Türkiye bölgede lider ülke mi?

merika’nın, önce Afganistan ardından da Irak'ı işgal etmesiyle beraber; savaşın geniş alana yayılması ve istediği sonuçlara henüz tam anlamıyla ulaşamamaları; onları yeni bir savaşa girme konusunda tereddütlü yaptı. Belirttiğimiz gerçeklerden dolayı, Libya'da önce isyancılar ayaklandırıldı; ardından, işgalci Avrupalı sömürgeci ortaklardan Fransa ve İngiltere devreye sokuldu...

 

Kuşkusuz, uygulanan gücün geniş alana paylaştırılması, beklenilen sonucu doğurmayabileceği gibi, güç uygulayanın, zamanla gücünü kaybedip güç uyguladığı alana gömülebileceğini Amerika da bilmektedir. Üstelik ekonomik sıkıntılarının zirve yaptığı dönemde ve savaş giderlerini karşılayacak enerji kaynaklarına el koyma, çıkarıp işleme ve dünyaya ulaştırma gibi alt yapıyı şimdilik kuramamaları; Amerika'yı yeni arayışlara yönlendirmiştir. Bu bağlamda, kuruluş amacına aykırı olarak Yugoslavya’da ve Afganistan’da sömürgeci şekillendirmelerde kullanılan NATO’dan, Libya’da da yararlanıldı…

 

90'lı yıllarda Sovyetlerin parçalanması nedeniyle; 2000'li yıllarda güya varlığını sorgulayan NATO; ilgili hukuk ilkeleri esnekleştirilerek ve hatta gerek görülürse değiştirilerek; teröre karşı varlığını devam ettirmesi yönünde, ne olduğu matematiksel netlikte belli olmayan kararlar aldı. Üye ülkelerden birinin Türkiye olmasına rağmen; İslami terörden bile söz edilirken, PKK terörü nedense gündeme getirilmedi. Bu durum, NATO'daki ortakların, Türk toplumunun inancını ve bölünmesini umursamadığının açık göstergesiydi. PKK teröründe bırak Türkiye'ye yardım etmeyi, NATO'lu ortakların PKK'ya yardım ettiği değişik zamanlarda ve şekillerde tespit ediliyordu. Ama tabii lider ülkeyseniz, tüm bunların muhasebesini yapar, gerekli adımları tek başınıza atarsınız…

 

Suriye’nin de geleceğinin tartışıldığı günümüzde; sömürgeci AB-D, iktisadi ve iç kamuoyuna yönelik siyasi nedenlerle; ayrıca, Rusya ve Çin’le doğrudan karşı karşıya gelmek istememesi nedeniyle; Suriye’ye asker ve mühimmat göndermeden, yeni istikrarsız bölgeler oluşturmak için, kullanabileceği yeni ortaklara ihtiyacı vardır. 1

ABD Senatosunda Savunma Komisyonu Başkanı Carl LEVİN ve komisyonun kıdemli üyesi Senatör John McCAİN, 21 Mart 2013’de Başkan OBAMA’ya gönderdikleri açık mektupta, Suriye’de “ABD askerini savaşa sokmadan, başka ülkelerin de katkısını alarak, sınırlı bir askeri hareket imkânın elinizde olduğuna inanıyoruz.” diye yazdılar. Bu bilgiler öncesinde yapılan sıralı açıklamaları da değerlendirdiğimizde, nasıl sinsice kurgulanmış bir savaş oyunuyla karşı karşıya olduğumuzu fark ediyoruz...

 

Açıklamalar dizisi

 

1-“Amerika dışişleri bakanı Hillary CLİNTON: Suriye ile Türkiye arasında, sınır çatışması çıkabilir.” 2

İnsan okuyunca bile şok geçiriyor; kardeş Suriye’yle savaşmakta nerden çıktı? Bu sömürgeci diplomat, kimlerden cesaret alarak, hangi hakla, bizim adımıza açıklama yapıyor ve kiminle, ne yapabileceğimize karar verip, dünyaya nasıl duyuruyor? Bunları, böyle davranmaya, hangi çapsız, ufuksuz siyasetçilerimiz alıştırdı? Halkımız tarafından yetkilendirilenler, derhal kıyı balıkçılığını bırakmalıdırlar! Halkımız da okuyup araştırmalı, merak edip öğrenmeli; düşünüp, tutarlı sonuçlara ulaşmalıdır. Eleştiri, kuşku, merak olmadan, bilinç gelişimi olmaz…

 

2- “OBAMA yönetiminin, Suriye’de protestoların başladığı ilk günden bu yana, çözüm için, Ankara’ya bel bağladığını öne süren analist Tony BADRAN: “bir büyük güç olmayan” Türkiye’nin, ABD’nin vizyonunu hayata geçiremeyeceğini belirtti.” 3

Şimdi buraya dikkat etmekte yarar var; demek ki daha önce Türkiye, sömürgeci AB-D'nin isteklerini yerine getirdi ki, yine aynı şekilde, Ankara'ya bel bağlıyorlar. Yetkinliği olmayan, çömez siyasetçilerin kişisel özelliklerini çok iyi bildiklerinden, onları etkilemek için, bazen güçlü olduğumuzu vurgularlarken; dış politikada, savaştan kaçındığımızı, diplomatik yollardan barışçı çözümler önerdiğimizi gördüklerinde; gücümüzü, kardeş Suriye’ye uygulayalım diye, bize adeta ‘Erkek olan yapar’ imasında bulunuyorlar ve zarf atıyorlar. Biz, gücümüzün ne kadar olduğunu, kimseye göstermek zorunda değiliz. Hem gücümüzü, bölgeyi uzun süre karmaşaya ve Türkiye’nin de varlığını tehlikeye atacak bir alanda, neden kullanalım? Bu sonuçtan, sadece AB-D yararlanacak…

 

3-Adalet ve Kalkınma Partisi'nin dış politikası, İngiliz Financial Times gazetesine konu oldu. Gazetenin yazarı David GARDNER: "Komşularla sıfır sorun" siyasetinin, gerçekçilik denemesinde başarısız olduğunu savunarak, AKP'nin "dış politikası gerçekçi değil" dedi. 4

Evet GARDNER efendi, bol şiddetli ve kanlı bir dış politika istiyorsunuz değil mi? Size, Hollywood filmleri izlemenizi öneriyorum…

 

4-'Türkiye Suriye'de tampon bölge planlıyor’ iddiası… Independent'ın, Orta Doğu Muhabiri, Robert FİSK: “Ankara'nın, Beşar ESAD'ın askerleri sokaklardan çekme sözünü, iki kez tutmadığına inandığını belirtiyor” 5

Bak sen; demek ESAD, kendi ülkesinde, askerlerinin nerede duracağını, başkalarına soracak öyle mi? Ayrıca Türkiye, Suriye’de neden tampon bölge oluştursun? Sakın bu tampon bölge, 1992 yılındaki Irak’taki ayrılıkçıları koruyan, uçuşa yasak bölge, çekiç güç benzeri bir yapılanma olmasın? Zamanında, her türlü teori ve mühimmat desteği vererek, ESAD’a karşı ayaklandırdığınız, kullanılmış paçavraları, koruyacağız; bunu mu istiyorsunuz? Sizin adınıza koruyacağımız hainler, yeterli olgunluğa ulaşınca; tampon bölgeyi sahiplenecekler ve Suriye’den ayrılıp, daha sonra Kürdistan’la birleşmek istiyoruz diyecekler. Yok öyle yağma!

 

Şimdi sormak gerekiyor: Güya teröre karşı varlığını devam ettirmesi yönünde karar alan NATO’nun; üye ülkeleri, Libya ve Suriye’de neden terör örgütlerini destekliyorlar ve uluslararası ölçekte, teröristleri meşru muhalefet olarak neden kabul ediyorlar? Sömürgeci AB-D’nin teori ve uygulamadaki bu çelişkileri, hiç de samimi ve hukuki olmadıklarını kanıtlıyor. Somut gerçekleşenlerden anlıyoruz ki, sömürgeciler tarafından, terör maşaları yasal muhalefet kabul edilirken; sömürüye itiraz eden meşru devletler ve yöneticileri terörist ilan edilip bölgemiz istikrarsızlaştıracak. Sonra da 'insani müdahale' oyunuyla, kural koyucu, denetleyici ve düzenleyici olarak, sömüreceği ülkelere çöreklenecekler. Bu organizasyon, sömürgeci AB-D’nin, bulandırılmış uluslararası hukuk, birleşmiş milletler, NATO gibi kurumların paslaşmalarıyla, bölgemize yönelik dev bir sömürgecilik tezgâhıdır...

 

Diplomasi dili

 

Sömürgeci AB-D'nin, diplomatik dilinin gerçeklerinden birisi de şudur: Dünyada, olmasını istedikleri şeyleri; olacakmış ya da olmuş gibi söyleyerek; kendi dışında kalan insanlığı, bu yönde güdülemeye çalışırlar. Sömürgeci AB-D, bu uygulamasında genellikle başarılı olur. Korsan Avrupalıların, Amerika’yı keşfetmeleriyle başlayan son beş yüz yıldaki her türlü sömürüyle kazanılmış zenginlikten oluşan mali yapısını; sömürgeci AB-D, yalancı tezlerini dünyaya benimsetmede de kullanmayı ihmal etmez. Diğer yandan, sömürgeci AB-D dışında kalan Sudan gibi üçüncü dünya devletleri, düşünsel gelişim ve yetersizliğin yanında, dâhilerinden de yoksun kalmaları nedeniyle, sömürgeci AB-D'yi ilah gibi görürler ve onların tüm yalanlarını, vahiy doğrularıymış gibi alıp içselleştirirler. Ortaya çıkan durumda, üçüncü dünya ülkelerinin insanları kötü niyetli olmasalar da, aldatılmış ve kandırılmış olarak; bilinçsiz ve tutarsız etkinlikleriyle, sömürgeci AB-D'ye, devamlı hizmet ederler...

 

Tüm bu aldatma ve kandırma hengâmesinde; AB-D’nin, sömürgeci oyununda kullanılmak üzere, ülkemizde de Anadolu odunlarından oluşturulan, beyzbol sopası gibi gazeteciler var. Yabancı eğitimle, sömürgeci AB-D’nin tornasından geçerek, bilinçleri şekillendirilen bu kişiler; özgün, yaratıcılıktan yoksundurlar. İşte sömürgeci AB-D, işgal kamuoyu oluşturmak için, kendini bilmez, şaşkın, bu gibi esersiz gevezeleri: “Yeni Osmanlıcılık”, “Türkiye, bölgede yükselen güç”, “nüfuz alanı genişleyen Türkiye”, “Türkiye, bölgede lider ülke” tarzında öttürür. Şimdi o ifadelerin, gerçeği neden yansıtmadığını, Türkiye'yi pohpohla yanıltarak, aslında kullanma amacı güttüğünü; hep beraber gösterelim...

 

Son 10 yılda Türkiye'nin dış politikası; kendi içindeki ayrılıkçı ayaklanmaların, bölgedeki gelişmelerin BOP çerçevesinde olduğunu görmeme yanlışını yaptı. Çünkü Türkiye’nin, dış politikada Libya ve Suriye’de yaptıklarının; gelecekte, olası önüne konulacağını hesap etmesi gerekirdi. Oysa Libya'da ve Suriye'de, sömürgeci oyunda kullanılan ayrılıkçı maşaların desteklenmesiyle; adeta kendimizi inkâr ettik. Çünkü Türkiye'nin, dış devletlerde desteklediği; ayrılıkçı hareketlere yönelik, benzer sorunlar yaşayacağı, su götürmez bir gerçektir. Peki, dış politikayı kurgulayanların, bu gün uyguladıkları, hukuk haline gelirse; yarın da başkalarının, aynı şekilde bize karşı uygulayacağını, bilmiyorlar mı? Eğer bilmiyorlarsa, bilmedikleri için istifa etmelidirler. Yok biliyorlarsa, o zaman vatan hainidirler...

 

Bakınız Tayyip ERDOĞAN, bölgede değişen dengeler karşısında, Türkiye’nin yeni rolünü şu sözlerle anlatıyor: “Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki sorunları da, ancak birlikte hareket ederek, ortak çözüm önerilerini, ortaklaşa uygulama planına geçirerek çözeriz. Bizler buralarda, değişimi kontrol etmek değil; değişime yardımcı olmak, istikamet tavsiyesinde bulunmakla mükellefiz.” (Yeni Şafak, 15 Mart 2011)

 

Şimdi soruyoruz: ERDOĞAN'ın, birlikte hareket ettiği, ortağı kim? ERDOĞAN, değişimi neden kontrol edemiyormuş ve değişime yardım ediyormuş? Öyleyse, bölgeyi değiştiren kim? ERDOĞAN kime yardım ediyor? ERDOĞAN, somut, fiziki durumu belirleyemiyor; belirleyici olanların kulaklarına, hurafeler fısıldayarak, değişime yön verebileceğini mi sanıyor?

 

Libya Temas Grubu toplantılarının birinde, Dışişleri Bakanı şunları söyledi: "Ancak daha güvenilir ve halkın meşru taleplerine, cevap veren bir geçişin oturtulması, çok önemli. Bu konudaki başarılarımızı görerek, çatışma çözümü konusuna, yoğunlaşmamız gerekiyor. Bu maksatla, BM Güvenlik Konseyi kararları uyarınca, Trablus rejimi üzerindeki baskılarımızı, sürdürmemiz lazım. Bu, Ulusal Geçiş Konseyi ile işbirliği içinde yapılmalı." 6

 

Yine soruyoruz: Kimin taleplerine? 'Halkın' taleplerine; o halk kim? Sömürgeciler tarafından aldatılmış, ülkesine karşı kışkırtılmış isyancı... Kimin üzerinde baskılar sürdürülecek? 'Trablus'un üzerinde; peki, beğenin ya da beğenmeyin; Trablus, Libya'nın yasal başkenti değil mi? Evet öyle! Öyleyse, neden değişim iç dinamiklerle, ortaya çıkmıyor da; illa sömürgeci batı işgal etsin, her türlü, yeraltı-yerüstü kaynağı, enerjiyi, alıp götürsün ve her türlü, hukuki, iktisadi, siyasi ve toplumsal düzenlemelerin tümünü, neden sömürgeci batılılar yapsın? Böyle bir değişim, Libya insanına yararlı olur mu? Böyle bir değişim, Libya insanını bağımsız ve özgür yapar mı? Hayır, asla! Çünkü yapan-eden kimse, her türlü gelişmeden de, o yararlanır... Son olarak; Dışişleri Bakanı ne diyor? 'Ulusal Geçiş Konseyi ile işbirliği içinde yapılmalı.' diyor. Yani, sömürgecilerle işbirliği yapmış, Libyalı hainlerle işbirliği içinde olmalıyız diyor. Dışişleri Bakanı, kendi ülkesindeki Demokratik Toplum Kongresini, görmedi mi? Duymadı mı? Bilmiyor mu? Bir başka ülkenin bakanı gelip, bu kongre üyeleriyle, Türkiye'yi karıştırmaya yönelik işler yapsa ve hatta Ankara'yı lağvetseler; DAVUTOĞLU'na göre, bu hukuki olur mu?

 

Gerçekte, gelişmelerin asıl amacı

 

Sömürgeci AB-D, ülkemizi de içine alan bölgede; geniş çaplı harita şekillendirmeleriyle; gerekli gördüğü anda, rahatlıkla kullanabileceği, küçük, istikrarsız, bölge devletçikleri kurmak istiyor. Bu harita değişikliklerini; o alanın ağırlıkta olduğu, etkin değerlerinden yararlanarak, gerçekleştirme çabasında; yani, kancılığın (ırkçılığın) tutulduğu bölgelerde, kana göre düzenleme; hurafeciliğin (mezhepçiliğin) işe yaradığı bölgelerde ise, hurafeye göre düzenleme yapılacaktır. Son tahlilde amaç; ortaya çıkan bölge devletçikleri, ebedi karmaşa içinde yaşayacakları gibi; sömürgeci AB-D'yi ve çıkarlarını, bir daha rahatsız edemeyeceklerdir...

 

Buna karşılık Türkiye’nin, şimdilik mutlaka şunu gerçekleştirmesi gerekir: Bölgemizde, var olan devlet sayısını korumak; yani, Irak’ın toprak bütünlüğünü korumak; Libya ve Suriye’nin bölünmesini engellemek…

 

Yazımıza başladığımız: ‘Türkiye bölgede lider ülke mi?’ sorusuna cevap verecek olursak; yukarıdaki gelişmeler, Türkiye’nin istediği ve gerçekleştirdiği gelişmeler ise, evet; Türkiye bölgede lider ülkedir. Yok, yukarıdaki gelişmeler, Türkiye’nin istemediği; fakat buna rağmen gerçekleştiği ve hatta bu gelişmelere, Türkiye’nin, dış zorlamalarla katkı sağladığı gelişmeler ise; o zaman, liderlikten söz edemeyiz…  

 

Kısa düşünenlere, bir dip not

 

Atatürk'ün, ‘Yurtta barış, dünyada barış’ özdeyişiyle birlikte, insani değerler ve insanlık için her türlü sömürüye karşı var olan Türkiye; Atatürk döneminde, sömürgeci AB-D’ye karşı; batıdaki komşularımızla, Balkan Paktı, 9 Şubat 1934; doğudaki komşularımızla da Sadabat Paktı, 8 Temmuz 1937, imzalanmıştı. Günümüzde ise, bireysel çıkarlarını, sömürgecilerin amaçlarıyla birleştirenlerden, böyle bir etkinliği beklemek; aklın, apaçıklık ilkesine aykırıdır. Hükümet, bölge ülkeleriyle ittifak yapmak yerine; bölge ülkelerine ve hatta Türkiye zararına olan gelişmelerle ilgilenmektedir. 7

Çünkü Tayyip ERDOĞAN, 23 ülkeyi bölecek ve sömürgeci AB-D’yi tehdit etmeyecek şekilde, bölgede ‘ebedi istikrarsızlık’ ortaya çıkaracak hazırlığın; yani Büyük Ortadoğu Projesinin eşbaşkanıdır. 8

Bunu 32 ayrı konuşmasında ifade etti. Ayrıca, 21 Nisan 2003 tarihinde, Washington Post'ta, Tayyip ERDOĞAN’ın yazdığı gibi: "müttefik kuvvetlerin, Irak'a girerken, Türk hava sahasını kullanması için, hükümetim, meclisten onay çıkarabilmiştir" diyerek, sömürgeci AB-D ile stratejik ortaklığını kanıtladı. Ve yine Tayyip ERDOĞAN’ın yol arkadaşı Abdullah GÜL, 14 Mart 2006 tarihinde, AKP Kızılcahamam kampında düzenlediği basın toplantısında: "BOP içinde, Amerika'yla birlikte hareket ediyoruz" dedi...

 

Şimdi biz de, anlayan anlamayan herkese diyoruz ki: "Saddam'ın, İran’la savaştırılması ve Kuveyt'e sokulması gibi; sömürgeci AB-D diplomatlarının önerileriyle yönlendirilen dış politikada, liderlik değil; olsa olsa, en iyi ihtimalle uşaklık olur."

 

Deniz KAÇAĞAN