Şurâ

Şurâ, Türk geleneğinde çok önemli bir karar mekanizmasıdır. Türkçede, Arapça  “şûrâ”  karşılığı  “kengeş” tir.  Zamanımızda çoklukla  “kongre”  kelimesi kullanılsa da, kongrede tercihler öne çıkar, şurâda ise konuşa konuşa ortak görüşe varılır.
Kengeş (Şurâ), Divanu Lugati’t-Türk ’te şu sözde örneklendirilmiştir:  “Kengeşlik bilig artamas”  ( “Danışıklı iş bozuk olmaz” ).
Türkler, milâttan önce Mete zamanında şurâ diyebileceğimiz kurultaylar toplamışlardır. Sonra Göktürklerde kurultayda alınan kararları görüyoruz.
Bilge Kağan, Türk illerindeki şehirlerin Çin ülkelerindeki gibi surlarla çevrilmesi ve Budizm ile Taoizm’in yurtta yayılmasının teşvik edilmesi için kurultay toplamıştır. Vezir Tonyukuk  “Çinliler gibi şehirlerimizin etrafını çevirip, iyice yerleşirsek, nüfusumuz onlardan çok az olduğundan onlara karşı varlığımızı koruyamayız; varlığımızı hareketliliğimize borçluyuz; Budizm ve Taoizm bize uyuşukluk getirecektir.”  sözleriyle karşı çıkmış, Bilge Kağan’ın teklifi reddedilmiştir. (Dr. Ali Galip Gezgin, “Türk-İslam Devletlerinde Şûrâ”, Türkler, C. V, 2002).
Kur’ân-ı Kerîm’de istişare edilmesi buyrulmuştur:
 “Ve şâvirhum fi’l-emr” ( “İş hakkında onlara danış.” ) (Âl-i İmrân, 3/189);  “Emruhum şûrâ beynehum”  ( “İşlerinizi aralarında danışırlar.” )  (Şûrâ, 42/38)...
Danışmak Allah’ın emri... Türkler, Kur’ân nâzil olmadan önce de istişare ediyorlardı.
İlk Millî Eğitim Şurası 1939’da toplanmış gösterilse de, bence, İstiklâl Harbi’nin ortasında 16 Temmuz 1921’de Ankara’da Mustafa Kemal’in başkanlığında toplanan Maarif Kongresi’ni şurâların ilki görmek gerekir.
Bu kongreyle ilgili İsmail Hakkı (Baltacıoğlu)’nın  bir yazısı Dergâh’ta çıkmıştır. İstanbul’da ve Ankara’da iki ayrı hükûmet var. Ankara, yeni devletin temellerini atmış ve ilk işlerinden biri de maarifin (eğitimin) ıslâhı... İsmail Hakkı, makalesinin girişinde tatlı bir dille şunları yazar:
 “Bu yaz Ankara’da bulunuyordum. Maarif Kongresi başlamak üzere idi. Kongre için Anadolu’nun muhtelif yerlerinden gelen muallimler belediye bahçesinin kameriyelerinde birer fikir ve münakaşa kümesi gibi toplanıyorlardı. Bu muallimlerin bir kısmıyla görüştüm. Eski mahalle mektebi hocalarıyla yeni Darulmuallimîn mezunlarını ayıran farklar var: Eskiler pek sükûtî kimselerdi. Yeniler biraz çok söylüyorlar! Eskiler vazifelerini dinî bir teslimiyetle, sabûr ve mütevekkil yaparlardı. Yeniler vazifelerini az çok fikrî, nazarî bir hâle içinde görüyorlar. Genç muallimlerin hayatı gerçi daha şuurlu, fakat çok ihtilâlli! Biraz mübalağa ile söylüyorum. Yeni muallim hasta, hırçın bir sanatkârdır, biraz da mücerred fikirlerin meftunu!..” ( “Ölenlerin Felsefesi”, Dergâh, C. II, S. 13 (20 Teşrînievvel [1]337 [20 Ekim 1921]).  
(Dergâh’ın 42 sayısını 3 cilt hâlinde Yrd. Doç. Dr. A. Zeki İzgöer’le birlikte yayınladık. Türk Devleti’ni tanımak için Dergâh’ı didik didik edilmeli, diyorum. TTK Yayınları, 2014).
Şurâ, her yerde gerek ama şu zamanda kim kimi dinleyecek!