Size dünya hayatında vazifesini yapmış bir insanın resmini göstereyim. Bu adamın adı Hafız Sabri Koçi Efendi'dir. Sıklıkla gördüğümüz tipler gibi bir eli bir yağda bir eli balda olmadı. Komünizm iktidara geldiğinde Arnavutluk'ta daha 23 yaşında genç bir hafızdı. 14 Haziran 1966'da Arnavutluk'ta tüm dini faaliyetler ve bir dine inanmak yasaklandığında ise Hafız Sabri Efendi'nin tek suçu, proleter felsefenin karşısında karşı devrim suçu işlemekti. O sıralarda 40'lı yaşlarda dinamik bir din adamıydı ama vakıflara komünistlerce el konulduğundan din adamları bu işi sadece gönüllü olarak yapıyorlardı. Ücretsiz ve halk yararına...

Zaten din adamı olarak maaşı yıllardır yoktu. Komünizmin gelmesiyle birlikte tesisat ve elektrik işi öğrenmek için yetişkin çağında çıraklık yapıp bu işi öğrenmiş olan bu adam, bu işi ömrünün sonuna dek ekmeğini kazanmak için kullandı.

Bir ikindi vaktinde 7 yaşındaki küçük oğlu Keramet'ten ayrılıp hapse atıldığında onu 20 yıl hiç göremeyecekti. Tam 20 sene 6 metrekarelik bir hücrede hapis yattı. Gencecik bir din alimi iken evine gelen 5 kişiyle götürüldüğü hapishaneden 1986'da 65 yaşında çıktığında hiçbir Tv ve radyo onun çıktığını söylemedi. Doğal olarak kimse onu bilmiyordu ve genç neslin böyle birinin yaşadığından haberi bile yoktu.

Çıktığında memleketi İşkodra'daki tüm camilerin yıkılmış olduğunu, sadece harap halde bir cami kaldığını ve hiçbir dini bilgisi olmayan insanların karşılıksız sevgisini ve hürmetini görecekti.

Kaldığı hapishane ise Spaç adında Arnavutluk'taki en kötü şöhrete sahip dağ başında bir hapishaneydi... Orada elektrikçilik ve kaynakçılık yaptı. Çalışmayan mahkumların gündelik yiyecek oranları düşürüldüğü için zayıf bedeniyle onların yerine de çalıştı. Aletleri koyduğu küçük kulübesinde ibadetlerini hep yaptı ve 1986'da hapisten çıktığında evini ziyarete gelen insanlar, evlerinde sakladıkları kitapları ona hediye olarak getirdiler. Artık özgürdü ama komünist Arnavutluk'ta kendisine iş verilmedi. Gerekçe ise 60 yaşını aşan kimseler çalışamaz, huzur evine gidebilir... şeklinde oldu. Demokrasiye dek geçecek 5 sene boyunca izinsiz olarak çok düşük bir kazançla da olsa inşaatlarda çalıştı.

1991'de Komünizm resmen yıkıldığında ayakta kalabilmiş tek camiyi açmak için meydanda biriken halk ve Sali Berişa ile birlikte hiç istemediği halde itilerek "bu görev senin" dendi. Yeryüzündeki ilk resmen ateist ülke olarak ilan edilen Arnavutluk'ta kimse bu kadar bir kalabalık beklemiyordu. Tiran'daki herkes meydanı doldurmuş ve 100 metrekarelik Ethembey Camii yetmeyeceği için açıkta insanlara seslenmişti. Meydan'da 100 binden fazla insana hitap edip müftülük görevini ölene dek layığıyla yaptı. Hiçbir zaman açık/kapalı, dindar/laik meselesiyle halkını ayırmadı. En üzüldüğü şey, evinin dört duvarını kaplayan 1.500 kadar kitabının komünistlerce yakılmış olmasıydı. Hayatının geri kalanında eline geçen ufacık maaşıyla hep kitap aldı. Öldüğü güne dek okudu... Oğluna dediği şu sözü önemlidir.

"Gücüm tükendiğinde demir parmaklıklara koşup kendimi vurdurtmayı düşündüm... ama sonra türlü işkencelere rağmen sabredip zafere yürüyen peygamberler aklıma geldi. Bu beni yaşama bağlayan tek şeydi".

Hapiste kaldığı dönemlerde kendisiyle birlikte hapsedilen katolik papazların da saygısını kazandı. Bazısı onun kollarında can verecek kadar onu büyükleri bildiler ve ona saygı duyan tüm Hristiyan din adamları onun için "çelik gibi bir insandı, cesurdu ve sırdaş nedir onda anlardınız. En kötü gününüzde bile sizi gülümseten bir espriyle sizi hayata bağlardı..." demişti.

Hafız Sabri Koçi, Sosyalizm yıkılırken gençleri camilerin açılması konusunda polis ve devletle çatışmadan koruyup bu işi halledecek olanın kendisi olduğunu söyledi. İşkodra'daki Kurşunlu Camii ibadete açılan ilk cami oldu.

Hiçbir siyasiden bir şey rica etmedi. Hiçbir ihaleyi, arpalığı ve gelir getiren mülkü, kendi yararına hiçbir talepte bulunmayı düşünmedi. Yüz doları biraz aşan emekli maaşıyla geçindi ve 2004'te dünyamızdan ayrıldı.

28 Ekim 1923'te Atatürk'ün İnönü'ye mektubu 28 Ekim 1923'te Atatürk'ün İnönü'ye mektubu

Mükellef sofralarda ağırlanmadı, devlet başkanları tarafından hasta yatağında ziyaret edilmedi. Keşke Yunan galip gelseydi de demedi. Konakçı gibi kürsüden kanalizasyon kusmadı, halkına merhamet etti...

"Ben bu insanların çoğunu kendi yavrum gibi bebekken bıraktım, onlar öyle sahipsiz kaldılar ki bir şey bilmiyorlar diye onları suçlayamam... Ömrüm izin verirse çalışırım ve tek yapabileceğim onlar için çalışmak ve dua etmek" dedi.

Hayatı boyunca hiç evi olmadı. Çocuklarının tahsil görmesine Komünist yönetim izin vermedi. Lise bile okumalarına müsaade edilmedi. Çocuklarının da günümüzde bir evi yoktur.

Ömrünün 20 senesini geçirdiği Spaç hapishanesi ise doğru dürüst ot bitmeyen bir dağlık bölgedeki esir kampıydı. Günümüzde bir ibret müzesi olarak korunmaktadır. Resmi aşağıdadır.

Hafız Sabri Koçi efendi gerçek bir Müslüman ve din adamıydı. Siyasilere yanaşmamış ama saygı görmüş biriydi. Para ve zenginlik içinde yüzüp fakirliği kutsayan bir ruhban değildi.

Allah rahmet eylesin ve yeri cennet olsun...

Dr. Yüksel Hoş

Editör: Kerim Öztürk