Muhtarın "Soylu" İti…



     Bunu söylerken:
     a)- Türk kadınının eşsiz "iffet"ine, 
     b)- İslamiyet'in "AİDS karşısındaki ölçülebilen direnişine" 
     c)- Bir ahlaki meziyet sayılmasa da "mahalle baskısı"na güveniyordum.
     Yüksek enflasyonlu kalkınmanın getirdiği ahlak erozyonunun bugün, başta Başbakan Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere en çok AKP'lilerde tezahür etmesinin nedeni, işte bu üçlünün, din odaklı siyasette geçersiz kalmasıdır.
     Birinci faktörün, yani aç kalmış kadının kendisini satmasına engel olan iffetin, siyasetteki karşılığı, "siyasi etik"tir."
     Amaca ulaşmak için her yolu mubah sayan "devrim"in ise kendine göre esnek bir etiği vardır. Mesela, bir ülkedeki Yasama Yürütme Yargı gibi murakabe güçleriyle, siyasi partiler ve medya gibi muhalif güçleri geçirmeye çalışıyorsanız, küçük partileri, gazete satın alır gibi kapatarak yol almanız mümkündür.
     Elinde bol miktarda kamu sermayesi olan AKP'nin lider vasıflı küçük siyasi rakipleri susturmak için Erkan Mumcu, Ertuğrul Günay gibi stratejik transferleri olmuştu. Onlardan makam mansıp ve menfaat karşılığında belli hizmetler alındı. Her ikisinin de yeterliliği tartışmalı olduğu halde "bakan" yapılması transferlerin bir "pazarlık ve satış" sonucunda gerçekleştiğinin karinesidir.
     Eski Has Parti ve Demokrat Parti Genel Başkanlarının transferlerinde de benzer bir "üstübü" politikası geçerli oldu. Yağlı-kirli, gürültülü küçük muhalefeti, aynı cinsten bir üstübüyle tuttuğunuz zaman eliniz kirlenmeden operasyonu tamamlayabiliyordunuz.
     Yani parti genel başkanlığına yükselmiş bir adam, 2008'de söylediği şu sözleri artık söylemeyecek:
"Krize karşı hiçbir şey yapılmamıştır. İki şey yapılmıştır, vergi ve kara para. Kara para gelip aklanacak? Nedir o kara para? Kimindir?" (Süleyman Soylu, 2008 DP Kurultayı) 
     Her şeyin kâğıt ve rakam olarak görüldüğü, tek tuşla alınıp satıldığı İMKB'de, borsa simsarlığı üzerinden siyasete girmiş bir yeteneksizin partisini sermaye yapmaması ve beş yıl önceki sözlerini satmaması için hiçbir sebep yoktur. Bu ahlaksızlıkta kabahatin büyüğü, insanlara "ruhunu satarak yükselme" yolunu açan AKP genel başkanına aittir.
     Mumcu, Günay ve nihayet Numan Kurtulmuş ve Süleyman Soylu örnekleri, AKP tarafından 70'lerdeki gibi gizli bir "siyasetçi borsası" kurulduğunu gösteriyor. 
     Komşu ülke kralının hediyesi cins bir av köpeği gibi "kafes-i hümayun"a alınan bu şahıslar, ajitasyon ve demagoji kralı yeni efendilerine ne kadar uyumlu ve gayretkeş olabilirlerse o kadar iyi beslenecekleri güdüsüyle harekete geçiyorlar. 
     Sonra da havlıyorlar, havlıyorlar… havlıyorlar!..
     BDP'li erkekleşmiş kadın siyasetçilerin aksine AKP'nin kadınlarında Erdoğan'ın hoşuna gidecek ahlaksız bir saldırganlığın görülmemesinde gerçekten de kadınımızdaki "iffet" duygusu etkilidir. Kadın, satılmanın fuhuşla aynı anlama geldiğini bilmektedir; ancak siyasi köpekleşmenin mihveri olan erkeğin böyle bir içgüdüsü yoktur. 
     O yüzden siyasi köpek pazarlarından daha ziyade erkek köpek sesi gelmektedir.
     AIDS'i önlemede bile başarılı olan "ikinci faktör" yani İslam da bu ahlaksızlığı önleyemiyor; çünkü AKP'de her şey zaten "din iman adına" yapılıyor. Dinin siyasete alet edilmesinin en büyük ve sinsi zararı belki de bu… 
     Her türlü üç kağıt, hırsızlık, yolsuzluk, başarısızlık ve ahlaksızlık, "Hamdolsun, Allah Kerim, Cenab-Allah…" gibi sihirli kelimelerin arkasına gizlenebiliyor.
     Yüksek enflasyonlu kalkınma döneminde fuhşun yükselmesini önleyen üçüncü faktör olan "mahalle baskısı" da burada pek geçerli değil. Çünkü mahalle baskısı, mahallenin "garibanları" için geçerlidir.
     Bırakın mahalle baskısını, mahallenin yazlık sinemasında gece gündüz oynatılan "mahalledeki hırsızlık" filmlerini bile "rahatım bozulmasın" diye görmemezlikten gelen bir mahallenin baskısı filan olmaz. Bu manada sosyolojik baskı kalitesi bakımından "mahalle" artık bir "sulukule"dir.
     Muhtarın "soylu iti"nin "kara para"dan başlayarak her türlü rezilliğin yaşandığı mahalleye kimseyi yaklaştırmamak için arada bir havlaması bundandır.