Sevgili Okurlar,
Bir ülkenin esir düşmesi için önce tarihi elinden alınır. Sonra dili ve kültürü yozlaştırılır. Bu arada ekonomisi ele geçirilir. En sonunda silahlı işgal başlar ki bu işgalin en kolay safhasıdır. Türk Milleti tepelerdeki yönetenlerin de desteğiyle bu işgalin altındadır ve suda ısıtılan kurbağa misali tatlı tatlı gevşemekte olan bitenin farkına dahi varmamaktadır.
Amerikalı Fransız İngiliz’ler başta Misyonerler arkalarına devletlerinin güçlerini alarak Anadolu’ya adım attıkları 200 yıl önce başlattıkları dilden millet ve o millete ait bir tarih oluşturma gayretleri bu gün tarih uyduruculuğunun zaferiyle neticelenmiş Selahaddin Eyyubi Kürt sayılmaya başlanmış, Tarihte Mezopotamya ile hiç bir ilgi ve alakası bulunmayan Kürtler, bu gün kendisini Türkçü olarak kabul eden arkadaşlarımız tarafından bile “Mezopotamya” ile ilişkilendirilen sözcükler ile anılmaya başlanmışlardır. Nitekim bazı yorumlarda,Habertürk'deki Tarihin Arka Odası programında mesnetsiz bir şekilde "Selahaddin Eyyubiden Kürt ve Arap olarak bahsedilmesi"nin ve Kürtçülerin iddialı bir şekilde aynı yalanı söylemeye devam etmesi arkadaşlarımızı da etkilemiş, Bu arada sözde ülkücü AKP'liler tarafından "Kürt Kahramanı Selahaddin Eyyubi" şeklinde paylaşım yapanlar bile olmuştur.
Değerli arkadaşlarım,
Zaman zaman anlattığımız gibi Mezopotamya’da kurulan onlarca Kavim devlet Türk devletidir. O Devletleri Kürtlerle ilişkilendirmek Kürtlerin ön ata uyduruculuğuna hak kazandırmak dolayısıyla topraklarımız üzerindeki tarihsel haklarını kabul etmek demektir.
Sevgili Okurlar,
Bu gün tarihimiz üzerinden haklılık iddia edenler önce ortak yönetim daha sonra vatan toprağından pay istemektedirler. Bizim olana sahip çıkmazsak bunun sonucu akacak Türk kanıdır. Evlatlarımızın torunlarımızın gözyaşıdır.
Batı”nın planlarının gerçekleşmesi Türklerin Anadolu’dan atılmasıdır. Peçenekler, Uzlar, Kıpçaklar, Hazarlar Safeviler gibi büyük Kavim Devlet ve Devletler gibi tarih sahnesinden çekilmesidir. Milli varlığımızı korumak için çok yönlü çalışmak ve çok yönlü milli şuur sahibi olmamız gereklidir. Bunlardan birisi de tarih şuurudur.
Kürtler 1480'lerde hazar kıyılarından, Anadolu’ya göç etmiş 3.000 civarında Türk ve İranın muhtelif bölgelerinden değişik zamanlarda Hazar kıyılarına göç etmiş Türk ağırlıklı unsurların karışımında oluşmuş küçük bir topluluktur.
Göç dönemleri Yavuz’un Şah İsmail ve Anadolu’daki Türkmenler ile çatıştığı dönemlere denk gelmiş, Osmanlılar lehçelerindeki farklılık sebebiyle bu küçük topluluktan istifade yollarını seçmiş ve Türkmen Yurdu olan Güneydoğu da Kürt köyleri kurarak ve bu köylerde Anadolu’dan zorla göç ettirdikleri Türkmenleri Kürtçe öğrenmeye zorlayarak Safevilerle arada bir duvar oluşturmak aynı zamanda Türkmenlerin parçalanmasını sağlamak istemişlerdir.
Kürtler Osmanlı'nın kasıtlı politikaları ile kurulan Kürt köylerinde Türklerin Kürtleştirilmesiyle çoğalmıştır.Osmanlı defterleri ortadadır. İnanmayan Anadolu’nun hangi soy ve boyundan geldiğini buradan inceleyebilir.
Değerli Arkadaşlarım,
Son buzul Çağından bu yana 15.000 yıllık tarihte tüm medeniyetlerin kurucusu olan(1) Büyük Türk Milleti, Hun ve Göktürk İmparatorluğunun kurucusu olduğu gibi Oğuz Yabgu Devletinin ve Büyük Oğuz göçü ile kurulmuş Selçuklu ve Osmanlı İmparatorluklarının da kurucularıdır.
Osmanlı’nın Kurucu millet olan Türklere yaptığı bu ihanet 19.yy’dan itibaren Doğu ve Güneydoğu’daki Misyoner faaliyetlerinin artmasıyla Kürtleşme ve devlete karşı yeni bir kimlik oluşturma ve devlete başkaldırma aşamasına gelmiştir.
Bu günde Kürtlere tarih uydurulmasının sebebi Anadolu topraklarında hak elde etmelerini ve ülkenin bölünmesini sağlamak içindir. Halen Osmanlı’nın Kürtleştirme politikası devam etmekte Kürtçe konuşan köylere, kurmanci ve Zazaca konuşan oymaklar zorlanarak yerleştirilmektedir. Bu durum günümüzde siyasi Kürtçülüğün ekmeğine yağ sürmek suretiyle “Türkmenlerin Kürtleşmesi” olgusunu güçlendirmektedir. İsmail Beşikçi bile “Uzun asırlar içerisinde Kürtler tarafından asimile edilmiş Türklerin de varlığındın” söz açmaktadır.
Bu gün kendini Kürt hisseden Kürt’tür. ancak Anadolu’ya göç eden unsurların saf kan başka bir ırk olduklarını bile farz etsek bunun ancak %1-%3’ü Kürt % 4’ü 20.yy’da Kürtleşen Ermeniler % 92-95’i Kürtleşmiş Türk’tür.
Kaldı ki ana menşe kabul edilen %1veya %3’lük Kürt varlığı bile Şerefname yazarı Şeref Han’ın anlatmaya çalıştığı kadar bütünüyle Türk olmasa bile Hazar kıyılarına yerleşmiş Bakiye Türk unsurların bir kısım Acem dediğimiz Türk ağırlıklı İrani unsurların karışmasından oluşmuş küçük bir topluluktur ki Aynı yüzyıllarda İran ön Asya civarlarında bu şekilde yaşayan Yüzlerce küçük topluluk bulunmaktadır. Kürtlerin çoğalması Yavuzdan itibaren, Türkmen Safevi devleti ile Anadolu’daki Türkmenlerin arasına değişik bir topluluk yerleştirme projesi neticesinde Türkmenlerin mecburi iskana tabi tutularak Kürtçe konuşur hale gelmesi sayesindedir.
Sevgili Okurlar,
Nitekim Kürt ön ata uydurucuları bir tek Kürtçe bir kelime bulamadıkları gibi Kürt tarihine ait bir kırık ok bir çanak bir çömlek bile bulamamışlardır.
Kürtler ayrı bir millet değildir. Kendilerine ait bir tarihleri yoktur. Lozan’da ifade edildiği gibi Türklerin içerisinden Türklerin Kürtleşmesiyle çoğalarak büyüyen bir topluluktur. Batı tarihçiliğinin uydurmalarıyla Kürtler hiçbir tarihsel geçmişleri olmadan bir anda tarih sahnesine çıkartılmışlardır. Emperyalizm olmayan bir Kürt ırkı, olmayan bir Kürt dili ve kültürü uydurup bir millet yaratmak istemektedir ki bu son derece cüretli ve bir o kadar da zorlu bir deneme olmaktadır.
Cumhuriyetimizin 1961 yılına kadar geçerli 1924 anayasasının 88 maddesinde “Türkiye Ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibarı ile Türk denilir” denmiştir.
Yine Anayasamızın 66. Maddesine göre “Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür.”
Hiçbir kimseye “Sen Kürtsün”baskısı olmadığı gibi Son 20-25 yıldır İslam maskeli veya Kürtçü maskeli Ermeniler tarafından yapılan propaganda ve oluşturulan imtiyazlarla “Kürt” olmak neredeyse ayrıcalıkla vatandaş olmak haline gelmiştir.
Türkler çok kıt şartlarda yaşamaya çalışırken bile “Allah Devletime milletime zeval vermesin” derken Bir kilo toz bir otoboz(Otobüs)”diyenler sahil şeritlerimize kadar caddelerin sokakların sahibi olmuşlardır.
“Türk” demek bu ülkenin tamamını kapsayan milli kimliğimizdir. “Ne Mutlu Türk’üm diyene” ifadesi bir ayrımcılık değil bizleri bir araya getiren müşterek duygu bütünlüğüdür. Irkçılık değil vatandaşlar arasında eşitlik bulunduğunun en güzel kanıtıdır.
Türkiye de Kürtler azınlık değildir.
Türkiye Üniter yapısı olan bir devlettir. Kuruluş esasları bellidir. Bunun bir tek çivisinin dahi çıkarılmasına kesinlikle müsaade etmeyiz. Kürtler bizimle aynı haklara sahip vatandaşlarımızdır. Bu ülke Türk Yurdudur. Kürt sözünün telaffuz edilmesi bile yanlıştır.
PKK tarafından gündeme getirilen hükümetler tarafından siyasi imtiyaz konusu yapılan Nevruz kutlamalarının kökü Asyatiktir. Türklerin binlerce yıllık geleneklerinin bir kopyasıdır. Siyasi Kürtçülerin kullandıkları Çaputlarda ki “Sarı, kırmızı ve yeşil” renkler bile Türk eserlerinde ve giysilerinde sembolleşmiş renklerdir.
Kürtlere ait ne bir eser ne bir motif ne bir halı ne bir heybe ne bir Yörük çuvalı ne bir cami ne bir çini ne bir üzengi hiç bir şey yoktur. Siyasi Kürtçüler “Bu topraklarda veya başka topraklarda Kürtlere ait bir tek çivi vardır!” Diyemezler. Tarihte, hiçbir zaman Kürt adıyla ne bir kavim, ne de Kürdistan denilen bir toprak parçasına rastlanılmıştır.
Çünkü Kürtlerin tarihi ve geçmişi Türklerin tarihidir. Kürtlerin uydurulan tarihlerine ait gerçek olan hiç bir şey yoktur!
Sevgili okurlar,
Kürtler bir kavim veya bir millet değil Türklerin içerisinde yaşamış bir topluluktur. PKK, HDP veya tüm Siyasi Kürtçülerin Toprak talep etmeye yönelik olarak oluşturduğu tüm iddiaları hem de tamamı bir ham hayalden ve ütopyadan ibarettir.
Türkiye'de Türk'e karşı etnik ırkçılık yapılmaktadır. Devletin kurucusu Türk Milleti etnik unsur bölücülüğüne indirilmek istenmektedir. Asıl mesele budur.
Kürtler “Kürtlere ait olarak” takdim etmek istedikleri şeylerin neredeyse tamamı başka halklara aittir. Nergize Tori’nin “Kürtlerde Sanat” adlı eserinde Hurriler, Mitanniler, Kassitler, Urartular, Mannailer, Medler peşinen Kürt olarak ilan edilmekte, bu topluluklara ait arkeolojik buluntular da Kürt sanatı olarak sunulmaktadır.
M. Ö. VII. Yüzyılda bölgeye hakim olan İskit Türk gruplarının bölge sanatındaki etkisi dikkate alınmadan sıralanan bir takım sanat eserlerinde görülen figür, tamga, yapım tekniği vb. hususlardaki Türk sanatının yazarca bilinmediği için, örnekleri bizzat eserin yazarını yalanlamaktadır. Yazar, Türklerdeki koç motifinin İskitlerce bölgeye getirildiğinden haberi olmadığı için, bunları peşi¬nen Hurrilere, Mitannilere maletmektedir. Kaldı ki Hurrilerin ve Mitannilerin Kürdlerin ataları olduğu konusunda hiçbir delil sunulamamıştır
Sevgili Okurlar,
“Kürtler” isimli kitabın yazarı Nikitin Kürtlerin kökenini kanıtlamaya giriştiği çalışmasında “Demek ki Kürtlerin kökeni çok tartışmalı bir sorundur ve yukarıda özetlediklerimize oranla daha doyurucu sonuçlara varmak için bu konuda daha yoğun çaba gereklidir” sözleriyle yapılan araştırmaların yetersiz ve dayanaksız verilerle yürütüldüğünü itiraf etmektedir.
“Kürtlerin Kökeni” isimli kitabın yazarı İhsan Nuri ise Kürtlerin atası olarak anılan Med’lerle ilgili çarpıcı açıklamalarda bulunmaktadır: “Bu büyük milletin nasıl olup da tarih sahnesinden kaybolduğu, adının unutulmaya terkedildiği Şeyhname’de bile adının geçmeyişi ilginçtir. Bugün Med diye bir aşiret de yoktur.
Acaba tüm Medlerin adlarını yitirmeleri ve özellikle Medistan’ın merkezinde Kürt milletinin ortaya çıkması nasıl olmuştur” İhsan Kürtlerin kökeni veya Medlerin Kürtlerin atası olduğu konusunda hiç bir kayıt veya kaynak ortaya koyamamaktadır. Medlerin tarih sahnesinden çekildiği 2500 yıl içerisinde Kürtlerle bağlantısına dair hiçbir iz yoktur. Ancak Türk olduklarına dair sayısız kanıt vardır.
2500 yıl önce Perslerin yönetimine girerek yeniden şekillenen ve adı kaybolun bir ulustan bir ön ata oluşturmak sanırım olsa olsa komedi olur.
Kaldı ki ilerideki paylaşımlarımızda anlatacağımız şekilde Medler M.Ö. 3000’li yıllardan M.Ö.500’lere kadar tarih sahnesinde olan, İskitler, Sarmatlar, Sakalar, Massegetler, Kimmerler, Alan’lar gibi Büyük bir Türk Kavim devletidir.
Sevgili Okurlar,
Kürtçe bir dil değil Türkçe ağırlıklı bir lehçedir. Dış güçlerin uşakları lehçeden dil dilden millet oluşturulmaya çalışmaktadır. Bu durum Türk milletine ihanettir. Bu ihanete destek olanlar vatan hainidir.
Biz 45 yıldır yoğun bir şekilde tarih anlatıyoruz. Burada bize gerçekleri anlattığımız için Kürt tarih uydurucularınca sürekli uyduruk sözde tarihi kaynaklarla Selahaddin Eyyubi'nin Kürt olduğu anlatılmaya çalışılıyor. Bir kısım Sayisi Kürtçüler tarafından ise sürekli hakaret ediliyor.
Hâlbuki bizim anlattıklarımız sarihtir. Güneşi yalanlarla nasıl boyamak mümkün değilse Selahaddin Eyyubi’nin Türk olduğu gerçeğini değiştirmekte öyle mümkün değildir.
Bu vatan Türk vatanıdır. Bu vatanda ikinci bir kimliğin davasını gütmek Türk milletine karşı etnik ırkçılıktır.
1450'lerden önce Anadolu'da Kürt yoktur. Araplar "Ekrad" sözcülüğünü "kötü huylu, çirkin yüzlü, karanlık hırsız, dağlı eşkiya vd" anlamlarda kullanmıştır. Araplar Türkleri sevmedikleri için Azerbaycan Kafkasya civarına yerleşen bölgeye göç eden bazı Türk boy ve budunlarına bile -Ak Hunlara mensup dâhil “Ekrad-ı Balasagun” gibi - “Ekrad’lı adlar” vermişlerdir.
Osmanlı "Ekrad" sözcüğünü Kürtlere tanımlama olarak 16. Yüzyıldan itibaren kullanmaya başlamıştır. 16.yy’dan önce Kürtlere “Ekrad” denilmemiştir. Zaten 1450’lerden önce Kürt adında bir topluluk yoktur. Tarihçilerimizin Kürt adıyla tarihte bir takım vazifeler yükledikleri toplulukların bu günkü Kürtlerle alakası bulunmayıp Arapların sevmedikleri için Kürt adını verdikleri topluluklarla ilgilidir.
Tarihte bu şekilde gelip geçmiş binlerce topluluk vardır. Bu toplulukların birbirine bağlanması birbiriyle alakasız adları havadan veya yüzyıllar ötesine uçurarak değil tarihsel bağların sağlanmasıyla mümkündür.
Sevgili Okurlar,
Tarih uydurucular bu tarihten önce nerede bir "Ekrad" sözcüğü geçtiyse "Kürt" olarak tercüme etmişler böylece tarihin çeşitli dönemlerinde Kürtlere tarih uydurmuşlardır. Mesela Marko Polo seyahatnamesinde eşkiyalarla “Ekrad" ile karşılaşılır.
Arap kaynaklarında “Ekrad” demek “eşkıya” demektir. Arapça bu eserler bu gün tercüme edilirken "Kürtlerle karşılaştık" şeklinde yapılır. Böylece Kürtlerin tarihi Marco Polo zamanına indirilir. Halbuki Marco Polo bir gurup eşkıya ile karşılaşmıştır o kadar.
Sultan Sancar’ın son anlarında Büyük Selçuklu İmparatorluğunun dağılmasını önlemek için yardıoma gitmeye hazırlanan Harzemşah hükümdarını çadırında bir eşkıya (Ekrad) girer ve Harzemşah Hükumdarını öldürür. Bu aslında şanssız bir inzibati vakadır. Bu hadisenin tercümesi "Harzemşah hükümdarının çadırına birden eşkıya bir Kürt girdi ve onu öldürdü" olarak yapılır. Hâlbuki çadıra giren bir Kürt değil bir eşkıyadır.
Kürtlere tarih oluşturmak için yapılan veya tarihi bilmeyen sözcüklerden hareketle tercüme yapanların hazırladığı uyduruk tercümeler ile tarihin çeşitli dönemlerinde bir topluluğun önüne çıkıveren veya elindekini alıverin bir takım suçlara karışan "eşkıyalar" Ekradlar görüverirsiniz.
Bu eşkıyalara çeviride Kürt denildiği için sadece bir sözcük oyunu ile Kürtlerin tarihi oluvermiş olur.. Hâlbuki o yıllarda başta Araplar olmak üzere dağlarda bol miktarda nesepsiz eşkıya bulunmaktadır. Tüm bunlar çeviri ile ilgili cehalet veya bilinçli olarak yapılan Tarih uyduruculuğudur.
Osmanlı 1550' lerden itibaren Kürtlere "Ekrad" dedi diye ileri gitmesi gereken tarih geriye işletilmiş ve hiç bir surette alakası bulunmayan tarihteki özellikle dağ eşkıyaları yani “Ekradlar”, “Kürt” sayılmıştır.
Hatta daha ileri gidilmiş tarihte var olmayan Kürtlere "dağlı kavim" bile denilmiştir. Tarih uydurulmakta bizler gerçekleri yazınca oyunları bozulan bölücü zihniyetlilerin canı sıkılmakta ve buradan bize hakaret etmektedirler.
Bu sebeple bazı İslâm kaynakları Selahaddin Eyyubi’nin 758 yılında Basra’dan Azerbaycan’a sürgün edilen veya göçen yemen Araplarından Ravvad bin el-ezdi’nin soyundan geldiğini iddia etmektedirler ki bu tesbiti mümkün olmayacak kadar saçma sapan bir iddiadan başka bir şey değildir.
Sevgili okurlar,
Arap tarihçilerinin önemli şahsiyetleri, özellikle hükümdarları, kutsamak için şecere uydurmak, hattâ seyit ilân etmek gibi kötü bir gelenekleri bulunmaktadır. Bu sebeple bilim adamları bu Yemen’den Basra’ya, Basra’dan Azerbaycan’a göç hikâyesine hiç itibar etmezler. Çünkü bugünün şartlarında bile sıradan bir ailenin 500 yıllık tarihini, takip etmek bu ailenin sicilini tespit etmek imkân dışıdır. O günkü şartlarda ise hiç mümkün değildir.
Bu gün batılı bir iki yazarın bu bakımdan öne sürdüğü rivayetler ise mesnetsiz olup oryantalist batı zihniyetinin tarihte bir Kürt varlığı yaratma zihniyetinin ürünüdür
Sevgili Okurlar, Bu sebeple Selahaddin'in soyunun bir tarafının “500 yıl öncesinden Arap olduğunu söyleyenler” alenen yalan söylemektedirler. Hele hele bunu televizyonlarda ciddi tarihçi pozlarında söyleyenler ise katmerli yalan söylemektedirler. Bu gün bile Osmanlı defterlerine rağmen kitlesel, boy, soy oymak olmadıktan sonra At üzerinde gezen sürekli hareket eden bir şahsın 500 yıl öncesini tesbit etmekte zorlanırken Kabile yaşantısına sahip birkaç Coğrafyacı hariç doğru dürüst devlet düzenleri ve yazılı kaynakları bulunmayan Arapların 1400 yıl önce önemsiz bir şahsın 500 yıl sonra önemli olan torunu ile ilgili tarih uydurulması çirkindir.
Kaldı ki Azerbaycan başta Selahaddin Eyyubi’nin ailesinin yaşadığı yerlerin tamamı Oğuz Yurdu olup bu yörelerde ne bir Kürt ne de bir Arap soyu bulunmamaktadır!
Sevgili okurlar,
Hiç bir Arap veya çocuklarının adına "Atsız",Turanşah, Tuğtekin veya Börü (Kurt) adını verir mi? Hiç bir Arap çocuklarının adına Arslan Şah, Kılıç Arslan, Şahin şah, Ak-Börü, Muzaffer Gök-Börü veya Laçin adını verimi? Bu adlar Oğuz adlarıdır. Tarihe bakınız Araplar Türkleşmez ancak Türkler Araplaşır. Çünkü Araplar tarih boyunca dini siyasi bir sömürü aracı olarak kullanmışlardır.
Şerefname yazarı Şeref Han, bu rivayetteki Ravvad Araplarını, ravende Kürtleri olarak değiştirmiştir ki, Selahaddin Eyyûbi’nin Kürt sanılması işte bu tahrifattan dolayıdır! 1597 yılında tamamlanan Şerefname, Selahaddin Eyyûbi’nin Kürt olduğuna dair iddiayı “tarih bilginlerinin ve araştırmacıların rivayetlerine” bağlar.
Fakat bu bilginlerin ve araştırmacıların isimlerini zikretmez ama bugüne kadar güvenilir hiçbir islâm tarihçisi veya bilim adamı şeref han’ı teyit etmemiştir. Bu gün batılı bir iki yazarın rivayetleri ise mesnetsiz olup oryantalist batı zihniyetinin tarihte bir Kürt varlığı yaratma zihniyetinin ürünüdür.
Sevgili Okurlar,
Selâhaddîn eyyûbî, 1171 yılında, Fâtımîleri 1175 yılında Zengileri yenerek Eyyûbî devletinin temellerini atmıştır . 1176 yılında kardeşi Turan Şahla beraber Yemen'i ele geçiren Selâhaddîn Eyyûbî, Abbâsî Halîfesi tarafından Suriye, Yemen, Filistin ve Kuzey Afrika’nın Sultânı ilân edilmiştir.
Selâhaddîn Eyyûbî Mısır’daki Fatımi idaresini ortadan kaldırmış 1187 yılında haçlı orduları karşısında parlak bir zafer kazanmıştır.Avrupa üçüncü haçlı seferi için çalışmalara başladıysa da haçlı ordusu daha Akka’da iken hezimete uğratılmış ve Avrupa aleyhine bir antlaşma imzalanmıştır.Hayatı parlak zaferlerle geçen Selahaddin Eyyubi 1193 yılında vefat etmiştir.
Eyyubiler yüzyıllardır Türk yaşamış bir ailedir Eyyubilerin yaşadığı Azarbeycan binlerce yıllık Oğuz ve Türk yurdudur Azarbeycan bir çok Türk kavim ve devletinin yerleşme alanıdır .Selçuklular Azarbeycan'a Selahaddin'in sahneye çıkışından 150 yıl evvel geldiğinde Azarbeycanda Türkler yaşamaktaydı.
Selçukluların ve Zengi’lerin hizmetinde büyük emirler olarak çalışan Selahaddin Eyyûbi’nin babası necmettin eyyûb Azerbaycan’daki yoğun Türk boyları arasında yaşayan bir Türk’tür. Bu büyük Türk hükümdarının annesi, Selçuklu asilzadelerinden Şahabeddin Tokuş’un kardeşidir.
Kürt tarihi müellifi Şeref Han bile, bu ünlü hükümdarın kardeşlerinden ikisinin Turanşah ve Tuğtekin üçüncü kardeşin adı Tacülmülük Börü olduğunu söyler. Börü ise hemen hemen bütün Türk destanlarına konu olan Türk’ün sembolü “Kurt” demektir. Börü adı sadece Türk soyuna mensup başarı kazanmış ailelerde kullanılmaktadır.
Selahaddin’in oğullarından biri El-Gazi Hama’da Melik olarak bulunmuştur. Selahaddin’in kardeşi oğluna Atsız adı vermiştir. Diğer kardeşi Turan-Şah ismini taşımaktadır. Selahaddin’in yeğenleri Arslan Şah, Kılıç Arslan, Şahin Şah gibi adları taşıyordu. Bu adlar Türk adlarıdır.
Sevgili Okurlar,
Selahaddinin akrabaları Er-kuş’un Oğlu iİzzeddin Ak-Böri ve Muzaffer Gök-Böri ve Laçin dir.Selahaddin ağabeyi Şehinşah ise Kutlukız Hatun adında bir Türk kızıyla evlenmiştir.Selahaddin’in bir Türk oyunu olan ve o tarihlerde ırak tarafından bilinmeyen poloda mahir olduğu gerçekler arasındadır.
Selahaddin Eyyûbinin kurduğu devlet, Irak Selçukluları ve Zengi Türk devleti’nin devamından ibarettir. Memlûkler de Eyyûbilerin uzantısıdır.Her üç devletin askeri kadroları devlet teşkilatı ve milleti birdir. Bugün bölücülüğün malzemesi olarak kullanılmak istenen Eyyûbi devleti, Selahaddin’in çağdaşları tarafından da Türk devleti olarak kabul edilmiştir.
Sevgili Okurlar,
Arap şairi Sena ibn el-Mülk’ün Halep’in zaptı vesilesiyle Selahaddin’e sunduğu kaside “Arap milleti Türklerin devletiyle yükseldi, Ehl-i salibin davası eyub oğlu tarafından perişan edildi” mısralarıyla başlar.
Ünlü ibn-i haldun da mukaddimesin de"Eyyûbiler ve Memlûklar devletinin Türk devleti" olduğunu yazar. Selahaddin Eyyûbi’nin zaferden zafere koşturduğu ordu Türklerden ibarettir. O tarihlerde Kürt diye bir topluluk yoktur. Tüm yaşadıklarımız Batı’nın hayali bir tarihe ve Türk kahramanları üzerinden yeni bir ulus yaratma projesinden başka bir şey değildir.
Değerli arkadaşlarım
Selahaddin Eyyûbi’nin danışmanlarından Usame ibn Münkız’ın kitab el i’tibar adını verdiği hatıralar Türkçe’ye "Ubretler kitabı" ismiyle tercüme edilmiştir. Kısaca ibn Münkız olarak bilinen yazar 20’den fazla eser vermiş Selahaddin Eyyûbi ile birlikte birçok savaşlara katılmıştır.
İbn münkız kitab el-itibar’ın 201. Sayfasında şöyle diyor:
“Bu arada, Selahaddin, buradaki durumumuzu bildirmek üzere atabek’e bir atlı gönderdi. Sonra, hızla bize doğru ilerleyen on kadar atlı gördük. Arkalarındaki ordu da sürekli hareket halindeydi.
Geldiklerinde, atabek’in komutasındaki öncüler olduğunu anladık. Ordu da arkalarından gelecekti. Atabek, ‘Ey Musa, mahvolmak için mi otuz atlıyla Şam kapısına kadar geldin! Ne acelen vardı!’ diye Selahaddin’i eleştirdi. Karşılıklı atıştılar. İkisi de Türkçe konuşuyordu. Bu yüzden söylediklerini anlayamadım.”
Farsça’nın siyaset, Arapça’nın bilim, eğitim ve din alanında tartışılmaz bir üstünlük kurduğu ve Türk dili’ni öğreten bir tek kurumun dahi bulunmadığı böyle bir devirde Selahaddin Eyyûbi’nin Türkçe konuşması, onun öz be öz Türk olduğunu gösteren en büyük delildir.
Değerli arkadaşlarım
Selahaddin Eyyûbi’nin çağdaşı olan tarihçiler, Mısır, Yemen, Kuzey Afrika gibi merkeze uzak kıtaların ele geçirilmesini Oğuz harekâtı olarak görürler. Selahaddin Eyyubi kültür itibariyle olduğu kadar, soy itibariyle de Türk’tür.
Kurduğu ve yönettiği devlet Türk devletletlerinin devamı ve Büyük bir Türk devletidir. Selahaddin Eyyubiye “Kürt” veya “Araplık” izafe etmek bir yanılgı veya basitçe geçiştirilebilecek bir olay değil Türk Milletine karşı işlenmiş bir suçtur. Büyük bir ihanettir.
Tüm değerli arkadaşlarımıza Sağlıklı huzurlu günler dilerken yürekten sevgi ve saygılarımı sunarım.
31 Mayıs 2021 Saat 16.45
TANER ÜNAL