Diğeri ise Sivas Kongresi Delegelerinden Tarihçi İsmail Hami Danişmend'in "Garp Menbalarına Göre Eski Türk Seciyye ve Ahlakı" adlı çalışması...
İkinci çalışmanın, bir tür propaganda yayını olan birinci eseri kalıcı kılmak için yapıldığı içerik benzerliğinden belli oluyor.
Her iki kitapta da Türklerin, 1500'lerden 1900'lere kadar Avrupalı gezginleri ve diplomatları hayrete düşüren ahlak yüceliğinden örnekler veriliyor.
Örnekler genellikle İstanbul'dan veya kentlerden verilmiş olsa da anlatılanlar bize hiç yabancı gelmiyor.
Eski ahlakımız, dünyaya nizam vermek isteyen Türklerin taşıması gereken özellikleri yansıtıyor.
Anlaşılan o ki; Osmanlı asırları boyunca İmparatorluğun asli unsuru, muhafızı ve ev sahibi olan Türkler, zamanla birer "dâhiliye diplomatı" gibi her adımını büyük bir titizlikle atar hale geliyor. Azınlıklara, yabancılara ve devletine karşı inceliyor, kibarlaşıyor.
Bunu her imparatorluk kurucusu kavim başaramazdı. Belli ki, burada yine Türklerin Orta Asya'dan alıp, Horasan üzerinden getirdiği yüksek kaliteli inanç kültürü, Yunuslar, Mevlanalar, Hacı Bektaş-ı Veliler etkili oluyor.
Peki biz bugün bunları, neden yeniden gündeme getiriyoruz?
Birincisi bugünlerde bir Amerikan korku filmi izler gibi seyrettiğimiz "İŞİD İslamı"ndan neden bu kadar uzak olduğumuzun sebeplerini araştırıyoruz.
İkincisi, o eski ve dillere destan Ahlakımıza ne olduğunu, neden ahlaksızlığa prim veren bir toplum haline geldiğimizi sorguluyoruz.
"Bize ne oldu böyle?" Bence bunu bir an önce araştırmalı, kendimizi sorgulamalıyız.
Tarih, bize "yalan kültürünün yaygınlaşması"yla yakın Tarihte yaşanan olaylar arasında bir bağ olduğunu gösteriyor.
İmparatorluk tarihinde bazı etnik grupları kuşatan "yalan kültürü" devlet otoritesiyle bu toplumlar arasındaki ilişkiye endeksli olarak gelişmiştir.
Kendinizi Türklere vergi vermek zorunda olan bir Rum olarak düşününüz. Ne yapacaksınız? Neredeyse "ibadet eder gibi" vergi kaçıracaksınız.
Kendinizi hayatınızı idame ettirmek için yüzyıllarca Haraç ve Cizye ödemek zorunda olan bir Gayrimüslim olarak düşününüz. Ne yapacaksınız? "Bu yıl beş yüz okka buğday yaptım" diyerek devlete yalan söyleyeceksiniz.
Hatta cizyeden yırtmak için oğlanlardan birini devletten saklayacaksınız! Hele de Sabatay Sevi gibi bir maceranız varsa "ismi bile sahte dönmeler" kriptolar haline geleceksiniz.
Şimdi bu konuda biraz fikir verdikten sonra günümüze gelelim. Türkiye'de şu an en ahlaklı, en az yalan söyleyen topluluklar kimler? Bence Askerler, Türk Milliyetçileri ve samimi Cumhuriyetçiler…
Neden? Çünkü önceden olduğu gibi son yüz yıldır da devlet baskısını üzerlerinde hissetmiyorlar.
Peki en ahlaksızı, en yalan meyilli ideolojik gruplar kimler? Kriptolara ilave olarak siyasal İslamcılar ve Kürtçüler… Yani AKP yöneticileri, Cemaat ve PKK… Bunların ortak özelliği yalan söylemek… Bu gruplar, önce devleti ve halkı sonra da birbirlerini, sürekli kandırıyorlar.
Sebep?.. Anayasal açıdan yasak olan işlerle meşguller ve bu durumlarını meşru hale getirmek için önce yalanlarla güç kazanmak sonra da diğer azınlıklar gibi ihtilal yapmak zorundalar.
Türk ahlakının son yüzyıllarda önce baskı altında yalan söylemeye alışan azınlıklardan etkilenerek sonra da Anayasaya aykırı ideolojik uğraşların etkisiyle genel olarak bozulduğu bir gerçektir.
Yalanları adeta dizi film olan Başbakan Erdoğan'ın, normal bir hükümeti defalarca çökertecek 17-25 yolsuzluklarına rağmen ayakta durmasının sebeplerini bu tarihsel perspektifte incelemek gerekir.
PKK'nın 45.000 ölümlü kanlı bir süreçten sonra tabana oturmasını ve ahlak sorgulamasından sıyrılmasını da aynı çerçevede değerlendirmeliyiz.
Aynı şekilde yakın tarihin dürüst toplulukları olan askerlerin, Milliyetçilerin ve Cumhuriyetçilerin halktan hak ettikleri desteği bulamaması da bu geçmişin ışığında sorgulanmalıdır.
Eğer İngiliz merkantilizminin etkisiyle modern çağın insanlarına "rab" olan hitabet, hile, hırsızlar ve haramiler tanrısı Merkür'ü yenmek istiyorsak bu konulara kafa yormaya mecburuz.