Fethi Alikoç’un, “Muhtıra, darbe, cemaat ve yönetimlerle katledilen demokrasi; 7 LIDER 70 YIL (1950 – 2020) Anayasalar, partiler, seçimler, hükümetler” adlı kitabı Bilge Karınca yayınları arasında çıktı. Adından da anlaşılacağı gibi Alikoç’un bu kitabı, Türkiye’nin yakın tarihi hakkında yeterli bilgi sahibi olmayanlar için bir rehber kitap niteliğindedir. Cumhuriyet tarihini, 7 siyasi liderin dönemler çerçevesinde inceleyen başka bir kitap da yoktur...

26 Ekim Türk şehri Selanik'in bir hain tarafından tek kurşun atılmadan Yunan'a teslim edildiği tarihtir!  Unutmuyoruz... 26 Ekim Türk şehri Selanik'in bir hain tarafından tek kurşun atılmadan Yunan'a teslim edildiği tarihtir! Unutmuyoruz...

Önsözünü yazdığım kitaptan beş önemli olayı bilginize sunmak istiyorum:

Birinci olay: 1957 seçimleri, saat 17:00’de bitecek ve sandıklar açılacaktı. Ancak saat 14:30’da oy verme işlemi devam ederken radyo DP’nin kazandığı illeri vermeye başladı. İnönü buna itiraz etti. Menderes “Radyo, sonuçları açıklamaya devam etsin” talimatını verdi. Bu kez CHP, Yüksek Seçim Kurulu’na başvurdu. Yüksek Seçim Kurulu Kararı ile radyo yayını durdurdu. DP zaten istediğini almıştı. Bazı CHP’liler “DP kazandı” diye sandığa bile gitmemişti...

***

İkinci olay: 12 Mart muhtırası öncesinde 9 Mart cuntasının içine MİT görevlisi olarak yerleştirilen Mahir Kaynak, Cüneyt Arcayürek’e anlatıyor:

Arcayürek: “Amerikalılar, 12 Mart olayını bütün ayrıntılarıyla baştan biliyor muydu?”

Kaynak: “Biliyorlardı. Çünkü beni biliyorlardı. Beni, kendimi ifşa etmedim. Ama birtakım kanallardan benim kimliğimi öğrendiklerini anladım. Teşkilattaki bazı adamların tavrı nedeniyle bütün bu şeylerin, bütün bu bilgilerin Amerikalıların bilgisi dışında olmadığını da anladım. O zaman öyle anlaşılıyordu ki, bir yanda İngilizler diyorum, bir yanda Amerikalılar bu işi biliyor. O zaman bir açmazın içindeydim. Hâlâ cevaplayamadım. İngilizlerle Amerikalılar karşı karşıya mıydı, yoksa bu “bir operasyonun iki değişik safhası” mıydı bilmiyorum.

***

Üçüncü olay: Alparslan Türkeş anlatıyor:

27 Mayıs'tan sonra Başbakanlığa oturunca Bakanlıkları dolaşmaya başladım. İçişleri Bakanlığı'na gittiğimde, orada, ayrı bir oda da bir ayrı büroda Amerikalıları gördüm. Bizim yetkililere “nedir bu?” diye sorduğumda şu cevabı aldım:

-Biz, komünizmle mücadele için Amerika ile iş birliği yapıyoruz. Onlar, bu konuda bizim memurlarımızı eğitiyorlar. Beraber çalışıyoruz. Buradaki Amerikalılar da onlarla bizim aramızdaki işbirliğinin koordinasyonunu yapıyorlar.

Bunu öğrenince dedim ki: “Bunlar, buradan çıksınlar, Amerikan Yardım binasına gitsinler. Orada çalışsınlar.”

Ben bu talimatı verdikten sonra, CIA’in Ankara'daki Başkanı olan Amerikalı zat, bana geldi. Çankaya'da oturuyordu hatta bir iki defa birlikte yemek yemiştik. Oradaki Amerikalıların kalmasını rica etti. Ben ısrar ettim...

***

Dördüncü olay: ABD, Birinci Körfez Harekâtı bahanesiyle, önce Türkiye’yi işgal etmek istedi. ABD'nin Irak'la ilgili ek talepleri Dışişleri Bakanlığı’na değil, Avrupa'daki komutanlığı (EUCOM-Stuttgart) aracılığıyla Türk Genel Kurmaylığına iletilmişti. Genel Kurmay, bu talepleri Dışişleri Bakanlığı'na da iletti.

Bu talepler Dışişleri Bakanlığı'nın değerlendirme ve önerilerini içeren 15 Ekim 2002 tarihli ve “gizli” kayıtlı belgesinde şöyle sıralanıyordu:

Türkiye'de 80.000 Amerikan askeri personelin konuşlandırılması, Türkiye'deki havalananlarında 250 uçağın konuşlandırılması, ABD'nin 6 havaalanı (Batman, İncirlik, Diyarbakır, Afyon, Antalya, Sabiha Gökçen) ve 8 yedek havaalanından (Muş, Balıkesir, Konya, Erzurum, Erzincan, Çiğli...) yararlandırılması, limanlarda tam kolaylık sağlanması (3 ana liman, Mersin, İskenderun, Samsun; 2 yedek liman, Trabzon, İzmir), Bu havalananları ile limanlar arasında tüm karayolları, demiryolları ve suyollarını serbestçe kullanılması... Irak'a yapılacak harekâtta Türk topraklarının kullanılmasına izin verilmesi.

***

Beşinci olay: 14 Haziran 2011’de ABD’nin Utah Üniversitesi’nde konferans veren CIA’nın Türkiye uzmanı Henri Barkey şunları söyledi:

“AKP hükümeti yaptığımız görüşmelerde bize, ‘Avrupa Birliğine girmeyi ve demokrasi istediklerini, bunun kendileri için bir Rönesans olduğunu’ söylediler. Avrupa Birliği adaylık sürecinde, müzakereler yoluyla Türk ordusunu çok sıkı bir kafese kapattık.”

Türk Ordusu’nun kafeslenmesine yalnız iktidardaki AKP hükümeti yol açmadı. TBMM’de bulunan muhalefet partileri de bu kafeslemeden yana oldular.

O dönemin komutanları da işin başından beri Ordu’nun kafeslenmek istediğini görüyor ve biliyordu. Bu kafeslemeye hiç karşı durmadıkları gibi kafesleyen Avrupa Birliği’nin en ateşli yandaşı kesildiler!

Cumhuriyet tarihinde her biri utanç belgesi olan bu olaylar, Türkiye’nin günümüzdeki durumunu da izah ediyor.

Editör: Kerim Öztürk