'Yüksek yargı'da kadro savaşları

1927’de TBMM’de yapılan ilk seçimden bu yana Cumhuriyet tarihinde bir benzeri görüldü mü bilemiyorum -sorduğum ’bir bilen’ler hatırlamıyor- ama Danıştay’a “Başkan adayı” bulunamıyor sayın seyirciler!
Sair zamanda insanların can (ve dahi takla) ata ata koşacağı bu makam, ne oldu da  “oturmaya aday olan yanar”  hale geldi bir anda!
Rivayet muhtelif Ankara’da...


***

En iyimser yaklaşıma göre;
Böyle oldu çünkü, Anayasa Mahkemesi’nin “Bu işler öyle Kanun Hükmünde Kararname ile olmaz” diyerek reddettiği “değişiklikler”in TBMM’den geçmesi beklendi!
Nitekim Danıştay Başkanlık Kurulu’nun yapısının yeniden düzenlenmesini de içeren  “Yargı Hizmetleri ile İlgili Olarak Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı” dün itibarıyla TBMM’den geçti.
Düzenlemede, yazıya konu başkanlık seçimini -bu seferlik- etkilemeyecek olsa da  “Yargıtay ve Danıştay üyesi seçilebilmek için hakimlik ve savcılık mesleğinde 20 yıl çalışma şartı” getirilmesi çok tartışma yarattı mesela.
12 Eylül referandumuyla yapılan anayasa değişikliği uyarınca daire ve üye sayısı artırılan Yargıtay ve Danıştay’a, -yeniden dizayn edilen HSYK eliyle- bizzat Adalet Bakanlığı’nca “blok halde”  yerleştirilen ve “cemaat kadrolarından” geldiğini sağır sultanın bildiği  “yeniler”in önü kesilmiş oluyor böylece. 
Rahatlıkla denilebilir ki iktidar ile cemaat arasında su yüzüne çıkan son  “kırılma”nın adı  “yüksek yargı”.
Cemaate yakınlığıyla bilinen isimler  “Seyfi Oktay döneminde başlayanlar mı girecek” kara propagandasını yürürlüğe soktu bile; belli, önümüzdeki günler yeni bir “sıcak çatışmaya”  gebe!

***

Kaldı ki Erdoğan’ın referandumdan bir yıl sonra 2011’de, bir televizyon kanalında  “Hizmetlerimizin önünde duran tek engel Danıştay kaldı” açıklaması henüz unutulmadı. Arınç’ın, seçilmesini  “Kurban olduğum Allah, verdikçe veriyor”  coşkusuyla karşıladığı Hüseyin Hüsnü Karakullukçu’nun Erdoğan’ın bu sitemi ile neredeyse eşzamanlı olarak göreve gelmesi herhalde tesadüf değildi!
İktidar bu kadar önemsediği bir makama neden aday çıkarmıyor/çıkaramıyor peki? Sebep gerçekten de yasal düzenlemenin beklenmesi mi? 
Asıl sancının  “İktidarın Erdoğan kanadı ile Gülen kanadı arasındaki anlaşmazlık” olduğunu söylüyor yargı ve siyaset kulisleri!
Erdoğan zinhar  “hizmet”çi yahut  “hizmet”e meyilli/teşne bir başkan istemiyor; velakin 12 Eylül referandumu sonrası  “kadrolaşma”sı buna, -en azından uzlaşılmadığı yahut Erdoğan “eskiler” le işbirliği yapmadığı sürece- imkan tanıyacak gibi gözükmüyor.
Kim bilir, Arınç  “iki tarafı da idare edecek” yeni bir sınıf arkadaşı yedeklemiştir belki bir yerlere diyeceğim de; onun referansı da  “çizik yeme” nedeni olabilir şu günlerde!
Ha bir de:
Erdoğan şu sıra,  “12 Eylül 2010”  tarihli takvim yaprağı elinde; kendim ettim kendim buldum türküsünü dinliyor olabilir mi sizce...


+++

Tek soruluk “hayır mı şer mi” testi
Basit bir ölçüdür ama çoğu zaman işe yarar. 
 “Niyet hayır” mı değil mi anlamak mı istiyorsunuz; tribünlere bakın.
Kimler seviniyor fark edebilmek önemli bir avantaj kazandırır  “aslında ne olduğunu”  anlama yolunda.
Misal:
AKP, TSK İç Hizmet Kanunu’nun, Türk ordusunu  “Cumhuriyeti koruma ve kollama”yla görevlendiren 35. Maddesi’ni değiştirmek üzere -sonunda- somut bir adım attı ya; bakın kimler canlı kalkan oldu iktidara.
Bir:
Mustafa Ünal... Zaman Ankara Temsilcisine göre  “Askerin elinden ’koruma ve kollama’görevi alınıyor” du ve bu  “Demokrasinin ruhuna uygun” du!
İki:
Ali Bayramoğlu... Yeni Şafak’ın  “akil”  yazarı, 35. Madde’nin kaldırılmasını  “hem bir devre, geçmişe yönelik bir defterin simgesel açıdan kapatılmasını, hem askeri vesayetten uzak yeni Türkiye tescilini iade etmek”  olarak yorumladı.
İlk bakışta derinliksiz, sığ bir metot gibi gelebilir. Ama denemenizi tavsiye ederim. Yapmanız gereken tek şey şu soruyu cevaplamak:
Zaman ve Yeni Şafak’ın hararetle savunduğu bir düzenleme Türkiye Cumhuriyeti’nin, Türk Milleti’nin “yararına”  olabilir mi?