Irak Kürt Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesut Barzani ile Diyarbakır’da buluşmasına katılan Şivan Perver, “Başbakan Erdoğan Kürtçe’nin resmi dil olması talebim konusunda, ’vakti var’dedi. Bazı şeyleri çözmenin kendileri için çok zor olduğunu ve kendilerine yönelik baskı ve saldırılar olduğunu söyledi” diye bilgi verdi. 
Bu açıklama, Tayyip Erdoğan’ın nasıl bir gizli gündemle hareket ettiğini bir defa daha gösteriyor. Gerçi Abdullah Gül de 2010 yılında Harp Akademileri’ndeki konferansında dünyadaki değişimi özetledikten sonra “Ülkemizde siyasetten ekonomiye, ticarete, hukuk sistemimize, sosyal hayatımıza kadar her şeyde köklü bir değişim söz konusudur” demişti ama ikisinin gizli gündemleri arasında farklılık var. 
AKP sözcüleri de 2010 yılında bize göre hukuk devletini yıkmak için yapılan Anayasa değişikliği referandumunu “10 seçime bedel” olarak gördüklerini belirtmekteydi. 
 

***
 

Şimdi Tayyip Erdoğan ve arkadaşları, 12 Eylül 2010 referandumunda elma şekeri gibi halka sundukları Anayasa değişikliğinin kurbanı olmak üzereyken kendilerini son anda kurtarmış durumdadırlar. Fakat oyun daha bitmemiştir. Polisi ve yargıyı teslim ettikleri güçler, Tayyip Erdoğan ve ekibini siyasi hayatın dışına atmak için operasyon üzerine operasyon yaptı. Erdoğan, doğrudan kendisini hedef alan bu operasyonlara karşı, ancak MİT Müsteşarı’nın tutuklanmak istenmesinde veya şike davasında olduğu gibi yasa değiştirerek nefes alabildi. KCK’yı kurdurmak suçlaması ile hakkında açılan soruşturma da savcının görevden alınması ile kapatıldı ama belanın nereden geleceğini bilemediği için meseleyi kökünden çözmek istedi. Dershaneleri kapatmak istemesinin asıl sebebi budur. Yine Hrant Dink davasında, polisin kullandığı muhbirin tanık koruma programı ile konuşturulması, muhbirin de polis müdürlerini çete olmakla suçlaması, bu kapışmanın bir parçasıdır. Belki bu mücadele sırasında Ergenekon, Balyoz ve Casusluk gibi tertipleri kimlerin hazırladığı da isim isim ortaya çıkacaktır. 
 

***
 

Tayyip Erdoğan, 2006 yılı Nisan ayında 23 Nisan dolayısıyla yaptığı konuşmada “egemenliğin duvarda kalmayacağını, bundan sonraki 10 yıl, 20 yıl, 30 yıl içinde yeni bir düzen kurulacağını” söylemişti. 
Türkiye’yi ekonomik, siyasi ve hukuki dönüştürme sürecinde AB’ye giriş hedefini bir kaldıraç olarak kullandılar. Abdullah Gül de açılım sürecini başlatırken “Her şey iyi olacak. Bu fırsatı kaçırmayalım” demişti. Üstelik Irak gezisi dönüşünde uçakta, “Kürdistan”ı telaffuz etmişti. Destekçi basında bu gelişme, “bahar sevinci” gibi karşılanmıştı. 
Türkiye’nin Dışişleri Bakanı, Barzani’ye “abi” diye hitap edebilmişti. O zamanki tespitimiz, “ABD destekli açılımın asıl hedefi, Barzani’ye güvenli bir alan açmaktır!” şeklindeydi. 
Sonunda, terörle mücadele edenler, psikolojik operasyonla itibarsızlaştırıldıktan sonra mahkûm edildi. 
Tayyip Erdoğan, Barzani ile birlikte Diyarbakır’da işbirliği yaptığı dini gruplara mensup kitlelere hitap etti ama, Türkiye’nin geri kalanında partiye destek veren ana kitleyi kaybetmek tehlikesi ile karşı karşıya kaldı.
 

***
 

Erdoğan ve arkadaşlarını kurtaracak bir güç de kalmadı. Sadece istihbaratın yönetimini elde tutmak, iktidar için yeterli değildir. Polisin ve yargının birlikte oluşturduğu güç, paralel devlet değil, devletin ta kendisidir. Yani 12 Eylül 2010 referandumu ile devletin halısı, Tayyip Erdoğan’ın altından çekilmiştir. Dayanağı olan AKP grubunda, “Filan il seninle gurur duyuyor” diye slogan attırmasının sebebi de bu fark ediştir... İş adamları, yurt dışı gezilere katılmamak için hastanelere yatıyor; Erdoğan’a suikast olur da biz de onunla birlikte gideriz diye... Erdoğan, yüreğiyle bu badireden de çıkabilir ama “Türk milleti”ni arkasına alabilirse!