MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin Öcalan çıkışına tepkiler gelmeye devam ediyor. Toprak Hattı Grubu Nas’a dikkat çekerek bir açıklama yaptı.
Açıklama şu şekilde.
Kur’ani bir ifade olan bu başlıktan da anlaşılacağı gibi, herhangi bir katili devlet erki de dahil olmak üzere hiç kimsenin affetme yetkisi yoktur; eğer birileri böyle bir yetkiyi kendilerinde görürlerse o zaman ilahi iradeye ters düşmüş olurlar ki, Müslümanların böyle bir riski göze almamaları beklenir.
Biz dini hukukla mı yönetiliyoruz diyenler olabilir, ne var ki, “Hukuk”un dini olanı ya da olmayanı olmaz, hepsi “insani” olanda birleşir. Çünkü Hukuk insanidir. Medeni denilen kanunlar bunu hep göz önüne alırlar ve almışlardır. Üstelik son çeyrek asrın Türkiye yöneticileri dini dillerinden hiç düşürmemektedirler. Eğer gerçekten inanıyorlarsa inançlarına ters hareket etmemelidirler.
“Ceza görmemiş ilk suçtan daha cesaret verici bir şey olamaz” diyen Marquis de Sade, gaddarlıkta sınır tanımayan azılı bir katilin ceza çekmekten kurtarılması halinde yığınları suç işlemekten alıkoymanın mümkün olmayacağına dikkat çekmek istemiştir.
İlahiyatçı Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı “Af” kavramıyla ilgili olarak şunları kaydeder: “İslam hukuku açısından af, sanık hakkındaki hukuki işlemden vazgeçme ya da mahkûmun cezasının bir kısmını veya tamamını bağışlama anlamında kullanılır. İslam dininin suçlara ceza tayin etmesinin temel nedeni, suç işlemenin önlenmesi, dolayısıyla toplum düzeninin korunarak insan hak ve özgürlüklerinin güvence altına alınmasıdır. İslam ahlakçıları affetmeyi Müslümanlar arasında riayet edilmesi gereken bir din kardeşliği görevi ve hakkı olarak düşünmüşlerdir. Ancak bu yöndeki en önemli tartışma hangi suçların affedilebileceği veya edilemeyeceği hususudur. Bir kişiye karşı kötülük ve haksızlık yapan kimsenin haksızlığa uğrayan kimse tarafından affedilebileceği, üstelik bunun bir fazilet olduğu hususunda bütün ahlakçılar görüş birliği içindedirler. Bir suçlunun, haksızlığa uğrayan taraf rıza göstermedikçe başka herhangi bir kişi ya da kuruluş/devlet tarafından affedilemeyeceği de yine aynı şekilde ittifakla benimsenmiştir” (TDV İslam Ansk. 1/394)
Bu hususta bize İsra suresinin 33. Ayeti yol çizmektedir ki bu ayette şöyle buyurulmaktadır:
“Nefsi müdafaa, kısas ve savaş gibi haklı bir neden bulunmadıkça Allah’ın kutsal/dokunulmaz kıldığı cana kıymayın sakın! Bununla birlikte Biz haksız yere öldürülen kimsenin velisine/yakınına kısas veya fidye/tazminat istemek üzere yetki verdik. Bu konuda yetki verilen kişi kendince adaleti sağlamak üzere bir kişiye karşılık iki ya da daha fazla kişiyi öldürmek gibi bir aşırılığa kaçmasın. Çünkü maktulün velisine böyle bir yetki verilmekle gereken yardım zaten yapılmıştır”.
Bu ilahi beyanda haksız yere öldürülen bir kimsenin velisine, katile yasal cezanın uygulanmasını talep etme ya da onu affetme şıklarından birini tercih etme yetkisi verildiği bildirilirken bu konuda başka herhangi birinin bir yetkisi olmadığına da işaret edilmektedir. Ayette ayrıca maktulün velisinin ölüm cezasını tercih etmesi halinde aşırılığa kaçmaması da istenmektedir ki, bu aşırılık da işkence, organları kesip doğrama ve parçalara ayırma gibi hususlar olacağı gibi, katilden başkasına zarar vermeyi de içerir. Nitekim cahiliye döneminde maktulün yakınları sadece katilin öldürülmesiyle yetinmez, ya ondan daha şerefli birini veya bir kişiye karşı iki ya da daha fazla kişiyi öldürmedikçe adaletin yerine gelmeyeceğine inanırlardı. İşte ayet bu haksızlığa karşı çıkmakta ve böyle bir uygulamayı yasaklamaktadır.
Evet Genel Af, bir ceza hukuku kurumudur (m. TCK m.65/1); genel ve özel af çıkarma yetkisi de yasa yapma yoluyla TBMM’ne ait bir yetkidir, ancak bu ayetin sonunda katile verilecek cezayı takdir etmek suretiyle maktulün yakınına nasıl davranacağı, bildirilirken, aynı zamanda onun başka yollara başvurmaması gerektiğine de vurgu yapılmış olmaktadır. Yani yasa yoluyla da olsa bu hüküm değiştirilmemelidir. Hele İslami referanslara atıfta bulunmayı ihmal etmeyen bir yönetimin böyle bir yanlışın içinde olmaması beklenir.
İlahi beyanlar çerçevesinde düşünüldüğünde ülkemizde hem bölücü hem de cani başı olarak nam salan acımasız teröristbaşı Abdullah Öcalan’ın kesinleşmiş cezasına rağmen affedilmesinin uygun olmayacağını söylemek vicdanlara bir sesleniştir. İlahi buyruklara ters düşmeyi göze almayan hiçbir yetkili böyle bir şeye tevessül edeceğine ihtimal vermiyor ve bu hususta asla yanılmak istemiyoruz. Ayrıca Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 23 Eylül 2018 tarihinde basına verdiği beyanatı da garanti olarak görmeyi diliyoruz:
MHP’nin hazırladığı ve pazartesi günü TBMM’ ine sunmayı planladığı af tasarısına ilişkin görüşü sorulan Cumhurbaşkanı Erdoğan şunları söyledi: “Konuyla ilgili bazı açıklamaları duyduk. Fakat bu konudaki temel ilkemiz şudur: Eğer bir suç, devlete karşı işleniyorsa, devletin bunu affetme yetkisi olabilir; fakat şahıslara işleniyorsa, bunun affetme yetkisi devlette değildir. Bunu affedebilecek merci, o şahısların mazlum, mağdur insanların ta kendileridir. Biz o yetkiyi devlet olarak kendimize alamayız. Düşünün ki, bir ailede bir kişinin eşi, kardeşi öldürülmüş, devlet olarak biz bunu affedebilir miyiz? O yetki ancak o ailenin kendisine aittir”.
Bilinen bir husustur ki, bir yakını haksız yere gaddarca öldürülen birine biraz nefes aldıran ve acısını bir nebze de olsa dindiren tek şey devletin katili sorgulayıp cezalandırmasıdır. Bu cezanın verilmediği ya da suçlunun affedildiği durumlarda maktulün yakınları daha da kahrolmakta ve iyice çaresiz hale gelmektedirler ki, onlara böyle bir duyguyu yaşatmak Müslümana yakışan bir şey olamaz.
Asker, polis, kamu görevlisi, ülkenin eğitim fedaisi gencecik bay-bayan öğretmenler, halkımızın manevi mimarı fedakâr cami görevlileri, bebekler-çocuklar, kadınlar ve erkeklerden oluşan binlerce şehidin yanında bunların yüz binlere varan mağdur ve mazlum yakınlarının ahını almaya kalkışmak doğrusu büyük bir yanlışa düşmek demektir. Böyle bir yanlıştan dönülmesi hem bu işi başlatanların hem de bütünüyle Türk milletinin hayrına olacağını asla unutmamak gerekir. Ayrıca gözünü kaybetmiş, ayaklarından-kollarından olmuş, başkası olmadan yaşayamaz hale gelmiş binlerce mağdur ve mazlumu hesaba katmamanın öteki dünyada bir hesabının olacağını da göz önünde bulundurmak gerekir.
Bizim beklentimiz, herkesin bütün insanlığı tek vücut olarak görüp herhangi bir insanın acısını aynı oranda hissederek yaşamasının önemine dikkat çeken peygamberi tavsiyeye uymasıdır (Buhari, Edep). Zaman kaybetmeden olaya bir de bu açıdan bakmakta yarar görmekteyiz.