Soma’dan daha büyük facia!

Genç Girişim ve Yönetişim Derneği, Ankara’da 1783 gençle anket yaptırdı. ANKA’nın haberine göre deneklere “İtibar denilince hangisini anlıyorsunuz” diye soruldu. Deneklerden yüzde 30.5’i “Para”, yüzde 26.6’sı “Güç”, yüzde 21.1’i “Mevki” ve yüzde 15.4’ü “Saygınlık” cevabını verdi.  “İtibarın en büyük simgesi sizce nedir?” sorusuna da gençlerin yüzde 20.8’i “Kuvvetli bir banka hesabı” karşılığını verdi. Deneklerden yüzde 75.7’si “Geçimini sağlamak için rüşvet almak çok doğaldır. Bu yoruma katılıyor musunuz?” sorusuna “Evet doğaldır” diye cevap verdi. 

***

Gençler arasındaki bu değer yargılarının, topluma 24 Ocak kararları ve 12 Eylül darbesi sonrası dayatılan ekonomi politikalarının sonucu olduğunu söyleyebiliriz. Gerçi daha önce de toplum düzeni adaletsizdi ama yine de Türk kültürünün, İslam geleneğinin ve Cumhuriyet değerlerinin birbirini tamamlaması sonucu, itibar denilince akıllara para veya mevkiden önce yüksek oranda, sağlam kişilik, dürüstlük, mesleki başarı ve vatana millete faydalı işler yapmış olmak gibi kabuller geliyordu. 
Bugün Soma’daki faciayı veya benzerlerini yaşamamızın ana sebebi, toplum olarak itibarı, parada, güçte, mevkide aramış olmamızdır. Hedef olarak paraya ve onun getirdiği güç ve mevkiye kilitlenen insanlar, insan hayatına, işçi emeğine değer vermez. Toplumun geneli bu algılar içinde yetiştiği için seçtikleri insanların karakteri de kendi yansımalarıdır. Mesela, Turgut Özal’ı seçen toplum, “Benim memurum işini bilir”, “Anayasa’yı bir defa delmekle bir şey olmaz” veya “Bir koyup üç almak” gibi sözlerde aslında kendisini bulmuştur. Nadiren ön seçim yapıldığında, “Delegelerin oy verirken kriteri redir?” diye bir ara merak etmiştim. Sorunun cevabını “Birinci olarak ’Ankara’da işimizi kim halledebilir?’ sorusuna cevap arıyoruz, ikinci tercihte de adayın Türkiye’yi temsil etme yeteneği olup olmadığına bakıyoruz” diye almıştım. 
Tayyip Erdoğan döneminde ise siyasi güç sağlamak için “Ankara’nın şerrinden Brüksel’in, Washington’un, Yahudi lobisinin şefaatine sığınmak” politikası benimsendi. Zaten halkın kabulü de “Türkiye’de iktidar olmak için Amerika’nın desteğini almak şarttır” şeklindedir. ABD’nin etkinliği, her ülkede daha çok etnik özelliklerine göre seçtiği insanlara yüksek nitelikler veya ekonomik güç kazandırarak onları kendi ülkelerine yönetici olarak göndermesinden kaynaklanır. Demirel, Özal ve Ecevit’in Amerikan bursları ile yetiştirilmiş olmaları bir tesadüf değildir. Abdullah Gül de onlar gibi seçilmiş ve önce İngiltere’de sonra ABD’de belli disiplinlerden geçmiştir. Tayyip Erdoğan ise Beyoğlu İlçe Başkanlığı’ndan beri Amerika’nın Türkiye’deki ajanları ile irtibat halindeydi. 

***

İtibarın sözlük anlamı şöyle: Saygı görmek, değerli, güvenilir olmak durumu, saygınlık, prestij...
Fakat bir ülkenin Başbakanı, dış destekle içerde meşruiyet sağladıktan sonra yolsuzluk operasyonu sırasında “genç” oğlunu arayıp, evdeki paraları sıfırlamasını istiyorsa, paralar sıfırlandıktan sonra bile hâlâ 30 milyon euro kalmışsa, Türk gençleri, itibarın simgesi olarak kuvvetli bir banka hesabını görüyor diye suçlanabilir mi? 
Bir ülkenin başbakanı, ihale verdiği şirketlerin, çocuklarına kurdurduğu vakfa bağış yapmasını şart koşuyorsa, “seyyar fıkıhçı” dan bunun için fetva da almışsa, böyle bir ülkenin gençlerinin itibarın simgesi olarak neyi görmesini beklersiniz? Anketi cevaplandırırken, içleri para dolu olmak kaydıyla “ayakkabı kutusu”, “çikolata kutusu”, “takım elbise” , “yatak odasında yedi kasa” veya “para sayma makinesi” ni de gösterebilirlerdi! 
İşte bu durum Soma’dan çok büyük bir faciadır ki millet kendine çeki düzen vermedikçe düzelmez!