Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin sansürün kaldırılış yıldönümü dolayısıyla “Basın Bayramı” diye kutlanan 24 Temmuz programından bahsetmiştim; hani şu “iftar kokteylli” olan...
Yazıyı okuyan Adnan Kılıç da kaleme kağıda sarılmış ve kendi tepkisini içeren bir e-posta yollamış TGC Başkanı Turgay Olcayto’ya. Kılıç’ın “başımıza ne geldiyse böyle sözde laiklerden geldi” dediği e-postasının bir kopyası -hani eğer muhatabına ulaşmadıysa diye- aşağıda:
“Sayın Olcayto,
Ramazanda iftar saatinde kokteyl vereceğinizi duydum.
Ben Atatürk ilke ve devrimlerine sadık, laik ve demokrat bir insanım. İçkiye de karşı değilim. Ama ramazan günü iftar saatinde içkili bir kokteyli çok yanlış ve gereksiz buluyorum. Oruç tutmayanlara saygısızlık değil mi? Bu nasıl bir zihniyet.
Biz laiklik karşıtı eylemlerle uğraşırken, sizin onların eline malzeme vermeniz doğru mu? Sorsam Atatürk ilkelerine bağlı olduğunu söylersiniz ama Sizin “NUTUK”u okuduğunuzu zannetmiyorum. Yüce Atatürk meclisin açılışından önce Hacıbayram’da kurbanlar kestirip dualar okutarak aşağıya gelip meclisi açmış. Dini değerlere her zaman saygı göstermiştir.
Siz ve sizin gibi “SÖZDE LAİKLER” böyle yapa yapa dincileri ve onların partilerini başımıza bela ettiniz.
Ateist bile olabilİirsiniz. Bu sizin düşüncenizdir. Bizi ilgilendirmez. Ama bir cemiyetin başkanı olarak ramazan günü iftar saatinde kokteyl vermeniz insanların dini değerlerini yok saymaktır.
Lütfen böyle bir şey olmadığını açıklayın. Varsa da ne olur yanlışdan dönün. Cumhuriyet ve laiklik karşıtlarının ellerine koz vermeyin.
Saygılarımla.
Adnan Kılıç”
ZEHİRLİ SARMAŞIK
Zaman yazarı Ali Ünal “Bahar, karın altında gelişir” başlıklı önceki günkü yazısında, -yapılan tasvirden “bahar” dan kastın “Arap Baharı” olduğu belli - Mısır’daki Mursi yandaşlarına “gürültü, patırtıya mahal yok” diye akıl veriyordu:
“Tohumlar, “ekim” mevsiminde, tavındaki toprağa ekilir ve bu tohumlar, uzun bir kış mevsimi toprağın ve karların altında çimlenmeye durur ve kendilerini ifna, yani yok ederler. Bu kendini yok etme, ince bir filiz olarak ortaya çıkar ve filizler bahar gelip de havalar ısınınca toprağın yüzüne çıkarlar. Sonra da artık kısa sürede büyüyüp, ekin veya ağaç olmaları mukadderdir. Kur’ân-ı Kerim de, İslâm’ın hayatın hayatı olmasını böyle bir tohumun nihayetinde harikulâde bir ağaç haline gelmesine benzetir. Evet, hiç olmazsa tohumlardan ders alabilseydik!”
Biz bu satırlardan, Mısır’ı “dönüştürmek”, iktidarı “ele geçirmek” isteyenlere sessiz ve derinden, daha açık ifade etmek gerekirse “sinsice” ilerlemelerini öğütlediğinizi anladık;
Öyle meydanlara dökülmek yerine, çaktırmadan “sızsınlar” yani “sistem”e... Etliye sütlüye karışmıyor görünerek, hatta mümkünse hafif sümsük bir kılığa bürünerek, “alt oyma” faaliyetlerinin farkedilemeyeceği kadar silik takılsınlar... Kimsenin kendilerinden şüphelenmeyi akıl dahi etmediği o rehavet anında; “devlet”i bir halı gibi asli sahiplerinin ayaklarının altından çekiversinler...
De...
Mısırlılar size neden güvensinler; “devlet”in en kolay bu “yöntem” le ele geçirildiğinin garantisi mi var?
Daha önce denenmiş mi mesela?
Mursi yandaşlarına “ses” gibi değil “ışık” gibi olmayı salık verirken oradan mı feyiz aldınız?
Ha bir de keşke şu “tohum” meselesini biraz daha açsaydınız;
Misler gibi karanfil tohumu olmak da var; -Allah düşmanımın başına vermesin- “zehirli sarmaşık” olmak da...