Harbiye - Mülkiye - Nûriye!..

Osmanlı Devletinde, "sanayileşen batı"ya açılan ilk kurum "ordu"dur.

1683'ten sonra başta Avusturya ve Rusya olmak üzere Avrupa devletleri karşısında  yenilgi  haberleri gelmeye başlamıştı. O yıllarda İngiltere ve Fransa henüz "levant"a sokulamamıştı.

Düz mantığa göre "ordunun ıslah edilmesiyleaskeri   yenilgiler , zafere dönüşecekti!

Bu düz mantığın bugünkü sonucu, psiko-motor davranışları en fazla gelişmiş Türk çocuklarının büyüdüklerinde "savaş pilotu" olabilmeleridir.

Memleket daha iyi yönetilseydi astronot da olabilirlerdi.

Türkiye'de ilk bilgisayar Deniz Kuvvetlerinde kullanıldı. 1974'te F-4 Phantomlar, hiç kayıp vermeden Kıbrıs'taki askeri hedefleri havadan vururken, Türkiye'deki sivil teknoloji kullanımı, 56 beygirlik "Renault 12 TS" seviyesindeydi. Bugün de kullanabildiğimiz en ileri teknoloji, yerdeki nokta hedefleri, gece görüşüyle vurabilen "askeri teknoloji"dir.

Yine tarihimizde "batı medeniyetini" ucundan yakalayan ilk sivil kurum "Mülkiye"dir. 1868'de açılan "Mekteb-i Şahane"de Fransızca öğrenen Türk gençleri, 1820'lerde bu işe başlayan Musevi, Ermeni, Rum ve Bulgar gençleri karşısında milli bir denge kurmak üzere Avrupa'yı öğrenmeye başladılar. Mekteb-i Mülkiye'nin insan kaynağı, uzun süre Galatasaray Lisesi oldu.

Öyle ki; bu okulda, Fransız İhtilali'nin Eşitlik, Adalet, Kardeşlik, Laiklik ve Hürriyet ilkelerini, Fransızca dil bilgisi kitaplarından bile öğrenebilirdiniz.

İngiliz tipi demokrasiden Fransız tipi demokrasiye yani Cumhuriyete hızlı geçişimizde bu kitapların mühim bir rolü vardır; çünkü Harbiye'nin de yabancı dili Fransızca'ydı.

Türkiye Cumhuriyeti, Harbiye - Mülkiye ikilisinin Avrupa'daki sosyolojik birikimi esas alarak kurduğu devletin adıdır. Bu "yaşanan gerçeklik" karşısında, "İslam birliğini bölmek için Yahudiler kumpas attılar, İngilizler casus saldılar!" gibi maceracı tarih söylemlerinin hiçbir ehemmiyeti yoktur.

Yolunuz yok, telefonunuz yok, bir Alaman şimendifer hattınız var o da Almanya'nın "Drung Nach Osten"ine hizmet amacıyla petrole dönük döşenmiş. Bırakın Yemen'e "gidenin gelmediği"ni, Dersim boğazını bile "desturla" geçiyorsunuz.

Enver Paşa'nın "Turan harekatı" Azerbaycan'la buluştuğunda, Baku Petrollerine teşne Almanların namluları sürpriz bir şekilde bize dönüyor. "Pan-islamist Kanal Harekatı" da "Harbiye ruhu"yla zafere doğru yürürken Alman "ihmali" ve Arap ihanetiyle akim kalıyor.

Türkiye Cumhuriyeti'nin sınırları böylece, asırlar boyunca Türk'ün sırtına saplanan hançerlerle çiziliyor. Bu hançer yaralarını en yakından hissedenler de "Harbiyeli"lerle "Mülkiye"liler…

Mustafa Kemal'in Samsun'a "Harbiye"yle çıkıp, istifa ettikten sonra Erzurum'da yoluna "Mülkiye"yle devam etmesi tesadüf değildir. Kemal Paşa, giyecek sivil elbisesi olmadığı için Erzurum'un "Mülki amiri" Münir Bey'in kıyafetiyle Kongreleri toplamıştı.

Bugün nasıl Kızılay'ın yerine koyacağınız bir "Deniz Feneri Derneği"yle Kızılay çapında namuslu işler yapmanı mümkün değilse, Harbiye-Mülkiye ikilisinin yerine koyacağınız "Nuriye" operasyonlarıyla da memleketi yönetemezsiniz.

AKP ve Nur Cemaati, İngilizlerin atadığı Suudi Krallarıyla mücadele etmek için kurulmuş, Mısır'da ve Suriye'de diktatörlerle mücadele eden İhvan-ı Müslimin hareketinden ilham almış, Minyeli Abdullah travmalarını beyninde hissetmiş olabilir.

Ancak unuttukları beş harflik bir kelime vardır: "TARİH!.."

AKP'liler, devlet sırlarını öğrendikçe, Türkiye Cumhuriyetine karşı kurulan Atlantik ötesi kumpasın taşeronu olarak kullanıldıklarını anlamışlardır.

Çok kısa bir süre içinde cemaatin omuzları da, Peygamber Ocağında Atalntik fırtınası estirmenin ağır vebali altında yavaş yavaş çökecek ve bu maceranın anlamsızlığını daha yakından idrak edeceklerdir. Harbiye-Mülkiye omurgasına dönüş başlamıştır.

Harbiye ve Mülkiye, bize Osmanlı'dan kalan ve hata yapsa da asla "hain üretmeyen" kurumlardır. Peki ya bu "Nuriye" nedir? hocam derseniz...

Nuriye, Siyasi Tarihte gelip geçici bir hevestir.

Kültürde ise "Nuri"nin "müennesi"dir.