Mütefekkir, bilim adamı ve mücadele insanı Musa Carullah Bilgiyef (1875-1949), gençlere şöyle demişti:
– Öz közünüzle kör (Kendi gözünüzle görün)
– Öz aklınla fikret
– Öz fikrinle söyle (Kendin gör, kendin düşün, kendin söyle)
– Her konuda olgunlaş, değiş, lâkin millî, dini işlerde bir can, bir ten ol!
Musa Carullah’ın tavsiyelerine uyduğumuz pek söylenemez. Çok rahatsızlık verici de olsa, kendi kendimize şu sorudan kurtulamıyoruz: Acaba başkalarının aklıyla mı düşünüyoruz? Bu sorunun gerçekçi bir tarafı olmasaydı, Türkçeyle felsefe yapılamaz diyenlerimiz olur muydu?
Kendilerine Türk aydını veya Türk yöneticisi deyip diyemeyeceğimiz her zaman tartışılabilir kimseler, sürekli ortaklıkta cirit atıp, ya nemelazımcılığı oynuyor, “vur patlasın çal oynasına” katılıyor, yahut başkalarının düdüğünü çalıyorlar. Her gün şehit verirken, vatan elden gitmeye, millet bölünmeye yüz tutmuşken, bu kimseler nelerin peşinde. Hiçbir şey umurlarında değilmiş gibi davranıyorlar. Bir kısmı da parti ve partizan kaygısından başka birşey düşünmüyor. Televizyonlara, renkli sayfalara ve reklamlarına bakınız, dikkatli bakınız, ne dediğimi anlarsınız. Siyasilerin nutuk ve beyanları da ayrı bir cümbüş. İşin kötüsü bunları hayranlıkla seyrediyor, önümüze geleni alkışlıyoruz. Durum, aynen bir zamanlar Mehmet Akif’in dediği gibi.
Ötüyor her taşın üstünde bir dilli düdük,
Dinliyor kaplamış etrafını yüzlerce hödük!
Kim ne söylerse, hemen el vurup alkışlanacak.
Öbür taraftan şehitlerimize ağlaşanlar. Her şehit bir vatan. Ah vatan. Namık Kemal dünü mü anlatmış, bugünü mü?
Gül değil, arkasında kanlı kefen
Sen misin, sen misin garip vatan
Bu güzellikte, hiç bu çağında
Yakışır mıydı boynuna o kefen
...
Sen gidersen bizi kalır sanma
Şühedan oldu mevt ile handân
...
Sen gidersen bütün helak oluruz
Koynuna can atar da hâk oluruz.
Vatan giderse düşünce mi kalır, bilinç mi, şeref mi, haysiyet mi. Vatan gitmeden, millet parçalanmadan, devlet yıkılmadan kendi aklımızla düşünmeliyiz, yani aklımızı başımıza toplamalıyız. Bizden başka hiç kimse gelip bizi kurtaracak değildir. Etkilenmeyi, örnek almayı, metot ve vasıtalardan, tecrübelerden faydalanmayı elbette yabana atmadan, ama “kendi” aklımızla, “bizim” aklımızla yola çıkmalıyız. Biz, tarih boyunca çok mütefekkir, bilim adamı, sanatkâr yetiştirdik. Bir millete yetecek kadar değil, bir medeniyete, insanlığa yetecek kadar düşünce adamımız var. Kimliğimizi beslememiz için bunları bilmemiz gerekir. Sebahattin Eyüboğlu’nun dediği gibi, düşünce hayatımızı daima geçmişimizle beslemeliyiz. Bunların önemli bir kısmı tanzimattan bu yana yetiştirmiş olduğumuz düşünürlerimizdir. Siyasî, idarî, sosyal düşünce temsilcilerimiz, bilimsel ve felsefî düşünce temsilcilerimiz, bir hazine teşkil eder. Bu söylediklerimizi daha iyi anlayabilmek için, size bir tavsiyede bulunacağım. Usta felsefecimiz, güzide fikir adamımız Prof. Dr. Süleyman Hayri Bolay, geçtiğimiz günlerde 7 ciltlik bir esere imza attı. Nobel Yayınları, yayınladı. “Tanzimattan Günümüze Türk Düşünürleri”. 4’ncü cilt A ve B diye iki kitap olmak üzere toplam 8 kitap halinde, 4986 sayfalık bir emek. Titiz bir çalışmanın ürünü olan bu eserdeki vukufu, okuyunca göreceksiniz. Düşünce tarihimizde başvurulacak bir kaynak olacak bu çalışmasından dolayı, değerli dostum Süleyman Hayri Bolay’ı tebrik ediyorum. “Bizde düşünce yok, felsefe yok, filozof yok, Türkler yüksek felsefe yapamamışlardır.” diye karamsarlık yayanlar, ümitsizlik saçanlar, haklı mıdırlar, yanılıyorlar mı, okuyup görünüz.
Süleyman Hayri Bolay gibi benim de hocam olan ve yarım asırdan fazla bir zaman önce “Çağdaş Türk Düşünce Tarihi”ni yazmış olan merhum Hilmi Ziya Ülken, orada soruyordu: Türk Düşüncesi Nereye Gidiyor?”. Yalnız bugünü değil, geçmişi ve geçirilen süreci bilmeden bu soruya cevap verilemez. Okuyun bakalım siz nasıl cevap vereceksiniz.