Tablodaki ben!

Müyesser Yıldız “Resmini gördün mü, gördün mü”  diye aradığında, neden bahsettiği konusunda hiçbir fikrim yoktu.
Deniz Yarbay Kürşad Güven Ertaş, Balyoz Davası’ndan hükmen tutuklu bulunduğu Hasdal Askeri Cezaevi’nde mahkemeyi izleyen birkaç gazetecinin yağlıboya portrelerini yapmış. Biri benim.
Yıldız, Vardiya Bizde Platformu’nun düzenlediği sergide görmüş, fotoğraflamış, sosyal medyada paylaşmış tabloyu... Ama  “gaz duman” dan gözümüz bir şey görmüyor ki; farkında bile değildim.
Önceki gün danışmadaki arkadaşlardan birini, elinde büyükçe paketle gördüğümde, içinden o tablonun çıkacağı aklıma bile gelmezdi.
Aklıma gelmeyen başıma geldi; kargodan ben çıktım! (Sosyal medya ortamı olsa tam buraya bir ‘gülen surat’ yakışırdı.)
Öylece bakıştık bir süre.
“Önce insan sonra gazeteci olarak, karşılaştığımız hukuksuzluk ve adalet arayışımızda gerçekleri korkusuzca yazabilmeniz her türlü takdirin üstündedir” diye başlayan (Övgüname gibi bir şey; okurken çok mutlu oldum o ayrı ama utandım burada paylaşmaya...) bir not iliştirilmişti; özenle çerçevelenmiş resmin üzerine.
 

***
 

Öyle değil halbuki;
Gerçeği yazmak “takdirlik” bir durum değil, “üstün başarı” hiç değil.
İmkanlarımız elverdiği ölçüde, bir gazetecinin yapması gerekeni yapıyoruz biz. Hoş her şeyi de çok doğru yapmıyoruz; hatalarımız da oluyor ama  “kastımız” asla!
Güven,  “korkusuzca yazıyorsunuz” demiş ya; bu mevzu da tam olarak böyle değil aslında. Biz de, -kendi adıma söyleyeyim ben de- korkuyorum zaman zaman; çok insanî bir hal bu.
Korkularımızın olması doğal; fark yaratabiliyorsak “onlara yenilmeyişimiz” dir bizi “öteki”lerden ayrı kılan. Kalbimiz yerinden çıkacakmış gibi atarken bile titremeyişidir kalemlerimizin... Uykularımız kaçarken “nasıl uyurum”un peşine düşmek yerine, bu ruh sıkıntısını “uyanıklık” vesilesi yapabilmemizdir.
Atatürk “Yaradılışımda bir fevkaladelik varsa, o da Türk olarak dünyaya gelmemdir” diyor ya; bizimki de bu hesap biraz. Kimliğimizle köşe kapmaca oynamak, yaradılışımıza direnmek yerine onunla tek beden, tek yürek olmak, bütünleşebilmektir yalpalamıyorsak eğer yegane sebebi;
Taş yerinde ağır misali; 
Biz de kendi vatanımızda yeşerttiğimiz için fikirlerimizi böyle “sağlam” durabiliyoruz işte.
 

***
 

Hasdal’daki koğuşunda, gazetedeki pul kadar resmimden yola çıkarak  “gözleri ışık saçan bir Selcan” yaratan, hayatımın bu dönemini böyle “umutlu” bir suretle ölümsüzleştiren Kürşad Güven Ertaş’a teşekkür ederim.
Yüzümdeki tebessümün karakteristiğinden, beni içine kondurduğu o masmaviye kadar öyle detaylar var ki; elinde büyüsem beni en çok bu kadar, bu renklerle, bu tonlarla anlatabilirdi.
Dolayısıyla;
Her şeyden önce bu tablo benim “kimlik tescilim”;
Her şeyden önce  “kim olduğumu” hatırlattı bana.
Bu köşenin yan gelip yatma yeri olmadığını hatırlattı.
Kelimelerimize, cümlelerimize yüklenen anlamları; bu sorumluluğun ağırlığını...
 

***
 

Tekrar teşekkür ederim;
Ve bir de -yeterince gecikti- adaletle hasretinizin bitmesini dilerim!
 
Herkes isyanda; PKK hariç(!)
 
Dün saat hayli geçti, Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu’yla konuştuğumda. Çağlayan Adliyesi’nde avukatların gözaltıları sırasında yapılan  “hukuk kıyımı”nı bildirmek üzere geldiği İstanbul’da, meslektaşlarının “salıverilme”  sürecini başlatmış gecenin bir yarısı Ankara’ya dönüyordu. 
Öğrenciler, işçiler, gazeteciler, sanatçılar; işte en son dün Ankara caddelerini dolduran, birçok şehirde adliye binalarında protestolarını haykıran avukatlar... Hepsinin bu ülkede olup bitenlere, gidişata itirazı var. Hepsi şikayetçi.
Halinden tek memnun olan kim peki?
PKK!
Değneksiz köy misali kendilerine tahsis edilen dağlarda, bağlarda, yaylalarda, meralarda serilmiş  “piknik” yapıyor teröristler! 
Ne TOMA var, ne biber gazı, ne plastik mermi onlara...
Bazen yoruma gerek bırakmayacak kadar nettir resim;
Anlayana!