GÜNCEL

Atatürk’e muhalefet kanununu neden CHP değil de DP çıkardı?

Güncelliği nedeniyle bugüne kadar çok tartışılan ancak, sihirbazın şapkasından çıkan kuş misali uydurma ifadelerle anlatılan iki konuya açıklık getiriyoruz..  “Atatürk “Dictateur “mü? “Atatürk’e Muhalefet kanunu”nu, CHP değil de, neden DP çıkardı?

Güncelliği nedeniyle bugüne kadar çok tartışılan ancak, sihirbazın şapkasından çıkan kuş misali uydurma ifadelerle anlatılan iki konuya açıklık getiriyoruz..  “Atatürk “Dictateur “mü? “Atatürk’e Muhalefet kanunu”nu, CHP değil de, neden DP çıkardı?

Önce ‘Atatürk’e Muhalefet Kanunu’ nun içeriğini verelim.

Kanun Numarası:    5816

Kabul Tarihi:  Resmî Gazete Tarihi ve No:31/07/1951 – 7872

Madde 1:

Fıkra 1; Atatürk’ün hatırasına alenen hakaret eden veya söven kimse bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

Fıkra 2;Atatürk’ü temsil eden heykel, büst ve abideleri veyahut Atatürk’ün kabrini tahrip eden, kıran, bozan veya kirleten kimseye bir yıldan beş yıla kadar ağır hapis cezası verilir.

Fıkra 3;Yukarıki fıkralarda yazılı suçları işlemeye başkalarını teşvik eden kimse asıl fail gibi cezalandırılır.

Madde 2:

-Birinci maddenin ikinci fıkrasında yazılı suçlar zor kullanılarak işlenir veya bu suretle işlenmesine teşebbüs olunursa verilecek ceza bir misli artırılır.

Madde 3:

-Bu Kanunda yazılı suçlardan dolayı Cumhuriyet savcılıklarınca re’sen takibat yapılır.

Madde 4:

-Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

Madde 5:

-Bu Kanunu Adalet Bakanı yürütür.  (Kaynak; www.mevzuat.adalet.gov.tr/html/956.html)

*   *    *

“Kanunun çıktığı 1951’den günümüze kaç kişinin yargılandığını sonuçlarıyla beraber öğrenmek isterdim. Ancak Adalet Bakanlığı’nın istatistikleri arasında Türkiye’nin bu açıdan çekilmiş toplu bir fotoğrafı yoktu. Sadece 1987-2008 dönemine ait bazı rakamlara ulaşabildim.

Kamuoyunda Atatürk’ü Koruma Kanunu olarak bilinen 5816 sayılı Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kanun, 1951’de yürürlüğe girdi. Menderes Hükümeti’ni seçimden bir yıl sonra bu kanunu çıkartmaya, o dönemde Ticaniler’in Atatürk büstlerine saldırısının yönelttiği söylenir. Gerçek sebep bu mudur?

Bazı kaynaklara göre, bir gecede 17 tane büst kırma olayı oldu. Menderesin nereden geldiğini tahmin ettiği bu saldırılara karşı sessiz kalması düşünülemezdi Fakat asıl sebep bu saldırılar değil.

Atatürk vefat ettikten sonra İnönü Cumhurbaşkanı oldu. Milli şef dönemi başladı.

Paraların üstünden Atatürk resimlerini kaldırdı, kendi resimlerini bastırdı. İnönü Cumhurbaşkanı iken bile CHP’nin genel başkanıydı.

Menderes Başbakan olduktan sonra İnönü cumhurbaşkanlığından ayrılıp ana muhalefet partisi başkanı oldu.

Yani Menderes bu kanunu çıkartırken, siyasi rakibi olan İnönü’ye “laikliğin bayrağı senin değil benim elimde” mi demek istedi?

Hayır, İnönü’ye “Atatürk senden daha öndedir. Tek adam Atatürk’tür. Siz birinci adam değilsiniz” demiş oldu. Yani İnönü’ye ve İnönücülere karşı Atatürk kartını öne sürdü.

Nitekim, kanunun görüşülmesi sırasında Başbakan Adnan Menderes, CHP sıralarına ölümünün hemen ardından paralardan pullardan kendi reisleri olan Atatürk’ün resimlerini sildirdiklerini hatırlatıyor.

Menderesin Atatürk’ü koruma kanununu çıkarmasıyla İnönü’nün önemli bir atağı sonuçsuz kalmış oldu. Esasen böyle bir kanuna ihtiyaç olmadığını İnönü de Menderes de çok iyi biliyordu.

Bu kanun çıktıktan sonra Menderes döneminde saldırı vs. olmadığı için bir uygulama imkanı olmadı. Kanun, 1960 darbesine kadar kadük kaldı.

Menderes’in idamından sonra, içi doldurularak vizyona sürüldü…

“…Tutanaklara göre, bu kanun TBMM’de görüşülürken, önce “Atatürk’e bağlılık hislerimizin hep beraber ifadesi gayesiyle” Sözleriyle “üç dakikalık ayakta tazim sükûtu” yapılmış.

Demokrat Parti milletvekilleri arasında bu kanuna karşı çıkanlar olmuş tutanaklardan okuduğum kadarıyla. Ama çoğunluğu desteklemiş.

Tabii Demokrat Parti’nin 408 milletvekili gibi çok ezici bir üstünlüğü var mecliste. CHP’nin 69 milletvekili var. Bazı DP’li milletvekillerinin muhalefetine rağmen kolayca çıktı kanun.

Ben size oylamanın dağılımını söyleyeyim: Üye sayısı 487,

–20 milletvekilliği boşta. 288 kişi oy vermiş o gün. Kabul edenler 232,  Reddedenler 50 kişi. 6 kişi çekimser kalmış. 179 kişi oya katılmamış.

Çok ilginç. O dönemde, 50 milletvekilinin red oyu vermesi. Meclis tutanakları, birçok milletvekilinin, böyle bir kanunun çıkarılmasından rahatsızlık duyduğunu gösteriyor. Demokrat Parti milletvekili Halide Edip Adıvar, diyor ki:

–“Tasarıyı getirenlerin esas fikriyle hepimiz hemfikiriz fakat bunun için yeniden bir kanun yapmak, Atatürk’ü tarihten önceki Asuriler, Babillilerin yaptığı gibi Allahlaştırılmış putlaştırılmış insanlar arasına koymaktır.”

“… Yani daha evvel de dediğim gibi, kablettarih put haline gelen ve bugün yerinde yeller esen eski saltanatlar devrinde şahsı ilahileştirmek ve onlara adeta bir put gibi tapmak zihniyetinin tekrar hortlaması gibi geliyor bana.”

DP’li-CHP’li vekillerden ilginç görüşler

Demokrat Parti Ankara Milletvekilleri İstiklal Savaşı kumandanlarından Salahaddin Adil ile Osman Şevki Çiçekdağ de karşı çıkıyor. Anayasanın ruhuna ve Atatürk’ün mefkuresine uygun olmadığını söylüyorlar.

Çanakkale Milletvekili Bedi Enüstün “… Ben şahsen Atatürk’e bir kutsiyet izafe edebilir ve mabedim olan kafamın içinde kendisine tapabilirim Fakat millete mal olmuş inkılapları, reformları bir şahsın taştan veya topraktan yapılmış heykelinde arayan ve bir kağıt üzerindeki resminde sembolize eden dimağlardan ileri demokratik hamleler beklenemez.

Bendenizce bu layihanın kabulü Atatürk’ün ruhuna hürmetsizlik sayılır” diyor.

Çankırı milletvekili Kazım Arar da ilginç bir konuşma yapmış.

Şöyle diyor:

-“Atatürk’ün kapatılacak, gizlenecek, söylenmesinden tevakki edilecek bir tarafı mı vardı ki milletin ve matbuatım ağzını kapatalım.

-“… Arkadaşlar, Atatürk’ün inkılabı ve eserleri hakkında mevzuatımızda kafi derecede müeyyide vardır. Eğer kafi gelmiyorsa artıralım fakat şahıslar hakkında kanun çıkarmayalım. Böyle bir usulü biz ihdas etmeyelim.

-Her men edilen husus daha ziyade aleyhtar toplar. Bence bu kanun Atatürk’ün lehinde değil bizzat aleyhinde bir kanundur.”

DP Konya Milletvekili Abdurrahman Fahri Ağaoğlu da hükümeti, “faşist bir memleketten aynen alınan ceza kanununu değiştireceğine daha da totaliter bir rejimi devam ettirmekle” suçluyor, antidemokratik bulduğu bu tasarı ile “Biz rahmetli Atatürk’ün yolundan ayrılıyoruz” diyor.

“…Kanunun görüşülmesi sırasında CHP’lilerin tavrı da ilginç. Mardin Milletvekili Kamil Boran, yasa hakkında muhalif bir konuşma yapıyor. Diyor ki,

-“Eğer bugün Türk vatanında Atatürk’ü sevmeyenler, Atatürk’ün bugünkü Türkiye’yi yaratan inkılaplarını benimsemeyenler varsa, Meclis ve Hükümet el ele vermeli, ceza tehdidiyle değil, kafalara ve gönüllere hitap ederek bu gibilere Atatürk’ü sevdirmeye ve inkılaplarını benimsetmeye sây etmelidir”.

Görüldüğü gibi, meclis müzakerelerinde gereken her şey söylenmiş. Ciddi bir rahatsızlık söz konusu. Ama hükümetin getirdiği bir tasarının reddedilmesi de düşünülemez…

“…Yayla öncesinde, Ahmet Altan’a Atakürt başlıklı yazısından, İpek Çalışlar’a Latife kitabından dolayı dava açılmıştı. Yayıncılardan Ragıp Zarakol, Fatih Taş, Ahmet Önal, şairlerden Can Yücel var. Suçlananlar arasında çevirmenler de olmuştu, bazı dernek üyeleri de.

Evet, son dönemdeki örneklere bakıldığında daha çok, sol aydınları kurcalıyorlar. Yakın tarihle ilgili davalar da var.

Hatta Demirel’e soruldu. “Bandırma vapuru ile ilgili. Hiç köhne bir vapur değilmiş, çok gelişmiş bir vapur imiş… Hatta Atatürk’e Padişahın bizzat para verip Anadolu’ya gönderdiği. Daha bunları konuşmanın zamanı gelmedi diyor Demirel.

Böyle sanal bir tarih anlayışı oluşturulmuş. (1)

*       *      *

Bu pencereden bakıldığında;

-“Atatürk’ün büstleri kırılıyor ve Demokrat Parti, Atatürk’ü koruma yasası” çıkarıyor.”

Biz böyle düşünmüyoruz. Bu karşı düşüncemizin bir esinti kaynağı veya önceden yapılmış benzer bir açıklaması olmadığını (görmediğimizi) belirtelim.

Bu noktada DP, Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve Adnan Menderes’i tanıtmamız gerekmektedir.

DP’nin Genel Başkanı, Adnan Menderes. Kurucusu, Celâl Bayar, Kuruluş tarihi, 7 Ocak 1946’dır.

Kurucu, Mahmut Celâleddin Bayar (1883-1986) Manisa mebusu Türkiye Cumhuriyeti eski milletvekili, bakan, Atatürk’ün son başbakanı ve üçüncü cumhurbaşkanı.

Celâl Bayar, ilk ve orta öğreniminden sonra memuriyet hayatına atıldı. Ziraat Bankası’nda görev almış Bursa’daki çalışmalarını Deutsche Orientbank ‘ta sürdürmüştür. Daha sonra İttihad-ı Milli bankasında çalışmıştır.

1908 yılında İkinci Meşrutiyet’in ilanından sonra İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne katıldı. 1918 yılında Müdafaa-i Hukuk-ı Osmaniye Cemiyeti’ne girdi.

1913 yılı sonunda İzmir’e gelen Celâl Bayar, İttihat Terakki Cemiyeti’ne katmak için spor yapan ve aralarında Adnan Menderes’in de olduğu Altay’lı gençleri davet etti…

Birinci Büyük Millet Meclisi’nde Saruhan (Manisa) Milletvekili olarak görev aldı. 1921’de İktisat Vekili oldu…

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda mücadele adamı, politikacı ve iktisatçı olarak temayüz etti. Hindistan Müslümanlarının Türk İstiklal Harbine yardım olarak aralarında toplayıp gönderdikleri altınları kullanarak, 1924 yılında Mustafa Kemal’in emriyle Türkiye İş Bankası’nı kurdu ve bu Banka’nın ilk Umum Müdürü oldu.

Çok partili siyasi hayata geçilmesi üzerine 1946 yılında arkadaşları ile birlikte Demokrat Parti’yi kurdu ve başkanlığına getirildi. Demokrat Parti genel başkanı Celal Bayar’ın,

–1948 yılında, dönemin “Milli Şef”i İsmet İnönü’nün demokratik seçimlere izin vermesi için

-“Devr-i Sabık yaratmayacağız” (yani iktidara geldikten sonra yapılan yanlışların ve yolsuzlukların hesabını sormayacağız.)

Demesinden sonra bazı DPliler partilerinden istifa ederek, 19 Temmuz 1948’de Mareşal Fevzi Çakmak önderliğinde, Osman Bölükbaşı ile birlikte Millet Partisi’ni kurdular.  (2)

Bize göre buradaki şifre;

“Devr-i Sabık yaratmayacağız” yani iktidara geldikten sonra yapılan yanlışların ve yolsuzlukların hesabını sormayacağız) İfadesidir.

Bunu kim ifade etmektedir?

DP’nin kurucusu, İş Bankasının Umum Müdürü Mahmut Celal Bayar,

Burada konuyu biraz daha açmak adına  gelecek yazıda Affairisme anlatılacaktır.

Güncelliği nedeniyle Atatürk ve Dictateur konularına baktığımızda;

1) Tartışma konusu olan, “dictateur” mü?  sorusunun cevabını 1930 yılında bizzat Atatürk  vermektedir. “Bugünkü manzara aşağı yukarı bir    d i c t a t u r e    manzarasıdır ve Ben öldükten sonra arkamda kalacak müessese, bir istibdat müessesesidir.” (3)

2) “….Kurşuni üniforması içindeki Mustafa Kemal, bir köşede, sinirleri bozulmuş fakat ses çıkarmadan onları seyrediyor, atılmak üzere olan yabanıl bir bozkurt gibi gergin oturuyordu.

Komisyon teklifin karşısındaydı. Bir üyesi bile teklifin lehine konuşmamıştı. Kaybedecekti.

Ne ki, daha ilk rauntta kaybetmeyi göze alamazdı. Önemsiz şeyler hakkında yapılan bu amaçsız, sonu gelmez tartışma onu kızdırmıştı. Sinirleri iyice bozulmaya başladı. Bu malumatfuruş budalalar sürüsü, ölü bir kurumun yozlaşmış yapısını destekleyecek materyal bulmak için kelimelerle oynarken, Gazi, egemen olarak kendisi bütün gün oturup bekleyecek miydi?

Ansızın bütün kontrolünü kaybetti. Öfkeden titreyerek, homurdanarak bir masanın üzerine sıçradı ve toplantıyı durdurdu.

–”Efendiler, Osmanlı Sultanı egemenliği halktan zorla almıştır,” dedi “ve halk şimdi zorla onu geriye alıyor. Saltanat Hilafet’ten ayrılmalı ve kaldırılmalıdır.

Bu görüşe katılır ya da katılmazsınız, bu sizin bileceğiniz iş. Ama ne olursa olsun bu gerçekleşecektir, bu arada bazılarının kafaları kesilse dahi.”

Diktatör emirlerini vermişti. Saygıdeğer başkan ayağa kalktı ve konuştu: “Efendiler,” dedi, “Gazi bize meseleyi bizim ele aldığımızdan çok farklı bir bakış açısından izah etti.”

Mebuslar tehlikeden kurtulmak için aceleden birbirlerini ite kaka Meclis’e bu önerinin yasalaştırılmasını tavsiye etmeye koştular; Saltanat kesinlikle Hilafet’ten ayrılmalıydı; Saltanat’ın kesinlikle ilga edilmesi ve Vahdettin’in ülkeden çıkarılması şarttı.

Uzun giysilerinin eteklerini kavuşturarak, bu zincirsiz bozkurt üzerlerine atlamadan önce savuşabilmek için kaçıştılar.

Meclis, tasarıyı görüşmek için hemen oturuma geçti. Tartışmaya başladılar. Mustafa Kemal, Meclis’in genel havasının kendisine karşı olduğunu anlamıştı. Bir an evvel oylamaya geçilmesini sağlamalıydı. Her ne pahasına olursa olsun kazanması şarttı. Kişisel taraftarlarını toplantı salonunun bir tarafına topladı ve derhal açık oylamaya geçilmesini istedi.

Kimi mebuslar tasarının ad okunarak oylanmasını talep etti. Mustafa Kemal buna karşı çıktı. Taraftarları silahlıydı; içlerinden bazıları her şeyi yapabilecek karakterdeydi; emir alırlarsa silahlarını hiç duraksamadan kullanacakları kesindi.

“Meclis’in oybirliğiyle kabul edeceğinden eminim” dedi. Sesinden bir tür tehdit seziliyordu ve taraftarları da ellerini bellerine atmışlardı. “Ellerin kaldırılması yeterlidir.” (4)