GÜNCEL

Blood Borders.. ‘BOP Nedir’

Türkiye’de BOP haritası sıkça yayınlandı ama bu haritanın ne şekilde hayata geçirileceğine dair yani “ülkemiz ve bölgemizde neler yaşanacak ki bu harita hayata geçirilecek”, işte bunu anlatanımız belki de hiç olmadı.

Türkiye’de BOP haritası sıkça yayınlandı ama bu haritanın ne şekilde hayata geçirileceğine dair yani “ülkemiz ve bölgemizde neler yaşanacak ki bu harita hayata geçirilecek”, işte bunu anlatanımız belki de hiç olmadı.

Öte yanda BOP haritası yayımlandı yayımlanmasına ama bu haritaya ek bir yol haritası da yok mudur yani bu haritayı çizenler bunu ne amaçla yaptıklarını bir plan ya da makale ile anlatmamış mıdır?

Öyle ya 22 ülkenin sınırlarını değiştireceği zorbalığıyla ortaya çıkan ABD’nin bu işi nasıl adım adım gerçekleştirebileceği konusu hep karanlıkta kaldı.

İşte Bugün Türkiye ve Ortadoğu’da yaşanılan olayların ne anlama geldiğinin anlaşılabilmesi için bu karanlığın aydınlatılması gerekiyor..

BOP yani sözüm ona Büyük işin aslı Küçük Ortadoğu Projesi dört aşamalıdır:

Hedef seçilen ülkelerde yönetimi ele geçirme, kaynakların yönetimini ele geçirme, etnik ve dinsel temelde ayrıştırma ve parçalama…

1nci Aşama: Hedef ülkelerin yönetimlerini ele geçirme:

Bunun için seçenek çok.. ya “doğrudan işgal” tıpkı Irak’ta yapıldığı gibi, ya “iç karışıklık ve iç çatışma” çıkartmak yoluyla tıpkı Libya ve Mısır’da yapıldığı gibi, ya “hem iç savaş hem müdahale” yoluyla tıpkı Suriye’de halen yaşanmakta olduğu gibi.. ya da demokrasi eliyle demokratik seçimlerle o ülkenin yönetimini işbirlikçiler vasıtasıyla ele geçirmek  gibi..

Böylece hedef seçilen ülkenin merkezi yönetimini projeye uygun hale getirmek.

2nci Aşama: Hedef ülkelerin kaynaklarının yönetimini ele geçirmek:

Bunun için de seçenek çok.. ya “özelleştirme” diyerek o ülkenin stratejik kaynaklarını doğrudan satın almak, ya “yabancı sermaye” diyerek işbirlikçi yerli sermaye eliyle kaynakları dolaylı satın almak Libya ve Mısır’da olduğu gibi.. ya da  doğrudan müdahale ile işgal edilen ülkelerde silahlı güçlerle kaynaklara el koymak tıpkı Irak’ta olduğu gibi…

 Böylece yeraltı ve yerüstü ekonomik hatta insan kaynaklarının yönetimini ele geçirmek.

3ncü Aşama: Hedef ülkelerdeki insanları ayrıştırmak ve ayrışan grupları güçlendirmek:

Hedef ülkelerde birlikte yaşamakta olan insanları etnik, dinsel ve mezhepsel farklılıklar temelinde, “ileri demokrasi, insan hakları ya da özgürlükler” diyerek ayrıştırmak tıpkı ülkemizde etnik ve mezhep vurguları yapılarak ayrıştırıldığı gibi.. ardından yasal düzenlemeler ya da hükümet uygulamaları ile ayrışan grupları güçlendirmek tıpkı ülkemizde Türk-Kürt, Alevi-Sünni diye ayrıştırma gayretlerinin görüldüğü gibi…

Böylece ayrışan grupları kendi içinde savaştırmak tıpkı Irak, Suriye, Libya’da ve Mısır’da olduğu gibi.. model ülkelerde ise bir olan ulusları kendi içinde demokrasi içinde bölünmeye hazır hale getirmek.

4ncü ve Son Aşama: Anayasa ile Bölmek:

İç savaşa sürüklenmiş ülkelerde demokratik çözüm diyerek küresel müdahalelerle anayasal çözüm diyerek parçalamak tıpkı Irak ve Suriye’de yaşanmakta olduğu gibi.. model ülkelerde ise devlet mekanizması ve kaynak yönetiminin gücünü kullanarak  ya anayasal düzenlemelerle bu ülkeleri pojeye uygun hale getirmek.

İşte “BOP BOP” diyerek bölgemizdeki ülkelerinin parçalanması ve sınırlarının değiştirilmesi için uygulanan planın satır başları budur.

BOP Haritasını çizen Amerikalı bir asker Ralph Peter’s’dir. Çizdiği harita ve bu haritaya ek gerekçeleri “Kanlı Sınırlar” başlığı altında açıklamış ve bunlar ABD Silahlı Kuvvetler Dergisi’nin Haziran 2006 baskısında yayımlanmıştır.

BOP haritası öylesine açık yazılmıştır ki “bu planın uygulanması sonucunda Türkiye’nin kaybedeceği” vurgusu da uluslararası ilişkiler açısından hiçbir kaygı duyulmaksızın yapılmıştır.

İşte BOP Türkçe Tam Tercüme:

“Uluslararası sınırlar hiç  bir zaman tamamen adil değildir. Fakat sınırların birbirlerine zorladığı veya ayırdığı tarafları maruz bıraktığı adaletsizliğin derecesi çok önemli bir fark yaratır. Bu fark çoğu zaman özgürlük veya baskı, hoşgörü veya mezalim, kanunun veya terörizmin hüküm sürmesi hatta barış veya savaş arasındaki farktır.

Dünyadaki en gelişigüzel ve tahrif edilmiş sınırlar Afrika ve Orta Doğu’dadır. Kendi çıkarlarını düşünen (kendi sınırlarını tanımlarken yeteri kadar problem yaşamış olan) Avrupalı’lar tarafından çizilmiş olan Afrika’nın sınırları milyonlarca yerli sakinin ölümünü provoke etmeye devam etmektedir. Ancak Orta Doğu’daki adaletsiz sınırlar – Churchill’den bir alıntı ile – yerel olarak tüketilebilecek miktardan daha fazla sorun üretir.

Orta Doğu’nun işlevsiz sınırlardan çok daha fazla problemlere sahip olmasına karşın – kültürel tıkanıklıktan, skandal eşitsizlikler ve ölümcül dini aşırılıklara kadar- bölgenin toplu başarısızlığını anlama çabasındaki en büyük tabu İslam değil, kendi diplomatlarımız tarafından tapınılan çirkin ancak kutsal uluslararası sınırlardır.

Tabi ki ne kadar katı olursa olsun, hiç bir sınır değişikliği Orta Doğu’daki tüm azınlıkları  aynı anda mutlu edemez. Bazı durumlarda etnik ve dini gruplar bir arada yaşamakta, birbirleri ile evlenmekte ve birbirlerine karışmaktadır.

Başka yerlerde kan bağı veya inanç bağı temelli birleşmeler günümüzdeki taraftarlarının beklediği kadar mutluluk verici olmayabilir.

Bu makale ile birlikte verilen haritalarda öngörülen sınırlar, Kürtler, Beluclar, Şii Araplar gibi en kayda değer “kandırılmış” nüfus gruplarının maruz kaldığı yanlışları düzeltmeye çalışmakla birlikte Orta Doğu Hıristiyanları, Bahailer, İsmaililer, Nakşibendiler ve diğer birçok sayısal olarak küçük olan azınlıkları yeteri derecede temsil etmez.

 Ve unutulması güç bir yanlış, bölge ile ödüllendirmekle asla düzeltilemez: Ölmekte olan Osmanlı İmparatorluğu tarafından Ermenilere uygulanan soykırım.

Ancak burada yeniden tasavvur edilen sınırların düzeltemediği tüm haksızlıklara rağmen, bu derece büyük hudut revizyonları olmadan, daha barış içinde bir Orta Doğu asla göremeyiz.

Sınırlar ile oynanmasına şiddetle karşı çıkan kişiler bile, mükemmel olmasa dahi, İstanbul Boğazı ve İndus ırmağı arasındaki ulusal sınırların daha adil bir şekilde değiştirilmesine yönelik bir çalışma ile iştigal etmekten fayda göreceklerdir.

Uluslararası devlet idaresinin hatalı sınırların yeniden düzenlenmesi için hiç bir zaman etkili araçlar -savaşa ramak kala- üretmediğini kabul ederek, Orta Doğu’nun “organik” sınırlarını anlamak üzere zihinsel bir çaba gösterilmesi önümüze çıkan ve çıkmaya devam edecek olan zorlukların derecesini anlamamıza yardımcı olur. Düzeltilene kadar nefret ve şiddet üretmeye devam edecek insan yapısı muazzam deformasyonlarla karşı karşıyayız.

“Düşünülemez” olanı düşünmeyi reddeden ve sınırların değişmemesi gerektiğini söyleyenlerin yüzyıllar boyunca sınırların sürekli değiştiğini hatırlamalarında fayda vardır. Sınırlar hiçbir zaman statik olmadılar, ve Kongo’dan, Kosova ve Kafkaslara kadar olan sınırlar günümüzde dahi hala değişiyorlar.

5,000 yıllık tarihten bir diğer kirli sır da şudur: Etnik temizlik işe yarar.

Amerikalı okuyucular için en hassas olan sınır konusu ile başlayalım: İsrail’in komşuları ile makul bir seviyede barış içerisinde yaşamak için herhangi bir ümide sahip olması için, 1967 yılından önceki sınırlarına -meşru güvenlik kaygıları için gerekli yerel ayarlamalar yapılarak – geri dönmesi gereklidir.

Fakat binlerce yıllık kan ile lekelenmiş bir şehir olan Kudüs’ü çevreleyen bölgelerin durumu bizim ömrümüz süresince çözümsüz kalabilir. Tüm tarafların tanrılarını birer emlak kodamanı haline getirdiği bir konuda toprak için yapılan savaşlar en az petrol zenginliği veya etnik çatışmalar için yapılan savaşlar kadar açgözlülük barındırır.

Bu sebeple üstünde fazlasıyla çalışılmış olan bu konuyu bir tarafa bırakalım ve göz ardı etmek için çok uğraşılmış konulara dönelim.

Balkanlar ve Himalayalar arasındaki adaletsizliği ile ünlü topraklardaki en göz alıcı haksızlık bağımsız bir Kürt devletinin yokluğudur. Orta Doğu’da bitişik bölgelerde yaşayan 27 ile 36 milyon arasında Kürt vardır (bu rakamlar muğlaktır zira hiç bir devlet dürüst bir nüfus sayımı yapılmasına müsaade etmemiştir).

Günümüz Irak nüfusundan daha büyük olan bu grup, düşük nüfus tahminini bile göz önünde bulundurduğumuzda Kürtleri  dünyanın  kendine ait bir devleti olmayan en büyük etnik grubu yapmaktadır. Daha kötüsü, Kürtler, Ksenofon’un zamanından beri yaşadıkları tepe ve dağların bulunduğu bölgeyi kontrol eden her devlet tarafından ezilmiştir.

Amerika Birleşik Devletleri ve koalisyon ortakları Bağdat’ın düşmesinden sonra bu haksızlığı düzeltmek için ellerine geçen muhteşem fırsatı görememişlerdir. Uyumsuz parçaların birbirlerine Frankenştayn canavarını andıran şekillerde dikilmesinden oluşan bir devlet olan Irak, o anda üç küçük devlete bölünmeliydi.

Korkaklık ve vizyon eksikliğinden bunu başaramadık ve Iraklı Kürtleri  yeni Irak hükümetini desteklemeleri konusunda zorladık – ki bunu iyi niyetimize karşılık olarak  isteyerek yapıyorlar. Ancak özgür bir halk oylaması gerçekleştirilecek olsaydı, hiç şüpheniz olmasın ki Irak Kürtlerinin neredeyse %100’ü bağımsız olmak için oy verirlerdi.

Şiddetli askeri baskılara maruz kalan ve on yıllar boyunca “dağ Türkü” olarak nitelendirilmek suretiyle kimlikleri yok edilmek istenen Türkiye Kürtleri de aynı şekilde oy verirlerdi.

Ankara’nın önünde bulunan  Kürt sorunu son on yıl içerisinde bir miktar kolaylaşmış olmasına rağmen baskı yakın tarihlerde tekrar yoğunlaştı ve  Türkiye’nin doğusundaki beşte birlik bölümü işgal edilmiş bir bölge olarak görülmelidir.

Suriye ve İran Kürtleri de mümkün olsa bağımsız bir Kürdistan’a katılmak isterlerdi. Dünyanın meşru demokrasilerinin Kürt bağımsızlığını muzaffer kılmayı reddetmeleri  medyamızı sık sık heyecanlandıran beceriksizce yapılan hafif günahlardan çok daha kötü bir insan hakları ihmalidir.

 Ayrıca Diyarbakır’dan Tebriz’e kadar uzanan bağımsız bir Kürdistan, Bulgaristan ve Japonya arasında en Batı yanlısı devlet olacaktır.

Bölgede yapılacak adil bir düzenleme Irak’taki üç  Sünni ağırlıklı bölgeyi budanmış bir devlet haline getirecektir ve bu bölgeler zaman içerisinde  Akdeniz’e yönelmiş bir Büyük Lübnan’a kıyılarını kaybetmiş olan Suriye ile birleşmeye karar verebilir ki bu durumda Fenike yeniden doğmuş olur.

Eski Irak’ın Şii güneyi, Basra Körfezinin çoğunu çevreleyecek bir Arap Şii Devletinin temelini oluşturur. Ürdün mevcut bölgesini koruyacak ve güneye doğru Suudi’lerden alacağı bir bölge ile genişleyecektir. Doğal olmayan Suudi devleti Pakistan kadar büyük bir parçalanma görecektir.

Müslüman dünyasındaki geniş  tıkanıklığın temel sebeplerinden biri Suudi Kraliyet Ailesinin Mekke ve Medine’ye kendi hükümranlıkları gibi muamele etmeleridir. İslam’ın en kutsal ibadet yerlerinin dünyanın en yobaz ve baskıcı rejimlerinden birinin – hak edilmemiş muazzam petrol zenginliğini yöneten bir rejim- polis-devlet kontrolü altında olması sayesinde Suudiler, disiplinci ve toleranssız inançlarına ait Vahabi vizyonlarını kendi sınırlarından çok ötesine yansıtma imkanını bulmuşlardır.

Suudilerin zenginliğe ve bu sayede nüfuza sahip olmaları peygamberin zamanından bu yana Müslüman dünyasının, ve Osmanlı işgalinden (Moğol işgali değil idiyse) bu yana Arapların başına gelen en kötü şey olmuştur.

İslam’ın kutsal şehirlerinin yönetiminde bir değişikliğe gidilmesine Müslüman olmayanların bir etkisi olamayacak olmasına rağmen, Mekke ve Medine’nin İslami Kutsal bir Devlet – Müslüman Vatikan’ı gibi bir oluşum- içinde dünyanın en  önemli Müslüman okulları ve hareketlerinin temsilcilerinden oluşan dönüşümlü bir konsey tarafından yönetiliyor olması ve bu sayede muazzam bir inancın geleceği hakkında fetva verilmesi değil tartışılabilmesine imkan tanındığını hayal edin.

Gerçek adalet -ki hoşumuza gitmeyebilir- Suudi Arabistan’ın kıyısal petrol sahalarını bu bölgede nüfusu yoğunluğu bulunan Şii Araplara ve güney doğu çeyreğini ise Yemen’e verir. Riyad çevresindeki bakiye Suudi Bağımsız bölgesine sıkışan Suudiler, İslam’a ve dünyaya çok daha az zarar verebilme imkanına sahip olacaktır.

Ele avuca sığmayan sınırları  ile İran, topraklarının büyük bir bölümünü Birleşmiş  Azerbaycan, Özgür Kürdistan, Arap Şii Devleti ve Özgür Belucistan’a kaybedecek, ancak günümüz Afganistan’ında bulunan Herat bölgesini kazanacaktır, bu bölge tarihsel ve dilbilimsel açıdan Pers İmparatorluğuna eğilimlidir. İran aslında tekrar etnik bir Pers devleti haline gelecektir ve cevaplanması gereken en zor soru Bandar Abbas limanını tutması mı yoksa Arap Şii Devleti’ne mi terk etmesi gerektiği olacaktır.

Afganistan’ Batı’da Pers’e kaybedeceği bölgeyi Pakistan’ın kuzey batı cephesindeki kabilelerin Afgan kardeşleri ile birleşmesi neticesinde (yaptığımız bu egzersizin amacı olmasını istediğimiz şekilde harita çizmek değil, yerel halkın tercihleri doğrultusunda harita çizmektir) doğuda kazanacaktır.

Doğal olmayan bir başka devlet olan Pakistan, Beluc bölgesini  Özgür Belucistan’a kaybedecektir. Geriye kalan “doğal” Pakistan, Karaçi yakınlarında batıya doğru bir bölge haricinde tamamiyle İndüs’un doğusunda kalacaktır.

Birleşik Arap Emirlikleri’nin şehir devletlerinin karışık bir kaderi olacaktır-gerçekte de muhtemelen olacağı gibi. Bir kısmı Arap Şii Devletine katılarak Basra Körfezinin çoğunu çevreleyebilir (Pers İran’ına müttefikten ziyade karşı denge olarak gelişmesi ihtimali olan bir devlet).

 Tüm katı kuralcı kültürler ikiyüzlü olduğu için, Dubai’nin de ihtiyaçtan zengin ahlaksızlar için oyun bahçesi statüsü korunacaktır. Kuveyt mevcut sınırları içerisinde kalacaktır, Umman gibi.

Her durumda yapılan bu sınırların teorik olarak yeniden çizilişi, etnik yakınlık veya dini eyaletçiliği yansıtır- bazı durumlarda ikisini birden yansıtır. Tabi ki eğer sihirli bir değnek sallayarak konuştuğumuz sınırları değiştirebilecek olsak, bu değişikliği seçici ve titiz olarak yapmayı arzu ederiz.

Ancak, değiştirilmiş haritayı incelediğimiz ve bugünkü sınırları gösteren harita ile karşılaştırdığımızda, 20nci. yüzyılda İngiliz ve Fransızlar’ın çizdiği sınırların,19ncu yüzyıldaki büyük utanç ve yenilgilerden çıkmaya çalışan bölgede sebep olduğu büyük yanlışlıklar hakkında bir fikir sahibi olmamız mümkündür.

İnsanların isteklerini yansıtan bir şekilde sınırların düzeltilmesi imkansız olabilir. Şimdilik. Ancak zamanla – ve kaçınılmaz sonucu olarak kan döküldüğünde- yeni ve doğal sınırlar ortaya çıkacaktır. Babil birçok kere düşmüştür. Bu esnada üniforma giyen erkek ve kadınlarımız terörizme karşı güvenliğimiz, demokrasi  umudu ve kendiyle savaşması kaderi olan bir bölgedeki petrol kaynaklarına erişim için savaşmaya devam edecekler.

Ankara ve Karaçi arasındaki bölgedeki mevcut insani bölünmeler ve zoraki ittifaklar, bölgenin kendine verdiği acılar ile birleştiğinde aşırı dincilik, suçlama kültürü ve teröristlerin istihdamı için mümkün olabilecek en uygun zemini sunmaktadır.

Erkekler ve kadınlar sınırlarına pişmanlık ile baktıkça, düşmanlar için de hevesli bir şekilde bakarlar. Dünyanın ihtiyaç fazlası teröristleri ve kısıtlı enerji kaynakları ile Orta Doğu’nun mevcut deformasyonları, düzelecek değil aksine kötüleşecek bir durum vaat etmektedir.

Ulusalcılığın sadece en kötü yönlerinin tutunduğu ve dinin en bayağı yönlerinin, hayal kırıklığına uğramış bir inanca hükmetmekle tehdit ettiği bir bölgede, Amerika Birleşik Devletleri, müttefikleri ve hepsinden önemlisi, silahlı kuvvetlerimiz sonu gelmeyen krizleri bekleyebilirler.

Irak, ümit ile ilgili karşıt bir örnek teşkil ediyor olsa bile – eğer gereğinden önce topraklarını terk etmez isek- bu büyük bölgenin geri kalan kısımları hemen hemen her cephede daha kötüye giden problemler sunmaktadır.

Eğer büyük Orta Doğu’nun sınırları, kan bağı ve inanç bağının doğal bağlantılarını  yansıtacak şekilde değiştirilemez ise, bölgede dökülen kanın bir bölümünün bizim kanımız olmaya devam edeceği hususunu dini bir inanç hususu gibi kabul etmemiz gerekecektir.

Kim kazanır – Kim Kaybeder

Kazananlar: Afganistan, Arap Şii Devleti, Ermenistan, Azerbaycan, Özgür Belucistan, Özgür Kürdistan, İran, İslami Kutsal Devlet, Ürdün, Lübnan, Yemen

Kaybedenler: Afganistan, İran, Irak, Kuveyt, Pakistan, Katar, Suudi Arabistan, Suriye, Türkiye, Birleşik Arap Emirlikleri, Batı Şeria

Ralph Peters

Not: Bu plan ve BOP haritası ABD Silahlı Kuvvetler Dergisi’nde Haziran 2006’da yayınlanmıştır.

Erdal Sarızeybek Araştırmacı Yazar

Büyük Suikast/ Kürt Gerçeğinde Bilmediklerimiz