Kültürler insan topluluklarının, yaşayış , inanç, geçmişten gelen birikimlerin, duygu dünyasına dayalı olan, coğrafi, tarihi , sosyolojik ve inanca bağlı olarak insanlar tarafından oluşturulan bir değerler bütünü olarak adlandırılabilir.
Toplumsal olgu dediğimiz kültürün kaynağı insandır. Din ise Tanrı tarafından gönderilmiş olmasıdır.
İslam kültürü dediğimizde ise, genel olarak İslam dini etrafında gelişmiş ve hatta çoğu zaman dinle bütünleşmiş algısı veren tüm uygulamaları da kapsar.
Bu yüzden kaynağı Tanrı olan dini inançların farklı kültür ve geleneklerinde ayrılıklar ve yorum farkları olması mümkündür ve olmaktadır...
Kültürel farklılıklar dinin yorumlanması ve algılanması üzerinde kısmen etkili olsa da, genel olarak her din, içinde doğduğu kültürü kendi inanç esasları üzerinde yön verdiği yani dini değerlerin kültürün oluşması üzerinde baskın olduğu bir gerçek olarak karşımıza çıkar.
Bu cümleden olmak üzere dinler sadece Tanrı’nın varlığı, onun sıfatları, evrenin yaratılışı ve düzenlenişi gibi ‘’ontolojik’’ dediğimiz varlığı ve var olanları getirmemiştir.
Toplumsal hayatı düzenleyen ahlak ve hukuk kurallarını da düzenleyerek, kültürlerin oluşmasıyla ilgili esasların inşasında birinci derecede etken olur.
Tüm kutsal değerler, davranış biçimleri, ahlaki anlayış, dini ritüeller ve onları simgeleyen mabetler, dini törenler gibi dinin kültürel türevleri olarak ortaya çıkmışlardır...
İlahiyatçıların konuyu daha kapsamlı değerlendireceklerine inanıyorum. Toplumun inanç değerleri, ahlaki ve siyasal kodlarına bakıp okuduğumuzda, gelinen durumda ahlaki erozyonun arttığı, toplumun hızla dejenere olduğu faturasının da İslam’a kesilmek istendiği görülmekte.
Günümüzde, din ile din kültürü ayrımının ne olduğu ve neler olması gerektiği konusunda ivedilikle, acilen çalışmalar yapılması gerektiği inancındayız...
Günümüzde ahlaki erozyon ile, İslam’ın içi hızla boşaltılmaktadır. İnandıklarını veya yaşadıklarını din adı altında yaşayan yozlaşmış, cemaatler- tarikatlar ve bunların tepesine çöreklenen şeyh- şıh – hoca efendiler- gavs gibi dini yapılanmaların bıraktıkları kişisel kokuşmuşluklar, toplumu çürütmekte ve bıraktıkları tortular ağır olmaktadır.
Bu tür yapılanmaların oluşturduğu İslam adına faaliyetlerin, İslam’ı temsil etmeyecekleri kalın ve kırmızı çizgilerle ayrılmalıdır.
Tabi ki İslam’da tecdit, reform söz konusu değildir. İslam’ın emirleri amirdir. Bulunduğu çağa değil, her çağa hükmeder olması hasebiyle evrensel ve çağlar ötesidir.
O halde İslam’ın kültürel kodlarının yeniden ayarlanması, kültürün dinden ayrı olduğu gerçeğiyle, yeni bir anlayışa ihtiyaç olduğu günlük hayatımızda hissedilir hale gelmiştir.
Yetişen yeni kuşakların dinledikleriyle, öğrendikleri ve araştırdıkları arasında şiddetli bir çatışma başlamıştır. Artık internet ve sosyal medya bilgiye ve gerçeğe erişmeyi kolaylaştırmıştır.
Anlatılanlarla, yaşananlar arasındaki zıtlık giderilmediği müddetçe toplumun değer yargıları çöküntüye uğramaktadır.
Çöküntüye uğrayan ruhi gerginlik zaman içinde kendini sorgulamaya bırakarak, bir çoklarında önce dine karşı duyarsızlık ve lakayıtslık bırakarak, bir kademe sonra dini sorgulama ve dinden kaçış davranışları kendini göstermektedir.
Toplumu aydınlatmakla mükellef olan Diyanet bu konuda üzerine düşen vazifeyi yerine getirdiği söylenemez. Bu zamana kadar dinlediğimiz ve duyduğumuz dini içerikli vaaz ve nasihatların hiç birisinde toplumun sorunlarının anlatıldığını duymadık.
Varsa yoksa, kadının saçı, başı, havlet, kaç kadınla evlenilebileceği, bir kişinin her şehirde ayrı bir eşinin olabileceğinin İslam’a uygun olduğu, 9, 10 yaşlarına giren kızla evlenip evlenilemeyeceği gibi sürekli cinsellik konularının gündeme taşınması sorunu çözmez...
Çözmüyor da!... Tamam Kur’an da ‘’ Nisa suresi’’ vardır. Aile hayatıyla ilgili sorunlar anlatılabilir fakat bu konu sürekli istismar edilmesi bilhassa son yıllarda alışkanlık halini almıştır.
İslam’ın haram kıldığı sadece kadının saçı mıdır? Rüşvet yemek, haram yemek , faizin dün nass olduğu söylenip bugün tam tersi faizi alabildiğine artırmak, Kur’an’ın neresinde var? Haramdan kasıt sadece içki midir, kul hakkı yemek haram değil midir? Bunları çoğaltabiliriz...
Mezheplerin tamamında CARİYELİK vardır. Oysa ki İslam kesin olarak köleliği kaldırmıştır. Kölelik ve cariyelikle ilgili ayetler sürekli saptırılarak din adına fatura kesilmektedir.
Arap kültüründe esir kadınlar odalık olarak kullanılır. Sayı sınırı da yoktur. Bunun için nikaha gerek de yoktur...
Halbuki İslam köleliği kesin olarak kaldırmıştır. (Muhammet suresi 4. Ayet) Esirlikte ya fidye alınır, ya da serbest bırakılır, köleleştirme yoktur... Kur’anın buna yönelik ayetleri sabittir. Bunların haricinde ki her davranış kültürdür. Asla dinin tasvibi olamaz...
Toplumu çürüten, içini kemiren hastalıklarla ilgili dinin içini boşaltan sapkınlıklarla ilgili, ne kamu kuruluşları tarafından ne de din adamlarımız ve Diyanet tarafından bu tür işlerin İslam’a aykırı olduğundan, kınama ve haram olduğuna ilişkin aydınlatmalar ve yaptırımlar yok gibidir veya baştan savmadır...
İslam’ın kesin yasakladığı; yalan, rüşvet, hırsızlık , kul haklarına ve kamu haklarına tecavüz, sınavlardaki hırsızlıklar, adam kayırmalar, kamu mallarının satıla satıla talan edilmesi, liyakatın ve ehliyetin çiğnenmesi, adaletin yok edilerek ayaklar altına alınması, dinin siyasallaştırılması gibi hususlar toplumda kangren haline getirilmiş sorunlardır...
Gerçek İslam’ın içinde var olan, haram ve yasaklarının anlatılmadığı, çoğu da hurafe kültüründen oluşan menkıbeler din yerine ikame edilmektedir...
İktidarların siyasi baskılarına dinin alet edilmesi sonucu, sürekli din kültürünün rivayetlerinin öne çıkarılması , sorunu daha çok derinleştirmekte, bilhassa genç kuşaklarda sorgulama ve çatışma başlatmıştır.
Fakirliği övenlerin, teknolojik gelişmelere karşı çıkanların, milyonluk lüks arabalarda ve villarda yaşamaları, anlattıklarıyla yaşadıklarının tam tersi içinde davrandıkları bir gerçektir.
İslami kesimin, din algısı üzerinde bıraktığı derin olumsuzluklar, İslam’ın değil, onu istismar eden din tüccarlarının, toplumdaki ayrıştırmaya sebep oldukları artık bilinmektedir. Bu dindarlık değil, dinciliktir...
İslam’ın, yapılmasını istediği emir ve yasakların, dinin içinde yokmuş gibi yerini, ateizm- deizm- tengricilik akımlarına ve araştırmalarına bırakmaktadır...
Bu konularda fikirlerine büyük önem verdiğim ve 30. Ağustos 2023’de aramızdan ayrılan, Türk akademisyen, müfessir, kelamcı ve ilahiyatçı Hüseyin Atay hocamıza kulak verelim.
Özetle:
‘’.....Müslüman günlük işlerini aksatan ve zor hükümlerin din olduğunu bildiği için onlara tabi olmaya inanıyor ve onları yapmadığı zaman kendisinde bir eksiklik, ruhi bir sıkıntı, manevi bir çöküntü ve şaşkınlık oluşuyor. Ama din olduğunu bildiği hükümleri yaparsa da bu sefer hayata uyumda zorluk çekiyor ve günlük işleri felce uğruyor ve aksıyor.
Bir Müslümanın hem dinine bağlı hem de günlük işlerinin yolunda olması, dinin ve hayatın bir bütünlük içinde aslında dinin gayesidir. Din insanın hayatını felce uğratmaya gelmemiş aksine onu düzeltmeye yoluna koymaya gelmiştir.
Eğer günün hayat şartları ile dinin şartları ve hükümleri arasında bir çatışma olduğu ortaya çıkmışsa bunları yeniden gözden geçirmek, incelemek gerekir. İşte bundan dolayı İslam’ın hükümlerini ve ilkelerini tekrar incelemek zorunluluğu doğuyor....
O halde yapılacak ilk iş, Kur’an’a gitmektir. Çünkü dinin aslı ve ana kaynağı Kur’an’dır. Hadis onun uygulanmasının örneğidir. Bunu yapabilmek için önce din ile din kültürünü birbirinden ayırma ihtiyacı vardır. Din Allah yapısı, kültür ise insan yapısıdır.Din ile din kültürünü birbirinden ayırmak dinde ilahi kaynaklı olan ile beşeri kaynaklı olanı birbirinden ayırmak olacaktır.....
Din ilahidir, bu Kur’andır. Onun uygulamasına örnek Hz. Peygamberin sünnet ve sözleridir. Din kültürü ise, Müslüman alim, müçtehit ve düşünürlerinin dine getirdikleri tefsir, yorum, içtihat ve anlayışlarıdır....
Din ile din kültürünü ayırmanın faydası ve hükmü şu olacaktır. Dine uyma zorunluluğu vardır. Din kültürüne uyma zorunluluğu yoktur. Din kültürü insanların zamanlarının şartlarına, ilim ve tekniğine, o zamanki insanların ihtiyaçlarına göre dini nas’lardan ( Kur’an) çıkardıkları hükümler ve anladıkları fikirlerdir.
İnsanlar değiştikçe, şartlar değiştikçe, ihtiyaçlar değiştikçe, ilim ve teknik değiştikçe çıkarılan hükümler, anlayışlar ve fikirler değişecektir....
Kur’anı, dini anlamak ve anlaşılana uymak için okumak gerektiği halde, din kültürünü anlamak ve istifade etmek için okunur, ona uyma zorunluluğu olmadığından faydalı olan alınır ve faydası olmayan terk edilir.
Ayrıca din ( Kur’an) tenkit edilmez, ama din kültürü tenkit edilir. Kur’an yanlıştır denemez, ama fıkıh ve kültür, şu fikir ve şu anlayış yanlıştır denebilir....’’ (1) ( Hüseyin Atay İslamı Yeniden Anlama, Atayy Yayınları, 4. Baskı)
●●●
Geçmişte olduğu gibi günümüzde kişisel olarak ateist- deist olduğunu iddia edenler ç ıkmıştır ve çıkar da. Fakat tarihi süreç içinde dinsiz bir topluma rastlanılmamıştır.
Din denildiğinde ilahi, ilahi olmayan tüm dinlerin, Yahudi, Hristiyan, Müslüman, Budist ve Totemcilik gibi din mensuplarının dinden anladıkları aynı şey olmadıklarından farklılıklar göstermektedir.
Bunların yanında dinlerin ilahi kaynaklı olmayıp, beşeri kaynaklı olduklarını iddia edenlerin görüşleri de alınırsa durum daha karmaşık bir hal almaktadır...
Tüm dinlerdeki farklılıklara rağmen, insanların kutsallarına ilişkin açıklamalarında ortak değerlerin vurgusu önem arz eder. Bir diğer deyişle; insanların kutsalla ilişkisini düzenleyen inançlar, bireysel davranışlara ve yaşam biçimlerine yön vermiştir.
Tarihsel süreçte gerçekleşen bir çok olayda motive edici unsur olarak, kültür ve medeniyetlerin inşasında din en etkili faktör olmuştur.
Vahiy kaynaklı dinler söz olduğunda dinin sahibi mutlak varlıktır. İnsanın ve kainatın yaratıcısıdır. Son din İslam, insanların problemlerine ilişkin çözüm yollarını üretmiş ve açıklamıştır.
Tanrı’nın insana bahşettiği doğru yolun varlığına inananlarda, içlerindeki belirsizlik ve yalnızlık duygusu yok olur. Kesin teslimiyet mutluluğun ve çaresizliğin de kaynağı olur. İnsan kafasında ürettiği ve toplumda gördüğü sorunların cevaplarını bulduğunda hem tatmin olur, zihni rahat eder ve huzurlu olur...
Sıkıntılar İslam dini ile İslam kültürünü aynı saymaktan kaynaklanmaktadır. Büyük müfessir Hüseyin Atay hoca bu konuda şunu demektedir:
‘’...Din kültürü, diğer bir deyimle Müslümanların tarih boyunca yazıp çizdikleri ve göz nuru döktükleri ilim, felsefe ve sanat ne varsa gereksiz yere kutsallaştırılıyor, onun yanılmazlığı iddia ediliyor.
Bunu yapan tutucular ve ilme emek vermeyen, ilim yapmayan veya yapamayanlar, işlerine geldiği gibi karşıdakilerini tenkit ediyor, yerin dibine baatırıyor, İslam’la alakasını kesiyor ve Müslüman olmaktan çıkartıyor. İlmi yıkıcı bir yabancı gibi kabul ediyor...
İslam’da din ile din kültürü birbirinden ayrıdır. Bunu anlamak ve fark etmek pek basittir. Çünkü, Kur’anı din kabul ettiğiniz taktirde geri kalan ne varsa hepsi kültürdür ve din kültürüdür.
Bu ayrımı diğer dinlerde yapmak imkansızdır. Çünkü onların dini metinleri zamanında tespit edilmemiş ve belirlenmemiştir. Din adamlarının sözleri ki, kültürdür ve din olmuştur....’’ (2)
●●●
Üzülerek belirtmeliyiz ki, din adına üretilen menkıbe, hikaye ve rivayetlerin bir çoğu gerçek İslam adına bir fayda sağlamamıştır.
İktidarlardan korktukları ve çekindikleri kadar, Allah’tan korkmayan, Dinden ve iktidarın nimetlerinden nemalanan tüm kişi ve kuruluşlar, cemaat ve tarikatların İslam’a verdiği zararı hiçbir şey vermemiştir. Kendi yaşadıkları kültürü, din adına vaaz etmeleri toplumda travmayı artırmıştır...
Konu hassas olduğundan, Arap kültürünün günümüzde bile din olarak algılandığı gerçeğini, gazeteci Sebahattin Önkibar’dan bir anektodla noktalıyalım.
80'li yıllarda çalıştığı bir gazetede ve yeni kurulan televizyonun yayını da başlatan gazete patronu, kendi televizyonuna çıkan bir bayanı programdan sonra yanaklarından öpmesi üzerine, Önkibar merakla, rahmetliye şu şekilde sorar. Özetle:
‘’...Gazetemizin ve televizyonumuzun yayın sitili dindar ve muhafazakar kitleye hitap ediyor. Televizyonu da bu cenahtaki eksikliği gidermek için kurduğumuz malum...Siz kadınların, erkeklerle harem –selam ilişkisi içinde ve aynı ortamlarda çalışmalarının bile İslam’a uygun olmadığını savunan birisi olarak, kadınlara sarılarak öpmeniz dine aykırı değil mi? ‘’
El cevap:
‘’... Sebahattinciğim , onların ekmeğini ve ücretini biz verdiğimiz için bu statüde ki kadın çalışanlarımız İslam’a göre bize cariye hükmünde olduklarından bir sakınca olmaz...’’
............
Şimdi; bu anlayışa göre toplumumuzun yarısını oluşturan, alın teriyle kazanıp, namusuyla çalışan çoluk çocuk sahibi olan kadınlarımıza yakıştırılan bu hayasız sıfat dinin hükmü müdür? Yoksa bir Arap kültürü müdür?!. 26. Kasım. 2023
Av. Faruk Ülker
Kaynak: 1 -2. Hüseyin Atay, İslamı Yeniden Anlama, Atayy Yayınları, 2015 baskı, Ankara.