Küreselleşen dünya giderek bireyleri, aile ve büyük toplumun ortak alanından ayırarak bencil değerlere indirgeyen sanal bir yaşantıyı dayatmaktadır. Giderek görselliğin egemen olduğu bu gösteri toplumu her yanı sarmaktadır. Elektronik vasıtasıyla gösteri haline gelen bireysel histeri her yanı kuşatmıştır. Aile elektronikleşerek sarsılmış, toplum sanallaşarak banallaşmış ve değerler işlevlerini kaybetmiştir.
Her şeyin iç içe geçtiği, sınırların ortadan kalktığı gösteri toplumunda geleneksel değerler işlevini kaybetmiştir. “Modern dünyada her şey hayli kesin çizgilerle görünmüşse de postmodern dünyanın zirvesinde birçok şey hayli bulanık” hale gelmiştir.
Böyle bir ortamda da iyi ile kötünün, helal ile haramın ya da ahlaki olanla olmayanın karıştırılması son derece doğaldır.
Modern dünyada daha etkin olan normlar, insanların ne yapması ya da yapmaması gerektiğini belirleyen kesin çizgileri ortaya koyuyordu. Bireyselleşmiş dünyada ise hiçbir şeyin tanımı ve sınırı yoktur. Her şey konjonktüre bağlı olarak bir bireyin keyfine bağlı hale gelmiştir. Normların geçerliliğini ve yaptırım gücünü yitirmesi, değer ve normların hiyerarşisinin bozulması ve değer ile ilgili bir kargaşanın topluma egemen olması gibi bir durumla insanları karşı karşıya getirmiştir.
Başka bir anlatımla, kurallar geçerliliğini yitirmiş ve herkes tarafından benimsenecek yeni kurallar da yaratılamamıştır. Belirsizlik her yanı sarmış, bireyleri toplumun bütününe bağlayan bağlar bir bir kopmuştur. Herkes sanal alanda kendisi için, kendisi tarafından ve kendisine göre bir dünya inşa etmeye koyulmuştur. Kısacası küresel dünya, herkesi kucaklayan değerlerden yoksun bir dünyadır. Yaşananlar insanın geleneksel olarak yaşamına, topluma ve dünyadaki yerine daha geniş bir anlam yükleyen, genel kabul görmüş, tüm simgeleri yok etmiştir.
Bu dünyada ortak anlamı aramak diye de kimsenin bir sorunu yoktur. Bireylere, kendilerini özdeşleştirebileceği küçük gruplar, onların değerleri ve simgeleri yeterli gelmektedir. Bütünden ayrılmak, parçada birleşmek temel davranış biçimidir. İşin daha da tehlikeli yanı; toplumsal yaşamın parçalanmasının adının özgürleşme olarak nitelenir olmasıdır.
Aslında bireyler, normlarını, içinde yaşadıkları toplumun bütününden çok, yakın ilişki içinde oldukları aidiyet ve referans gruplarından sağlarlar. Bu aidiyet ve referans grupları vasıtasıyla bireyler ortak (milli) kültürle ve toplumun bütünüyle bağlantılarını kurarlar. Son yıllarda aidiyet ve referans gruplarında da ciddi bir işlevsizlik söz konusu olmuştur.
Gelişen kitle toplumu ve kültürü, bireyi milli kültürün ortak paydasından uzaklaştırarak yüz yüze ilişkilerin egemen olduğu küçük birincil gruplara hapsetmektedir. Kitle iletişim araçları da süreç içerisinde normlaşan simge ve stereo değerleri yayarak, milli kültürle bağları koparmış ve kitle içinde kaybolmuş bireylerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. İletişim araçları ise görüntüleştirilmiş normları devreye sokarak, toplumca benimsendiğini düşündükleri davranış biçimlerini pazarlamaktadır.
Bu durum da hangi normu izleyeceklerini bilemez hale gelen bireylerin, sosyal yönden bütünleşmelerini giderek imkânsızlaştırmıştır.
Ian Craib, ‘Hayal Kırıklığı’ adlı çalışmasında şunları söyler;
“Kendimizi belirli bir gruba, o grubun simgelerine, inançlarına ve kuramlarına ne kadar adarsak, diğer gruplardan o kadar ayrılır, dünyanın sadece bir parçası olduğumuzun, kendi amacımızın diğer herkesin amacı olamayacağının o kadar çok farkına varırız.” Bu da herhalde az bir kazanç değildir!