Öğrenciliğimden beri Türklerle ilgili kısmının tercüme edilmesini çok istediğim bir kitap vardı: “Mürûcu’z-Zeheb (Altın Bozkırlar)” . Mesûdî’nin kitabı... İlk başlarda üzerinde çalışmayı düşünmüştüm. Akademik saha değişti, gazeteciliği öne çıkardık.
D. Ahsen Batur çok hayırlı bir iş yaptı ve Mesûdî’nin kitabını tercüme etti.
Bu eserin tercüme edilmesini neden çok istiyordum?
Mesûdî Türklere de geniş yer veriyor. Ve başka isimle anmadan aynı kökten gelen grupları “Türk” diye adlandırıyor.
Eseri, ilkin Barbier de Meynard, “Les Prairies d’Or” ( “Altın Bozkırlar” ) “ adıyla 9 cilt hâlinde Fransızcaya tercüme ediyor (1872). Müsteşrikler bu tercümeyi kullanmışlardır. Ancak, Ahsen Batur’un tespitine göre, tercümede çok hata var. Eserin tıpkı baskısı Charles Pellat tarafından 2 cilt hâlinde, 1964’te, Mısır’da yayınlanmıştır. 1965’te de, 5 cildi tahkikli ve tashihli, 2 cildi indeks ve notlar olarak basılmıştır. Bu tür eserler tahkik veya hâşiye edilerek basılmazsa, geçmişten bir hikâye gibi okunabilir. (Tahkik etmek: Araştırmak; hâşiye: izah ve şerh etme; tahşiye, hâşiye yazmanın adıdır. Ta’likat da karşınıza çıkabilir: Yoruma, açıklayıcı eklemelere denir.)
Mesûdî, “ İslâm dünyasının Herodot’u “ diye anılır. Tarihçiler ve coğrafyacılar arasında Herodot’un önemi ne ise, Mesûdî’nin de önemi odur.
Mesûdî (893-956), Bağdat’ta doğdu ve burada tahsil gördü. Horasan, Kuzey Afrika, Mısır, Şam civarı, Hazar bölgesi, Çin, Hindistan ve daha birçok bölgeyi gezmiş ve çok kıymetli bilgiler vermiştir. Ahsen Batur, Mesûdî’nin bu eserini, özet hâlinde, ağırlıklı olarak Türkler ve Türklerle ilişkili bölgeleri anlatan kısımları tercüme etmiştir. Ayrıca, Emevî ve Abbasî dönemleriyle alâkalı anekdotları da tercümeye almıştır ki, bu anekdotlar, o dönemin içtimaî hayatı hakkında, bir kısmının doğruluk derecesi tartışılsa bile, bize bir fikir vermektedir.
Halifeliği kutsayanlar, Osmanlı’ya (yani krallığa) dönmek isteyenler, “ Allah’sız Müslümanlık “ davası güdenler, “ Türk “ü silmeyi kafalarına koyanlar tercümedeki anekdotları okumalıdırlar özellikle. Ne kadar oğlancı, gaddar, müsrif, rüşvetçi halife varmış!
“Halife Mütazıd, çok az merhametli, kan dökmeye çok istekliydi ve öldürdüğü kişiyi seyretmeye bayılırdı (...) Kadınlara ve ihtişamlı binalara çok düşkündü, Süreyya adını verdiği sarayının yapımı için tam 400 bin dinar harcamıştı ve sarayın uzunluğu 3 fersahtı. “ (s. 434).
Bu halifenin sarayı için harcadığı 400 bin dinar, 1 katrilyon 370 milyardan büyük müydü? 3 fersah (3 fersah, 5 km. dolayında) uzunluğundaki sarayın odaları acaba 1150 küsurdan daha mı çoktu? Ya kendisini öldürtmek isteyenler? Onlar da taht iddiasında olan “ paralelciler” olabilir mi?!
(Mürûcü’z-Zeheb (Altın Bozkırlar), 3. bs., 2014, Selenge Yay. 0212, 514 45 73).
Kıssadan hisse: Benim hala oğlu Ahmet Aslan (Bursa Yozgatlılar İl Dernek Başkanı) bir mesaj atmış: “ Adalet lambasının söndüğü bir toplumda, mutlu insanlar beklemeyin!”