Bugün size bir hikâye anlatacağım. Kurgu veya hayal değil gerçeğin ta kendisi… Muhsin Altun’un kitabından öğrendim, siz de bilin istedim. 1965’te Endonezya bir darbe girişimine sahne oldu. Darbeciler 6 generali öldürdü. Suharto aynı günün akşamı tek kurşun atmadan darbeyi bastırdı. Darbeyle ilişkili ve iltisaklı gördüğü kişilere savaş açtı, “Köklerini kazıyacağız” dedi. Ensar adlı dini gruplar devletin verdiği listeye bakarak 6 ay içinde 1 milyonu aşkın kişiyi katletti. 1,5 milyon kişiyse hapse kondu…
The Turkish Post) – H. AGAH KALENDER
Öldürmenin veya zulmün ‘dindarcası’ yerine ‘Müslümancası’ da diyebilirsiniz. Failler arasında Hristiyanlar bulunsa da çoğunluk Müslüman…
Olayı ilk kez Karar’daki bir yazıdan öğrendim. Uzun bir makaleydi. Okudukça dehşet içinde kaldım.
Yazının altındaki imza Muhsin Altun’a aitti. Yakından tanıdığım biri değil. İsmine yalnızca gazetedeki yazılarından aşinayım.
Sonra makalenin sadece olayın özeti olduğunu Endonezya’da yaşananları en ince detayına kadar anlattığı bir kitap kaleme aldığını fark ettim. Kitabın adı ‘Dindarca Öldürmek’. Kitabın kapağında “Bir milyon ‘kızıl Müslüman’ nasıl katledildi” diye soruyor ve cevabını sayfalar dolusu bilgi ve belgeyle ikna edici şekilde veriyor.
“Sabahı olmayan uzun gecemde” kitabı kısa sürede edindim. Ve elimden bırakamadım. Okudum, okuttum, özellikle siyasilere okumalarını önerdim. Mücbir sebeplerden dolayı Ankara’ya kadar elim uzanmadığından, bir milletvekiliyle, bir parti liderine bile gönderdim. Onun da okuduğunu sanıyorum.
Meğer, 1960’lı yılların ortasında yaşanan olaylardan ne kadar habersizmişiz.
O güne kadar ne gazetelerde ne kitaplarda rastladım. Bu kadar büyük katliamdan habersiz olduğum için kendimi kınadım. Kamboçya’da yaşananları filmlerden, “ölüm tarlalarından” ve makalelerden öğrendim de Müslüman bir coğrafyada gerçekleşen ve kurbanların sayısı milyonla ifade edilen katliamdan nasıl haberim olmadı?
“Ben” diye soruyorum ama bunu “biz” ve Türkiye’deki Müslümanlar olarak anlayabilirsiniz. Hadi daraltmayalım yelpazeyi daha geniş tutalım, sadece kendini dindar olarak tanımlayanlar da değil, sağı ve soluyla Türk insanı Endonezya’nın acısını neden duymadı? Gazeteciler, yazarlar, aydınlar Endonezya’ya neden sağır ve kör kaldı?
Katliamın sorumlularından Suharto’yu bir Müslüman lider olarak sempatik bulduğum yıllara acıdım. 90’lı yıllarda ‘başbakan’ koltuğuna oturan Necmettin Erbakan’ın ‘D-8’ projesinde hemen yanı başında oturuyordu Suharto. Kendisine sempatiyle bakmamın nedenlerinden biri Erbakan’ın bu kefaletiydi.
Türkiye neden habersiz kaldı?” diye sordum ama duyanlar varmış. Ama meseleye farklı açıdan bakmışlar.
Bilgi eksikliğinden midir yoksa yanlış yerde durduğundan mıdır bilmiyorum. Mehmet Şevket Eygi bir kitapçık yazmış. Bugün Gazetesi neşriyatı olarak yayınlanmış.
Eygi’nin kitabının adı “Müslüman Endonezya milleti kızılları nasıl temizledi?” Eygi’nin kanlı 1 Mayıs’ın tahrikçilerinden olduğunu da unutmamak lazım. Endonezya’daki olaya bakışı da fazla ideolojik ve çarpık…
Acaba katliamın ayrıntılarını bilseydi yine bu kitabı yazar mıydı?
Sanmıyorum, Allah’a ve ahiret gününe inanan hiç kimse bu katliamı kutsayamaz.
Hiçbir kalp bu kadar merhametsiz, hiçbir yürek bu kadar acımasız olamaz. Eygi bile… “İhtimal ki, olayı tek yönlü ve eksik bilgilerle öğrenmiş” diye rahmetli hakkında hüsn-ü zanda bulunmak istiyorum.
Kitaba geçmeden önce internet ortamında kolay ulaşacağınız film ve belgeseller bulunduğunu hatırlatayım. 2012 tarihli “Öldürme Eylemi” adlı belgesel öne çıkanlardan biri. Katliamların izini süren yapım… Yönetmen Joshua Oppenheimer adını vermediği Endonezyalı bir meslektaşıyla birlikte gerçekleştirdiği belgeselde kamerasını cuntanın uzantısı tetikçilere yönelterek dünya tarihinin eşine kaydetmediği vahşetin ayrıntılarını bütün çıplaklığıyla ortaya koymuş.
Tahmin edileceği gibi belgesel Endonezya’da yasak… Kim utancıyla, suçuyla yüzleşmek ve hesaplaşmak ister ki… Başka filmler var. Antropolog Robert Lemelson’un yönettiği “Sessizliğin 40 Yılı” bunlardan biri. 2009 yılında Amerika’da gösterime girdi. 2014 yapımı “Sessizliğin Bakışı” bir başka filmi.
* 2012 tarihli “Öldürme Eylemi” adlı belgesel, katliamların izini süren yapımlardan biri.
İnsanın içini acıtan bu belgeseli, ‘Dindarca Öldürmek’ kitabını okuduktan sonra izlemenizi öneririm.
Asya kıtasında Pasifik ve Hint okyanusları arasında yer alan Endonezya dünyanın en kalabalık nüfusuna sahip ülkelerden biri. Bir ada ülkesi… 17 binden fazla küçük kara parçacıklarından oluşuyor. Bu adaların en büyükleri Sumatra ve Cava. Turistik belde Bali Endonezya’ya bağlı… Evet, coğrafya olarak bize epey uzak. Gönül coğrafyamızda da yok.
Bu uzun girişinden sonra hikâyeye başlayabiliriz. Hikâye dedimse kurgu ve hayal değil. Gerçeğin ta kendisi. 60 yıl önce yaşanan ama acısı hâlâ dinmeyen trajediyi ufak tefek dokunuşlar yaparak Muhsin Altun’un kitabından özetlemeye çalışacağım.
1 Ekim 1965 sabahı… Endonezya’nın başkenti Jakarta gün ağardıktan sonra bir grup subayın başlattığı bir darbe girişimine sahne oldu. Kendilerini “30 Eylül Hareketi” olarak tanıtan darbeciler ordunun üst kademesinden 6 generali kaçırıp öldürdü. Çevresini askerlerin sardığı radyo binasında spikere zorla okuttukları bildiride, ülkenin kurucu lideri Sukarno’yu antikomünist generallerin darbesinden korumak üzere harekete geçtiklerini duyurdular.
* Suharto ve eşi askeri tabanca atış talimi yaparken oğulları Tommy kulaklarını kapatıyor.
Sukarno, ortalıkta görünmedi. Geride kalan komutanların en kıdemlisi olan Stratejik Rezerv Komutanı Suharto, komutayı ele aldı, aynı günün akşamı tek kurşun atmadan darbe girişimini bastırdı. Darbecilerin karargâh olarak kullandığı hava üssünde bulunan iki sivilin itirafları üzerine ordu darbe girişiminin arkasında Endonezya Komünist Partisi’nin olduğunu açıkladı. Radyodan ulusa seslenen Suharto konuşmasını “Hepsinin kökleri kazınacak” diye bitirdi.
Ardından büyük bir katliam ve kıyım başladı. “Ensar” adı altında örgütlenen dindar çete ve gruplar Ekim 1965 ile Mart 1966 arasındaki 6 ay içinde bir milyonu aşkın insanı “komünist oldukları ve darbe girişimine katıldıkları” suçlamasıyla öldürdü. Ordunun imkanları kısıtlı olduğu için Suharto rejimi çareyi Müslüman dindarları komünist diye yaftaladıkları gruplara karşı seferber etmekte buldu.
Dindar örgütler ve ülke çapında tanınmış hocalar komünistlerin kafir, ateist ve sapkın inanca sahip oldukları ve onları öldürmenin sevap ve ibadet sayılacağı yönünde fetva verdi.
Ensar milisleri, yatılı medreselerden ve din okullarından toplanan öğrenciler ordunun dağıttığı listelere göre geleneksel silahlarla – balta, kılıç, bıçak, bambu mızrağı – vahşi ve kanlı infazlar gerçekleştirdi.
Katledilen 1 milyonu aşkın kişi toplumun en alt gelir düzeyinde bulunan topraksız ve yoksul köylüler, öğretmenler, küçük memurlar, sanatçılar, öğrenciler ve az sayıda Komünist Partisi kadrolarından oluştu. Kurbanlar İslam’ın Sünni yorumuna göre yeterince dindar olmamakla suçlandılar. Ve onlara kızıllar anlamına gelen ‘abargan’ dendi. Katillere dindar-muhafazakâr manasında ‘Santri’ adı verildi.
* Kurbanlar İslam’ın Sünni yorumuna göre yeterince dindar olmamakla suçlandılar. Ve onlara kızıllar anlamına gelen ‘abargan’ dendi. Katillere dindar-muhafazakâr manasında ‘Santri’ adı verildi.
Santrilerin hedefinde erkeklerden çok kadınlar yer aldı. Sevap kazanmayı umarak kadınları öldürmeden önce defalarca tecavüz ettiler, karınlarındaki ve kucaklarındaki bebekleri bile öldürdüler, akla hayale gelmedik işkenceler yaptılar. Yıllar sonra araştırmacılar ve gazetecilerin sorularına muhatap olduklarındaysa yaptıklarını gururla anlattılar.
Katliamın ve kıyımın faillerinden hiçbiri mahkeme önüne çıkarılmadı. Aksine Suharto yönetimi mevzuatı ‘cezasızlık’ yönünde değiştirdi ve kanunlar çıkarttı. Katillerin işledikleri suçlar yanlarına kâr kaldı.
Sadece katliamla sınırlı kalmadı. Komünist partiyle bağlantılı ve iltisaklı olduğu değerlendirilen bir buçuk milyon kişi tutuklandı ve cezaevine ya da toplama kamplarına gönderildi.
Sadece Java adası 34 bin ‘B Grubu’ tutukluya ev sahipliği yaptı. B Grubu, Komünist Parti’ye ve yan kuruluşlarına üye olan ancak darbe girişimine katıldıklarına dair kanıt bulunamadığı için mahkemeye çıkarılmayan fakat tahliyeleri sakıncalı bulunan kişilerden oluştu.
Partiye ve ilişkili kuruluşlara ait kreş, okul ve üniversiteler kapatıldı, mal varlıklarına Suharto yönetimi tarafından el kondu, bazıları İslami kuruluşlara devredildi.
* Sadece katliamla sınırlı kalmadı. Komünist partiyle bağlantılı ve iltisaklı olduğu değerlendirilen bir buçuk milyon kişi tutuklandı ve cezaevine ya da toplama kamplarına gönderildi.
Cezaevlerini doldurmanın maliyeti Suharto yönetimin farklı arayışlara yöneltti. Bir resmi heyet Jakarta’nın çok uzağında 2 bin 700 kilometre kuzeydoğusundaki ‘Buru’ adasının bir komünist kolonisine dönüştürülmesini önerdi. Burası, kaçışı doğal olarak engelleyen sık ormanları ve yaşamı sürdürmeye yetecek kaynakların varlığından dolayı uygun göründü.
Ve Buru adası, B Grubu komünistler için ‘Rehabilitasyon Teşkil Merkezi’ olarak belirlendi. Projenin sorumlusu Adalet Bakanı Sugih Arto’ya göre dört duvar arasında olmaktansa bir adada zorunlu ikamet etmek “daha insani” sayılırdı. 1969’da ilk kafile denize açıldı, üç yıl içinde adaya nakledilen tutuklu sayısı 10 bini aştı. Buru’nın adı ‘Kızıl Ada’ oldu.
* On binlerce kişi, Endonezya’nın Buru adasında esir tutuldu.
Tutuklular kendi inşa ettikleri her biri 50 kişilik barakalarda kaldı. Yaşam koşullarının ağır olduğu adada çok sayıda tutuklu yetersiz beslenme, verem, sıtma, aşırı çalışma ve işkenceden dolayı hayatını kaybetti. Büyük bölümü de kasıtlı ihmalin kurbanı oldu. İnsan hakları örgütlerinden ve Carter yönetimindeki Amerika’dan yükselen çağrılar sonucu B Grubu tutukluların çoğu tahliye edildi.
Tahliyeden önce tutuklulara komünist ideolojiyi yaymayı amaçlayan faaliyetlerde bulunmayacaklarına ve devlet aleyhine dava açmayacaklarına dair bir ‘taahhütname’ imzalatıldı. Adadan son tahliye edilen taahhütnameyi imzalamayı reddeden ünlü yazar Pramudya Ananta Tur oldu. İktidarların hazzetmediği Pramudya ömrünün yaklaşık 17 yılında cezaevinde, 13 yılını ise ev hapsinde geçirdi.
* Yazar Pramudya Ananta Tur, ömrünün yaklaşık 17 yılında cezaevinde, 13 yılını ise ev hapsinde geçirdi.
Darbe girişiminin ardından Pramudya’nın evi Ensar çeteleri tarafından basılıp yağmalandı. Kitapları ve notları yakıldı. 5 yıl Jakarta’da hapis yattıktan sonra ilk kafileyle Buru’ya nakledildi. Ve burada tam 10 yıl kaldı. Bir askerin dipçikle vurduğu sağ kulağı işitme duyusunu yitirdi, sol kulağı ise kısmen duyuyordu. Dönemin Adalet Bakanı’na yazar Pramudya’nın durumu sorulduğunda dalga geçer gibi “Yazmasına izin verdik ama kalemi ve kâğıdı yok” dedi.
Pramudya, uluslararası baskılar sonucu angaryadan kurtuldu ve bir daktilo verildi. “Buru Dörtlüsü” kitabını burada yazdı. Tutuklu arkadaşlarının anlattıklarını gizlice not etti, dört hikâyeye dönüştürdü ve kadın akrabalarının gizli ceplerinde dışarıya çıkarttı. Adada yaşadıklarını ise “Dilsizin Sessiz Şarkısı” adlı kitapta anlattı.
* Endonezya askerleri, 1965’teki başarısız Komünist darbenin ardından öğrencileri Başkanlık Sarayı’ndan uzak tutmaya çalışıyor
Bir gazeteci Suharto’ya 1972 yılında Pramudya’nın 30 Eylül hareketiyle ilgisi olup olmadığını sordu. Suharto gülerek “Hayır” dedi: “Komünistlere yakın biri olarak eğer darbe başarılı olsaydı, onun gibi insanlar darbeyi kutsayacaktı.”
Pramudya darbe girişimini son kitabı Sürgün’de şöyle değerlendirdi: “Olan şudur. Ordu ve Suharto darbeyi başlattı ve ardından başkalarını darbecilikle suçlayarak iki milyon insanı öldürdüler. Anlıyor musunuz? Kendileri yaptıkları bir şeyin intikamı için iki milyon insanı öldürdüler.”
Endonezya’yı 32 yıl demir yumrukla yöneten Suharto 1998 yılında ülkede yaşanan karışıklıklardan dolayı istifa etmek zorunda kaldı. Arkasında kanlı bir enkaz bıraktı. Suharto’nun çekilmesinden sonra sahada ve arşivlerde araştırmalar başladı. Görgü tanıkları ve faillerle görüşmeler yapıldı. Katliamdan sağ ve yaralı kurtulanlar korku içindeydi. Çok azı yaşadıklarını takma adlarla anlatmaya rıza gösterdi. Öfke ve nefretin boyutu dehşet vericiydi. Komünistler ise bu süreçte “özeleştiri” kapsamında birbirlerini suçladı.
Pramudya ve arkadaşları 1999’da “1965 Kurbanlarını Araştırma Vakfı’nı kurdu. Vakfın kuruluşu dindar Müslümanların sert tepkisiyle karşılaştı. Pankartlarla yürüyüşler, gösteriler yaptılar. 17 yıl tutuklu kalan Komünist Partisi’nin kadın liderlerinden İbu Sulami’nin evi ateşe verildi. Vakfın ilk hedefi toplu mezarları ortaya çıkarmak oldu. Sulami 2000 yılında Orta Java’da toplu mezarın bulunmasını sağladı. İskeletlerin cenaze törenleri Müslüman gruplar tarafından basıldı.
Kurbanlar “mezarsız ölüler” olarak tarihe geçti.
Uzun tutukluluk sürelerinin ardından tahliye olanların çocuklarını ve torunlarını da kapsayan medeni ve siyasi kısıtlamalara tabi tutuldu. Değil yurtdışına bulundukları köyün ya da kentin dışına çıkmaları bile yasaklandı. Her birinin kimlik kartına ET – eski siyasi tutuklu – damgası vuruldu.
Ve sakıncalı ve cüzzamlı biri gibi ağır şartlar altında yaşamlarını sürdürmek zorunda kaldı.
İstifasının ardından 10 yıl daha yaşayan Suharto 2008’de hayatını kaybetti. Ne yargılandı ne de itibar kaybına uğradı. Bugün görkemli türbesinin ziyaretçisi eksik değil. Katiller birer kahraman haline gelirken kurbanlar sessizliğe gömüldü. Endonezya’yı “Korku Takımadaları” olarak adlandıran gazeteci Andre Vltchek “Gerçeği analiz etmeye olan isteksizlik ve yetersizlik kendini kandırmaya, çekilen acılar utanca, işlenen suçlar onura dönüşür” tespitini yaptı.
Suharto sonrası yönetim yumuşamış görünse de “komünist tehdidi” söylemi, üzerinden 60 yıl geçmiş olmasına rağmen kalıcı hale gelmiş ve hâlâ siyasi arenada iş yapmakta. Bugün özel ortamlarda bile aileler 1965’te duyup gördüklerini yakınlarıyla konuşmaktan, tartışmaktan kaçınmakta. Heryanto, Endonezya toplumunun kıyımlar karşısındaki tepkisizliğini “yüksek itaatkarlık” olarak tanımladı.
* TIME DERGİSİ Temmuz 1966 sayısında Endonezya’da komünistlerin bastırılmasını “Batı’nın Asya’da yıllardır verdiği en iyi haber” olarak nitelendirdi ve Suharto rejimini övdü.
2016’da Uluslararası Halk Mahkemesi adlı kuruluş Endonezya’da yaşananların “İnsanlığa Karşı İşlenen Suçlar” kapsamında bulunduğuna ve bundan devletin sorumlu olduğuna karar verdi. Devlet kararı tepkiyle karşıladı. En sert itiraz Müslüman örgütlerden geldi. Habip Muhammed “
Kurbanlardan özür dileyen bir başkanı deviririz, gerekirse şiddet kullanarak” dedi.
Muhsin Altun’un “Dindarca Öldürmek” kitabından özetlediğim hikâye bu. Vahşetin boyutunu ve ayrıntıları öğrenmek isteyen kitaba müracaat edebilir.
Endonezya örneğinden çıkarılacak dersler yok mu? Elbette var. Önce ‘gerçeği öğrenmek’ sonra zalimle mazlumu ayırt etmek ve ona göre bir duruş sergilemek…
Biz daha ‘gerçeği öğrenmek’ faslındayız. Suharto’nun gülümseyen sempatik yüzünün altında meğer ne büyük kıyımlar ve katliamlar saklıymış.
15 Temmuzuda bu gerçeğin ışıkları altında bakmak ve ona göre değerlendirmek…
* Eski diktatör Suharto’nun en küçük oğlu Tommy Suharto, Ağustos 2007’de milyonlarca dolarlık bir zimmete para geçirme davasında şüpheli olarak sorgulanmak üzere Cakarta’daki başsavcılığa geldiğinde gazetecilere konuşuyor. Çiftçilere gitmesi gereken devlet fonlarını almakla suçlanıyordu.