Ya Erdoğan ya da demokrasi


Bu ifadelerden Cumhurbaşkanı’nın devletin değil de bir partinin başı olduğu sonucunu herhalde kimse çıkaramaz. Cumhurbaşkanının Türkiye Cumhuriyeti anayasasına göre de “Türk Milleti” nin birliğini temsil ettiği ifade edilmektedir. Türk milleti kavramını ağzına almadan Türk Milletinin birliği için çalışmanın mümkün olmadığı da açıktır.

Cumhurbaşkanı olarak Erdoğan şu ibarelerin de içinde olduğu bir yemin yapmıştır: “... Anayasaya, hukukun üstünlüğüne, demokrasiye, Atatürk ilke ve inkılâplarına ve lâik Cumhuriyet ilkesine bağlı kalacağıma... Üzerime aldığım görevi tarafsızlıkla yerine getirmek için bütün gücümle çalışacağıma Büyük Türk Milleti ve tarih huzurunda, namusum ve şerefim üzerine and içerim.”

Yapılan yemin Anayasa, hukukun üstünlüğü, Atatürk ilke ve inkılapları ile laik cumhuriyet konusunda taraftarlık ve bağlılık öngörüyor. Cumhurbaşkanlığı görevinin TARAFSIZLIK içinde yerine getirileceği taahhüdünde bulunuluyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Anayasal görevi ve ettiği yemine göre bir partinin başı gibi davranması mümkün değildir. Siyaset yapması ise mümkün olmadığı gibi suçtur. Mevcut Anayasaya göre Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın siyaset yapması

Anayasanın ihlali olduğu kadar demokratik sisteme ve milletin birliğine de suikasttır.

7 Haziran Milletvekili Genel Seçimleri dönemine girildiği bir zamanda Cumhurbaşkanı sıfatlı Erdoğan, miting meydanlarına çıkmıştır. Başkanlık sistemi için vatandaştan oy istiyor. Halbuki ortada milletvekili genel seçimleri var, başkanlık sistemi ile ilgili bir referandum ya da seçim yoktur.

Cumhurbaşkanı “Mevcut sistem artık bize dar geliyor, 400’ü verin bunlardan kurtulalım” diyor. Muhalefeti eleştiriyor. Tehdit ediyor, meydan okuyor ve konuşuyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dört yüz milletvekilini AKP için istediği ve AKP’ye destek mitingleri yaptığı ayan beyan ortadadır. Cumhurbaşkanı resmen fiili durum yaratarak siyaset yapıyor.  

Erdoğan’ı bu denli cüretkâr yapan, yaşanan sürecin sonucudur. Gelinen aşamada Erdoğan ordu, yargı ve bürokrasi üzerinde tam anlamıyla bir parti kontrolü kurdu. İtiraz etme ihtimali olan medyayı, üniversiteleri susturdu. AKP’nin karşısına çıkma ihtimali bulunan iş adamlarını ve STK’ları kamusal alanda sildi.

Journal of Democracy dergisinde LarryDiamond, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın işi getirdiği noktayı şöyle ifade ediyor: “Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın elinde akıl almaz ve giderek kabul edilemez düzeyde kişisel güç birikti... İktidarın istismarı ve
kişiselleşmesi, yanı sıra Türkiye’deki rekabet ortamının ve özgürlüğün kısıtlanması gizli ve derindendi... Fakat gelinen noktada bu eğilimler belli bir eşiği aşmış ve ülkeyi demokrasinin asgari standartlarının altına indirmiş görünüyor.”

Cumhurbaşkanı Erdoğan, yalnız Anayasa’nın ya da siyaset kurumunun değil demokrasinin de en büyük düşmanı olduğunu ortaya koymuş bulunmaktadır.

Erdoğan ve benzeri liderlerin yaptıklarını Diamond, neo-patrimonyal bir durum olarak nitelendirmektedir. Neo-patrimonyal liderlerin istediği herşeyi yapabileceğini, demokratik denetim mekanizmalarını aşındırdıklarını, kurumların hesap verebilirliğini
ortadan kaldırdıklarını, görev süresi sınırlarını ve yasal kısıtlamaları çiğnediklerini, iktidarı ve zenginliği kendi ellerinde, ailelerinin, yandaşlarının ve parti üyelerinin elinde topladıklarını ifade etmektedir.

AKP iktidarı on iki yıl sonra geldiği aşamada milletin değil Erdoğan’ın iktidarını kişiselleştirmiştir. İktidarın kişiselleşmesi, kişisel iktidarın kurulması demek değildir. İktidarın kişiselleşmesi mevcut kurumların geri planda kalarak alınmış kararların bir kişiye, lidere atfedilmesi ve tüm devlet yönetiminin bir tek kişi tarafından temsil edildiğinin kabul edilmesi demektir.

Önümüzdeki süreç, milletin iktidarı ile Erdoğan’ın kişisel iktidarı karşı karşıya gelecektir. Tercih ’Ya Erdoğan ya demokrasi; ya Türkiye ya AKP’ şeklinde gerçekleşecektir.