Öncelikle ifade etmek isterim ki: İnancım, itikadım ve insanlığım gereği kim olursa olsun, hangi makamda bulunursa bulunsun, insanın olduğu her yerde, hatanın olması normaldir. İnsanlarımızı ya göğe çıkarak, ya da yere batıracak tavırlar, ilmi anlayışa, dini anlayışa, sosyal anlayışa uygun değildir. İnsanların, yaptıkları doğruları destekleyip, yanlışlarına karşı çıkmak insani, vicdani ve İslami bir görevdir. Tarihi kişilerimizi bir biriyle mukayese etmek te bizi yanıltabilir. İnsanların meziyetleri farklı farklıdır. Bir alanda başarılı olamayan bir kişi bir başka alanda destan yazabilir. Bunun tarihte örnekleri çoktur. Türkiye’mizde, bütün kahramanlarımız ve devlet adamlarımız Atatürk’le kıyaslanıyor. Hâlbuki, Milli Mücadele Komutanımız Gazi Mustafa Kemal Atatürk farklı bir yapıya sahip, mukayese edilen devlet adamları farklı yapıya sahip insanlardır. Birini çok sevmek, diğer insanı hakir görerek kötü göstermeyi gerektirmez. Bu sebeple, kendi adıma, Mustafa Kemal Atatürk ile Enver Paşa’yı ayrı ayrı değerlendiririm. Enver Paşa Türk’ün son devletini düşmanlara kaptırmamak için elinden gelini yapmıştır. Ama Mustafa Kemal Atatürk Türk’ün son devletini kurtarmıştır. Birisini, diğerinin rakibi olarak değil de, devamı olarak görülmesinin çok daha doğru olduğu kanaatindeyim.
Kahvelerde, bir araya gelinen çeşitli alanlarda, ikili ve çoklu sohbetlerde, sosyal medyalarda, bazı köşe yazılarında, okullarda tarihi günleri anma yıldönümlerinde vb yerlerde herkes ne keskin tarihi bilgisi olduğunu ispatlamak gayretlerine giriyor! Canı sıkılanlar 1900 yıllarında tarihi bilge edasıyla yanındakine veya etkisi altına almaya çalıştığı insanlara abuk sabuk yalan yanlış bilgilerle anlatmaya çalışıyor. Türk’ün tarihte eşine az rastlanan dürüstlük ve vatanseverlik timsali Talat Paşa’yı bile es geçerek çokça Enver Paşa ve İttihat Terakki zihniyeti mensupları hakkında aklına ne geliyorsa konuşuyor ve yazıyorlar. Çok çirkin ve haddi aşan iftira içeren cümlelerle ye yazdıklarını bilmeden birçok cümleleri güya bilgi vermek adına söylüyor veya karalıyorlar. Bunların dertlerinin ne olduğunu anlamak mümkün olmadığı için çirkin ve haksız anlatımlarını ciddiye almadığımız için cevap vermeye de tenezzül etmiyoruz. Çünkü gönlü kara ve Türk Tarihi hakikatlerinden bihaber olanlarla vakit kaybetmeyi doğru da bulmuyoruz. Fakat Türk Tarihi hakkında daha duyarlı olmalarına ve kendilerini Türk Milliyetçiliği veya onun en halis hali olması gereken bazı ülkücüler bile yaptıkları bazı paylaşımlarla yüreğimizi daha çok yakıyor…
İfadelerine, vatanseverdirler, vatanseverliklerine bir şey demiyorum ama diye başlayıp çeşitli yanlış tespitleri doğru diye Türk Milleti’ne duyurmayı görev bilerek kahir ekseriyeti gerçeklere aykırı olan sözler söylüyor veya paylaşımlar yapıyorlar. İşte bunlardan bazıları:
İttihat ve Terakki Yöneticilerinin devlet yönetimi tecrübeleri yoktu.
Diplomaside yetersizdiler.
Orduyu siyasete karıştırdılar.
Yönetimlerinde uyumsuzlukları vardı.
Enver Paşa'nın kıta subaylığı tecrübesi de yeterli değildi.
Tecrübesi olmadığından savaş stratejisi bakımından Mustafa Kemal Paşa'nın gerisine düşmüştür.
Bu sebeple Mustafa Kemal’i kıskandığı için 1.Dünya savaşında Ali Fethi büyükelçi, Mustafa Kemal ise askeri ateşe olarak Sofya’ya gönderilmiştir.
Enver Paşa Mustafa Kemal’i kıskanıyordu.
Enver Paşa, maceracı bir kişiliğe sahipti.
İttihat ve Terakki mensupları imparatorluğu batırdılar.
Bilmem kaç kilometre kara olarak aldıkları vatanı küçücük bir alana kadar indirdiler.
Tür Tarihinin, gelmiş geçmiş en büyük sultanlarından birisi olan Ulu Hakan Abdülhamit Han devletin bakasını sağlıyordu. Onu tahttan indirdiler devleti batırdılar.
İttihat ve Terakki mensupları masonlar ve ecnebilerle birlikte hareket ettiler.
Enver Paşa Alman hayranıydı.
Kimsenin haberi olmadan Enver Paşa Almanlarla ittifak yaptı.
İttihat ve Terakki mensuplarının çoğu masondu.
Sultan Abdülhamit Yahudilerin Filistin’e yerleşmeleri yasağını onlar kaldırdı. Bu sebeple Ortadoğu’daki İsrail zulümlerinde veballeri çok büyüktür.
İttihat ve Terakki Partisi karman çorban bir ekip idi. Bunlar, dindarı, dinsizi, masonu, Müslüman’ı, Hristiyan’ı, Rum’u, Ermeni’si, Arnavut’u, Arap’ı, Türk’ü, Çerkez’i, Türkçüsü, İslamcısı, Osmanlıcısı olarak aynı fikirde olmayan bir topluktu.
Buna benzer birçok abuk sabuk ve bütünüyle afaki tespitler.
Değerli okuyucu kardeşlerim, Enver Paşa 30 Ekim 1918 yılına kadar Mustafa Kemal’in hiçbir noktada gerisinde kalmamıştır. Onun gerisinde kalmadığı gibi kıta hizmetleri bile ondan geri değildir. Onu kıskanması uydurması ise gereğinden fazla yağcıların uydurmasıdır. Trablusgarp savaşına giderken bile rütbesi onun üstünde ve binbaşıdır. Ve onun amiridir.
Yani yukarıda izah ettiğim gibi Mondros Ateşkesine kadar Mustafa Kemal’i kıskanacak bir durum yoktur. Bulgaristan’a gönderilmesi ise onun bir üstü ve amiri pozisyonunda olan Sofya Büyük Elçisi Fethi Okyar’ın istediği ile olmuştur. Kıskanma iddiaları dünyada bir eşine daha rastlanılması mümkün olmayan uydurmalardır. Çünkü, Enver Paşa, Mustafa Kemal’in Komutanının, komutanın da komutanıdır. Yani, Türk Ordularının başkomutandır o devirde. Türkiye’de kimsenin sayısını dahi bilmediği çok alt rütbede olan yarbaylardan birisini neden kıskansın? Bu abuk sabuk, akla ziyan, iddiayı hangi mantık kabul eder?
Daha iyi anlaşılması için Mustafa Kemal Paşa ile Enver Paşa’nın askeri terfilerini bir bir inceleyelim.
Enver Paşa: 1899 teğmen Mustafa Kemal Paşa: 1902 Teğmen
:1903 Yüzbaşı (Kurmay) : 1905 Yüzbaşı(Kurmay)
:1906'da binbaşı : Kasım 1911 Binbaşı
:1912'de yarbay : Kasım 1914 Yarbay
:1913 Albay : Haziran1915 Albay
:1914 General :Nisan 1916 General
Yukarıda terfileri dikkate aldığımızda Enver Paşa Mustafa Kemalle aynı yaşta olmasına rağmen çok daha erken subay ve kurmay sınıfına ayrılmıştır. Askeri disiplin uygulamasında aynı rütbede olan subaylar arasında bile daha erken terfi alan diğerinin üstü ve amiridir. Enver Paşanın kayırmacı terfi ettirilerek yükseldiğini iddia edenler, ikisinin terfilerine dikkat ederlerse, Mustafa Kemal’in Enver Paşa’nın Harbiye Nazırlığı esnasında birer yılı bile dolmadan terfi ettirildiği rahatlıkla görebilir. Buna, Enver Paşa olur vermeseydi kim ne diyecekti? Mustafa Kemal’den daha kıdemli subaylar terfileri beklerken Mustafa Kemal arka arkaya terfi alıyor. Çanakkale Savaşlar zincirinde onun gibi birçok yarbay hem de askeri başarıları olan yarbayların çoğu alayı komuta ederken; önceleri ona tümen komutanlığı, daha sonra da ‘‘Arıburnu Kuvvetleri Komutanı’’ sıfatıyla, yaşına rağmen ve rütbesine göre komuta yetki ve kabiliyetinin çok üstünde olan kolordu seviyesindeki birlikleri komuta etmiştir. Arıburnu Kuvvetleri içinde 19. 5. Tümenlerin tamamı ile 9’uncu, 11’inci, 16’ncı ve 3’üncü Tümenlere mensup bazı birlikler bulunuyordu. Daha sonra, Albay olduktan sonra emrine bir ordudan daha büyük kuvvetler verilmiştir. Ve o yarbayken Harbiye Nazırı ve Türk orduları Başkomutan olan Enver Paşa’ya yazdığı mektupta “Kardeşim” diyebiliyor. Kıskanan birisi bunlara izin verir mi? Mustafa Kemal, 30 Ekime Kadar Enver Paşa tarafından hep korunuyor. Yurt dışına çıkmak zorunda kaldıktan sonra bile, 1921 Yılının ortalarına kadar, ona hep güzel şeyler yazıyor. Hatta Milli Mücadele zarar görmesin diye Türkiye’ye gelmekten vaz geçiyor.
Şunu kesinlikle ifade edelim ki, Enver Paşa Alman hayranı olmadığı gibi Almanlar Enver Paşa’nın genç yaşında bu kadar donanımlı olmasına hayrandılar. Alman hayranı olan Abdülhamit idi. 1882 den beri Almanlarla çeşitli konularda işbirliği yapmıştı. Bu dostluk okadar ileri idi ki Abdulhamit tahtan indirildikten sonra bile Alman İmparatoru onu Beylerbeyi Sarayında ziyaret ediyor. Enver Paşa Almanların, 1870 yılından beri hiç yenilmeyen, çok disiplinli ve başarılı kara ordusunu beğeniyordu. Bütün dünya da Alman kara ordusunu çok beğeniyordu. Almanlarla ittifaka Enver Paşa değil, Sadrazam Sait Halim Paşa karar veriyor. Daha sonra bundan Enver Paşa, Talat Paşa’nın da haberi oluyor. Zaten başka karar verme da şansları yoktu. Çünkü diğer blok Osmanlı Türk Devletinin topraklarını paylaşma planlarını yaptıklarını öğrenmişlerdi ve kendileriyle de ittifak yapılmasına istememişlerdi.
Peki, İttihat ve Terakkinin diğer beyin takımı, Talat Paşa, Cemal Paşa, Bahattin Şakir, Doktor Nazım ve diğerleri, Milli mücadeleye nasıl bakmışlar? Bu konuda, kimler neleri biliyor? Hepsi de canlarını ortaya koyma pahasına hiç tereddütsüz Mustafa Kemal ve Milli Mücadeleye destek veriyor. Kimisi Rusya, kimisi Almanya, kimisi Fransa, kimisi, Kimisi Afganistan, kimisi İran, kimisi Hollanda’da Milli Mücadeleye yardım için çeşitli görüşmeler yaptılar. Çünkü onlar vatanın yeminli müdafileriydi….
Gelelim İttihat Partisi kadrolarına, bu kadrolar, Türk Tarihinin çok az rastladığı ideal sahibi, mükemmel kadrolardır. Bu kadrolar, Türk’e güzel bir devlet hediye edebilmek için çırpınmış olan kadrolardır. İlk önce, hürriyeti getirirlerse diğer milletlerin de vatana bağlılıklarının sağlanacağını düşündüler. Türk’ün kaybolmuş adını ortaya çıkardılar ama Türk Osmanlı Devletini de ayakta tutmaya gayret ediyorlardı. Çünkü Osmanlı Türk devletinin bir çok dinden ve bir çok milletten oluşan o vatandaşları vardı. Önceleri, Bulgaristan, Makedonya elden çıkınca Osmanlıcılığın bu memleketi kurtarmayacağı anlaşıldığı için Osmanlıcıktan vazgeçip, İslamcılığı düşünmeye ve Müslümanların tek bağımsız devleti olan Türkiye’ye Müslümanlık gereği Müslümanların da destek vermesi gerektiğini düşündüler. Sonra, Müslüman Yemen ve Arnavut isyanları çıkıp binlerce Mehmetçik toprağa verilince mecburen bu görüşün de işe yaramadığına şahit oldular. Tarihi konularda akham kesenlerin bir çoğu 1908 Meşrutiyet inanından sonra memleketi İttihat ve Terakki idare ettiğini zannediyor. Meşrutiyetin ilanını sağladılar ama onlara iktidarı hemen vermediler ki. Kurulan hükümetlere birkaç ittihatçıyı alarak denge idaresine göre hareket etmeye çalıştılar. İşte bu sebeple 23 Ocak 1913'te Enver Paşa'nın yaptığı darbe ile İttihat ve Terakki Partisi tam olarak iktidar gelmiş oldu. Hem meşrutiyetin hem de 1913 darbesinin lideri pozisyonunda olan Enver Paşa her ikisinde de hükümette görevde yoktur. Ancak 5 Ocakta General olduktan sonra kabineye girebilmiş ve Harbiye Nazırı olmuştur.
Türk Milletinin, üç tarzı siyasetten ikisi ile değil bizzat Türk Milletinin varlığı ile ayakta kalabileceğine inandıkları için Türklerin güçlenmesine devlet kademesindekilerin Türklerden olmasına gayret ettiler. Türk adını ve kimliğini her alana taşımaya gayret ettiler. 1882 Yılından beri Fransa-Rusya yine Fransa - İngiltere’nin ikili bağlaşıklarına 1900 yılının başına kadar Rusya’yı rakip ve çıkarları karşısında engel gören İngiltere Rusya ile aralarındaki anlaşmazlıkları çözerek bu üçlü bağlaşığa katılmıştı. Yani o zamana kadar Türk Osmanlı Devletini Rusya’ya karşı koruyan dünya devi İngiltere de artık Türkiye’nin yakılmasını istiyordu. Bu sebeple Hindistan, Mısır vb gibi sömürgelerin güven altına alınması için Türk Osmanlı Devletinin ilgili toprakları elde tutmak için gerekli olan yerleri bir an önce ele geçirmek istiyordu.
İngiltere-Rusya ve Fransa’nın da onayladığı 1907 Reval Antlaşmasıyla Türk Osmanlı Devleti paylaşılacaktı. İşte bu halis vatan evlatları, vatan topraklarını, dünyanın en büyük ve en güçlü 3 büyük devletine karşı korumak derdine düşmüşler. Başta İngiltere, Fransa, Rusya’ya bilmem kaç kere ittifak teklif ettiler. Paylaşımcı devletler onları ittifaka kabul etmediler. Kabul etmedikleri gibi saldırmazlık antlaşması yapılmasını da kabul etmediler. Bunun da ötesinde Türk Devletinin toprak bütünlüğüne garanti isteğine bile garanti vermediler. İttifaka kabul etmiyor. Saldırmazlık antlaşması yapmıyorlar. Toprak bütünlüğüne garanti vermiyor. Bu ne demek? Senin topraklarını ne olursa olsun alacağız demek değil midir? Peki, Türkiye tek başına bu üç dünya devine karşı topraklarını koruyabilir miydi? Bu mümkün değildi. Kısaca, bizim topraklarımızı almak isteyen bu üç devlete şiddetle karşı olan Almanların yanında savaşmaktan başka yol da kalmamıştı. Savaşa girilmese de topraklarını kaybedeceklerini biliyorlardı. Çünkü Reval Anlaşmasından haberleri vardı. Savaşa istememelerine rağmen girildi. Bir çok cephede savaştık.
Savaşın sonunda yenildik. Fakat, gidişat yenilgiye doğru olduğu anlaşılınca Enver Paşa tarafından silahların büyük kısmı vatan müdafaasında kullanılmak üzere güvenilir yerlerde depo edildi. En önemlisi de, Kurtuluş Savaşının en donanımlı askeri gücü olacak olan 9. Ordunun asker sayısı aynı kalmakla birlikte, adı ve statüsünün, dikkatlerden kaçırmak için kolordu olarak değiştirerek İngilizlerin gözünden kaçırıldı. Bir çok silah ve askeri mühimmat Güney Kafkasya’da koruma altına alındı. Ve bu silah ve mühimmatlar Milli Mücadelede kullanılan silahlardandı.
Kimseler meydanda yokken, işgalci düşmanlara karşı direniş hareketlerini ittihatçılar bölge bölge başlatmışlardı. Anadolu’ya silah kaçıranların tamamına yakını, Milli Mücadeleye katılan komutanların kahir ekseriyeti İttihatçı subaylardı. Bunlara, İttihatçıların kurduğu ve üyelerinin çoğu İttihatçı kişilerden oluşan, sivil savaş gücü olan, Türk Ocakları da kâmilen destek verdi. Türk Ocaklarının bulunduğu her yerde düşmana karşı mukavemet için teşkilatlar oluşturuldu. Türk Ocakları bir karargâh vazifesini gördü. Askerin ve sivillerin, kısaca Türk Milletinin, kapsamlı, büyük bir milli hareketin, düşmana karşı durmasın organize etmek yönetmek için Mustafa Kemal’in kumanda etmesinde herkes anlaştı. Ondan çok daha kıdemli ve tecrübeli subaylar onun kumanda kabiliyetine güvenerek onu lider olarak kabul ettiler. Vatan içindeki İttihatçılar da tam destek verirken, vatanın selameti için kendileri yüzünden vatana hiçbir zarar gelmemesi için yurt dışına gitmek zorunda kalan Enver, Cemal, Talat ve Dr. Nazım ve Dr Bahattin Şakir Bey'ler de bulundukları ülkelerde kurtuluş mücadelesine yardımcı oldular. Mustafa Kemal’e destek verdiler. Tamamına yakını da bulundukları ülkelerde şehit edildiler.
Kurtuluş Savaşının bitiminden sonra 1926 yılında İzmir Suikast Davası bahane edilerek çoğu ipe çekildiler. Daha sonra da Türk Ocaklarına kendilerini fes etme emri verildi. İttihatçıların tamamına yakını pasif hale getirildiler…
Enver Paşa'nın toruna bakın İsmet Paşa ne diyor. "Evladım bak; deden (Enver Paşa), ben ve Mustafa Kemal hepimiz kurmay subaylarıydık. Ama deden hepimizden daha cesurdu. Biz kurmay olduğumuz için karargâh görevlerine talip olurken, o Makedonya'da dağlarda Bulgarlarla, merkep sırtında çetecilerle savaşmayı tercih etti" demişti.
Bazıları ise, “Enver Paşa, İttihat ve Terakki Partisinden kaç kişi tanıyorsunuz? Kim olduklarını biliyor musunuz? Tam bilgi sahibi olmadan fikir sahibi oluyorsunuz” vb eleştiriler yapıyorlar. Bu eleştiriler de tutarlı değildir. Çünkü fikir ve dava hareketlerinde sayıların çok ta önemi yoktur. Tarihi fikir hareketleri, askeri ve fikir adamlarını tam anlayabilmek için Türk Tarihini çok iyi bilinmesi gerekir. En azından hiç olmazsa, her Türk vatandaşının 1815 den sonraki Türk ve Avrupa tarihini çok iyi bilmesi şarttır. Geçmişi günlük siyasetlerle mukayese ederek hüküm vermek yanlıştır. Şurasını açıklıkla ifade diyorum ki; o zaman dünyanın en büyük teknik ve askeri gücü olan İngiltere, İkinci teknik ve askeri gücü olan Fransa ve onlar kadar teknik olmamasına rağmen 180 tümenden fazla dev askeri gücü olan Rusya'nın aralarındaki anlaşmazlıklara son verip Türk Devletinin topraklarını paylaşmak için anlaştıkları bellidir. En son olarak ta 1907 de Reval’de Rusya’nın Türkiye'yi yutma isteğine; o ana kadar Türkiye’yi Rusya’ya karşı korumayı çıkarlarına uygun bulan İngiltere’nin onay vermesini çok iyi bilmek lazım. Bunu bilmeyenlerin 20. Yüzyıl tarihimizi bilmesi mümkün değildir.
93 harbi sonrasında, Berlin Antlaşmasında, Hıristiyanların ve Ermenilerin oturdukları illerde iyileştirme yapılması kararı alınmıştı. Bosna-Hersek, Sırbistan, Romanya, Bulgaristan, Makedonya’da iyileştirme adı altında yabancıların yönetmeyi yönlendirdikleri bölgelerin hepsi bağımsız devlet olmuşlardı. Rusların isteği üzerine doğu illerimizde reform ve iyileştirme çalışması adı altında birisi Rus olması kaydıyla iki yabancı valinin yönetmesine karar verilen Trabzon’dan Sivas’ı da içerisine alarak İskenderun’dan denize inen illerde yabancı iki valinin yöneteceği bölgeler oluşmasını zorlamışlardı. Tıpkı Romanya, Sırbistan, Bulgaristan, Bosna Hersek ve Yunanistan’da uyguladıklarını uygulayacaklardı. Ve haliyle buralar elimizden çıkartılmak isteniyordu. Uygulamanın başlatılması için bize düşman olan İngiltere, Fransa ve Rusya bize baskı yaptılar. İki bölge valisinden birisi de mutlaka Rus olacaktı. 1914 yılı baharında, büyük baskıların sonucunda İngiltere, Fransa ve Rusya’ya müdahalelerini önlemek için Türkiye istenileni uygulamaya koyacağını duyurdu. Bu durumdan ancak onlara karşı savaşa girerek kast edilen illerin bizden kopmamasını sağladık. İngiltere, Fransa, Rusya biz onların yanında da savaşa girseydik veya tarafsız kalsaydık bile; kendi aralarındaki topraklarımızı paylaşım antlaşmasını uygulamasalar bile Berlin Antlaşması hükmünce Trabzon’dan Adana’nın da birçok toprağını içine alarak İskenderun’dan denize inen sınırın doğusunda Rusya’nın koruması altında bir Ermeni Devleti kurulacaktı. Bu durum bizim onlara karşı savaşa girdiğimiz için uygulama alanı bulamadı. Bu tarihi gerçekten kaç kişimizin haberi vardır?
İlme değer veren ve tecrübe sahibi insanlar, bir olayı değerlendirirken, olayın öncesi ve sonrasını yani seyrini, iç ve dış etkenlerini, zamanın, zeminin zorlayıcı rolünü da hesaba katarak değerlendirirler. Türkiye cumhuriyetinin kurulmasının temellerini atan İttihat ve Terakkicilerdir. Bu ekibin liderlerinden, Talat Paşayı, Enver Paşayı, Cemal Paşayı, Süleyman Askeri Bey'i, Bahattin Şakir Beyi, Dr. Nazım Beyi, Sapancalı Hakkı Beyi, Süleyman Askeri Beyi, Kuşçubaşı Eşref Beyi bilmek bütün İttihat ve Terakki hakkında bilgi sahibi olmak demektir. En İttihat ve Terakki hakkında fikir sahibi olmak için sadece Süleyman Askeri Bey'in; icratatlarından küçük bir kesit verelim ki İttihat ve Terakkiyi daha iyi anlayalım. Süleyman Askeri Bey İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin beyin takımından fedaisi; Şemsi Paşa suikastını organize eden ve II. Meşrutiyet’e giden kapıyı ardına kadar aralayan kişi; “İlk Türk Cumhuriyeti” olarak bilinen Garbî Trakya Hükûmeti’nin kurucusu; Teşkilat-ı Mahsusa’nın kurucu başkanı ve Teşkilat’ın Kafkasya’dan Orta Doğu’ya, Afrika’dan Orta Asya’ya kadar yürüttüğü onlarca özel harp faaliyetinin baş mimarı… Türk gayrinizami harp tarihinin en önemli ismi ve tarihçiliğimizin hakkını teslim edemediği sayısız kahramandan biri Süleyman Askerî Bey…
Gördüğünüz gibi Askeri Bey sadece birisi ve yaptıklarının çok azını buraya yazdık. Anlaşılıyor ki; keyfiyet her zaman kemiyetin üstündedir. İlle de rakam isteniliyorsa Kurtuluş Harbine destek veren subayların kahir ekseriyeti ve milli mücadelede bakanlık yapanların tamamına yakını, yüksek derecelerdeki memurlar, ticaret erbaplarının, ülkeyi saran Türk Ocakları mensuplarının tamamına yakını İttihatçı idi.
İttihatçılar tarafından, Filistin’e Yahudi yerleştirilmesi iftirasına sıra gelince; bu iftira çok çirkin ve kişiliksizlerin uydurduğu bir iftiradır. Filistinde Yahudilere M.S. 1915 yılında ilk tehciri uygulayan İttihatçı Cemal Paşadır. Siyonizm’e karşı çok çaplı mücadele etmiştir. Devlet düşmanı ve Siyonistlere Filistin dar edilmiştir. Türklere karşı Yahudilerle ortak hareket ederek yabancı müdahalesini isteyen Arapları ve Yahudileri ipe çeken Cemal Paşadır. Yahudilere ve hain Araplara bölgeyi dar getirmiştir.
Enver Paşa’ya en büyük suçlama ise Sarıkamış Harekâtında hiç kurşun atmadan 90.000 askerin donarak şehit olmasına sebep oldu iftirasıdır. Peki, bu yalanı kim nasıl ortaya attı? Bu yalanı ve iftirayı Enver Paşanın komuta ettiği 3. ordunun 9. Kolordusunun kurmay başkanı Şerif Bey ve 1920’den sonra Enver Paşa’yı gözden düşürüp Türk Milleti nezdinde itibarını düşürerek Anadolu’ya sokmamak için siyasi malzeme haline getirilen bir aslı olmayan bir iftiralar zinciridir. Şerif Bey, bu masalı 1922 senesinde yayınladığı ve tamamen uydurma olan hatıratında anlatır…
Tek kurşun atmadan 90.000 şehit verdik iftirası ise; 1. Dünya Harbi başlamıştır. Kafkas cephesindeki muharebeler Enver Paşa başlatmamıştır. Savaş, 1 Kasım'da Rus kuvvetlerinin Osmanlı sınırını geçmesiyle başlamıştır. Köprüköy Savaşlarında saldıran Rus ordusu yenilmiştir. Ordu komutanı Hasan İzzet Paşa yenilen Rus ordusunu takip etmediği gibi emrindeki komutanların geri çekilmenin yanlış olduğunda çok ısrar etmesine rağmen orduyu 15km geri çekmiştir. Geri çekilen ordu 21 Kasımda çıkan fırtınada büyük kayıp vermiştir. Kazanılan savaştan faydalanamadığı gibi geri çekilmenin verdiği kayıplardan rahatsız olan Erzurum ve Trabzon valileri, 3. Ordudaki bazı komutanlar, Teşkilatı Mahsusa liderleri tarafından Hasan İzzet Paşa, Enver Paşa’ya şikâyet edildi. Enver Paşa başarılı bir subay ve saraya damat olan Hafız Hakkı Paşayı bölgeyi inceleyip rapor hazırlaması için bölgeye gönderdi.
Hafız Hakkı Paşa bölgeyi inceledikten sonra verdiği raporda Rus ordusunun iyi bir strateji ile yenileceğini ifade eden bilgiler vardı. Bu bilgiler Enver Paşa’yı çok umutlandırdı. Çünkü Ruslar batı cephesinde Almanlara yeniliyordu. Çok kötü durumdaydılar. Bu cepheden kuvvet çekerek batı cephesine yollamıştı. 1905’te Rusların Japonlara yenilmesiyle o bölgeden denize çıkması mümkün değildi. Kuzey Denizi ise ulaşıma izin vermiyordu ve önlerinde çok güçlü Almanya vardı. En uygun yer Türkiye topraklarından sıcak denizlere ulaşmaktı. Ordusunun asker sayısı 180 tümendi ve sayı çok fazlaydı. Eninde sonunda Türkiye’ye çullanacaktı. Ona engel olan İngiltere de artık ona izin veriyordu. Bu sebeple Enver Paşa, Kafkasya’da zayıf durumdayken o bölgeyi ele geçirip Müslüman Türkleri ayaklandırarak Rusya’yı ya bitirir ya da en az 50 sene kendine gelemeyecek duruma getirebilmesinin kurtuluş için şart olduğuna inandı. Bu sebeple durumu yerinde görmek için Erzurum’a geldi. Hasan İzzet Paşa’nın planına uydu. Fakat kendi planını dahi beğenmeyen Paşa istifa edince ordu komutanlığını üstüne almak zorunda kaldı. Rus Ordusunun lojistik merkezi, erzak ve mühimmat yeri olan Sarıkamış’a baskın bir çevirme harekatı düşünüldü. Komutanlar da bu fikre katıldı. 12. Kolordu Rus Ordusuyla oyalama savaşları yapacak, kendisi 9. Kolordu ile Sarıkamış üzerine yürüyecek, en kuvvetli kolordu olan 10 Kolordu Oltu üzerinden dolaşarak Sarıkamış önünde 9 kolordu ile buluşacak zayıf kuvvetle savunulan Sarıkamış hemen alınacak. Orada yiyecek, giyecek ve silah ve diğer mühimmatlarda ordunun bütün eksiğini giderecek kadardı. Tren yolu ele geçirilip Tiflis ve Azerbaycan yolu açılacak. Bakü Petrollerine kavuşulacaktı…
12. Kolordu Rus Ordusu ile oyalama savaşına tutuştu. 9. Komutanı Enver Paşa’nın Sarıkamış’a saldırı emrine uymadı. 10 Kolordu da 9. Kolordu ve Enver Paşa ile buluşacağı yere zamanında gelemedi. Küçük bir Rus birliğini takip ile zaman kaybettiği için buluşma yerine kestirmeden gelmek için 2 tümeni Allahuekber Dağlarından inerken şiddetli soğuktan çok zayiat verdi. Takviye alan Rus Ordusu uzun menzilli sahra topları ile Türk Ordusunu çok zarar verdiler. Buna rağmen Sarıkamış’a girildi ama takviye alan Rus Ordusu Türk birliklerini yok etti. Yenilgi böyle oldu.
Murat Bardakçı’nın “Kısaca, Ancak, başta Hafız Hakkı Paşa olmak üzere bazı komutanların emirlerin dışına çıkarak kendi başlarına kahramanlığa kalkışmaları, bunun ardından ikmal sisteminin çökmesi ve çıkan tifüs salgını dolayısıyla harekât tam bir faciaya dönüştü. Orduyu tifüs ve sarayın damadı Hafız Hakkı Paşa mahvetti” ifadesi gerçeğe en yakın tespittir diye düşünüyorum.
"Rus Generaller (Türkler 23 bin şehit vermiştir diyen)Türk Ordusu, Enver Paşa'nın emirleri doğrultusunda hareket etseydi Sarıkamış düşerdi” diye itiraf etmiştir. Hatta, Rus General Michaelevski harekatın bir kuşatma olduğunu fark edince geri çekilme emri vermiştir. Rus Ordusu Sarıkamış sayesinde durdurulmuş ve düşman ordusuna ciddi bir zayiat verilmiştir.
Ruslar kendi kayıplarının miktarını 33.000 olarak buna esir ve donanlar da katarak bu sayıyı vermişlerdir. Türklerin kayıplarını ise 23.000 olarak vermiş. Bu sayıya donarak ölen, esirler de dahildir. Bütün tarih hocalarının en uçuk rakamla bile ittifak ettikleri sayı 23.000 ile 35.000 arasındadır. Buna çatışmada şehit olan, donan, esir olan ve firar edenler de dâhildir. Türk Tarihindeki en büyük ilk en büyük firar olayları bu savaşta olmuştur. Daha sonra Kütahya, Eskişehir ve Sakarya Savaşlarında da çok büyük sayıda firar olmuştur.
Şimdi sorumuz şudur; 3. Ordumuzun bölgesi Trabzon- Giresun, Gümüşhane, Rize, Artvin, Erzurum, Erzincan ve daha birçok ili içine alan bölgedir. Bölgenin savunmasından sorumlu olan da 3. Ordudur. Yardımcı unsurlar dâhil olmak üzere bütün bölgedeki mevcut 100.000 civarındadır. Korumakla görevli olduğu bölgelerde de az da olsa asker bırakmıştır. Ve bu ordunun 75.000 muharip güç olduğu halde nasıl oluyor da 90.000 kişi donabiliyor!
İttihat ve Terakki'nin, geliştirerek ideal sahibi vatan evlatlarından oluşturduğu Teşkilatı Mahsusa Teşkilatı emperyal devletlerin korkulu rüyası haline getirmesini, Batı Trakya Türk Cumhuriyeti Kurmasını, Edirne'yi geri almasını, Çanakkaleyi dünya devlerine dar getirmesini, Kurulamarede İngilizleri esir almasını, yenmeler İran’daki meşrutiyet taraftarı olan Türlere destek vermelerini, Afganistan Ordularını eğitmesini, Hindistan’da “İpek Mendil Harekatıyla” İngilizlere karşı ihtilal yapmaya çalışmasını, Kafkasya’da Türk Osmanlı Devletinin en güçlü anında bile ulaşamadığı Dağıstan’a girerek oradan Ruslar-Ermeni ve İngilizlerin katliamına maruz kalan Gence alarak ve Bakü’ye yürümesine karşı çıkan müttefikimiz Almanlarla çatışmasını, onları yendikten sonra Bakü’de Rus-İngiliz-Ermeni birlikleri yenmesini, Kafkasya’yı çiğneyerek Azerbaycan ile Türkiye sınırını birleştirmesini, Bağımsız bir Azerbaycan Devleti kurulmasının sağlanmasını, Güneye inerek İngilizleri, Rusları yenerek Tebriz ve İran’daki Türklerin olduğu bölgeleri işgal ederek Orta Asya’ya doğru yönelmesini, Peygamber Efendimizin Kabrinin buluğu Medine’yi düşmana teslim etmemek için destansı askeri hareketleri, Orta Asyada "Basmacı Harekatını" organize etmesin, Mısırda İngilizlere direniş hareketlerine destek vermesini, Kuzey Afrika’daki 1930lara kadar devam edecek olan işgalcilere karşı direniş hareketleri örgütlemelerinden bile bahsetmedim.
Başta Enver Paşa olmak İttihat ve Terakki yöneticileri yeni Türk Devletinin ve halk idaresi olan cumhuriyetin anlayışının sağlam bir yapıda olmasının sağlayan temel dayanakları hazırlamışlardır. Balkan Savaşlarında Türk’ün daha dünkü at uşakları önünde kendisinden çok daha küçük orduları karşısında tarihin en ağır yenilgilerden birisini almıştı. Büyük devletler bile ordularımızın galip geleceğine inandıkları için; savaşın başında Türkiye’yi savaşta kazanacağı toprakları bile geri vermesi gerektiği hususunda uyarmıştı. Bu acı yenilgiye şahit olan Enver Paşa eli kulağında olan ve çıkması muhakkak olan büyük savaştan önce orduyu yenileştirmeye başladı. Çok büyük gayretle Türk Ordusunun jandarmasını, Deniz Kuvvetlerini, Piyadelerini çağın en modern devletlerin ordu düzenine göre oluşturmak için çeşitli sınıfları eğitmek için Fransa, İngiltere, Almanya’dan askeri uzmanlar getirterek modern bir ordu oluşturma çalışmaları yapmıştır. Alaylı diye tabir edilen modern harp tekniğinden habersiz olan 240 generali, harp okulu mezunu olmayan ve savaşlarda başarı gösteremeyen birçok yaşlı subayı emekli etmiştir. Onların yerine harp okulu mezunu genç subayları getirmiştir. Enver Paşa bu tasfiyeyi yapmasaydı Mustafa Kemal ve arkadaşları bırakın Ordu komutanlığını Albaylığı bile zor göreceklerdi. Yine bu tasfiye olmasaydı Çanakkale’de o alaylı subaylar olacaktı. Ve onlar, bilgide, teknikte, stratejide çok ileri olan düşman askerlerinin komutanlarını yenemeyeceklerdi…
Balkan Devletleri önünde çok feci şekilde yenilen Türk Orduları 15 ay gibi çok kısa zamanda insanüstü gayretle ıslah edilerek, dünyanın 1. ve 2. Güçlü devletleri olan İngiltere, Fransa ve müttefiklerini Çanakkale’de yenmişlerdi. Biz Çanakkale’de onları yenince yüzyıllardır Türkiye’nin topraklarını almak için fırsat kollayan bu uğurda son yıllarda batılı müttefiklerinin desteğini alan Çarlık Rusya’sı yıkıldı. Yerine Batılılara düşman bir rejimin hâkim olduğu yapı kuruldu…
Şimdi, bir an için düşünelim. Çanakkale’de Boğazlardan geçilmesini engelleyemedik. İngiltere-Fransa, Rusya’ya yardım gitti. Çarlık batının verdiği teknik güçle dimdik ayaktadır. 1907 Reval Antlaşmasına ek olarak İtalya’nın da dâhil olduğu 1916 yılında İngiltere ve Fransa arasında imzalanan, Rusya ve İtalya tarafından onaylanan 23 Kasım 1915 Sykes-Picot Antlaşması , Osmanlı İmparatorluğu'nun parçalanması durumunda karşılıklı olarak kabul edilen etki ve kontrol alanlarını tanımlayan gizli bir anlaşmaya göre topraklarımız işgal edilecek. Rusya Doğu ve Güneydoğu Anadolu’dan İskenderun’dan denize inen bölgeyi mutlaka işgal edecekti. O zaman Milli Mücadelemizin bel kemiği hükmünde olan en diri kuvvetimiz olan 9. Ordunun adının değiştirilerek kolorduya dönüştürülen kuvvetimiz kalır mıydı? Silahlarımızı nasıl kaçırıp nerede saklayacaktık? Milli mücadelede en büyük destekçimiz olan Rusya ile de savaşmak zorunda kalsaydık halimiz ne olurdu?
İttihat ve Terakki yönetimi, Cihan Harbinde Ermeni ve Rumlara tehcir uygulanmasaydı Türkiye Cumhuriyeti 2011 yılına kadarki homojen yapısında olabilecek miydi?
Talat Paşa ve birçok ittihatçı masonmuş iddialarına gelince; Abdülhamit İdaresini, aydınlar, milliyetçiler korkunç bir istibdat devri olarak kabul ettikleri için ve kendilerini korkunç baskılar yapıldığını biliyorlardı. Bu baskılardan kurtulmak ve rahatça bir araya gelebilmek için Abdülhamid’inde toleranslı davrandığı Mason Localarında toplanabilmek için bu localara üye olanlar olmuştur. Ama hayatları bir bütün olarak incelendiğinde Türk Devleti ve Türk Vatanı aleyhine tek bir yanlış yapıldığını kimse iddia edemez. Suriye ve Filistin’de Yahudilere Babillerden sonra ikinci tehciri uygulan İttihat ve Terakki Mensuplarıdır. O zaman bu nasıl bir masonluktur! İşte hadise burada saklı, takipten kaçmak için….
Talat Paşa, Sadrazam olduğunda makamına öğlen yemeğini evden sefer tası içerisinde getirdi. Makamına gelirken korumaları olmadan halkın arasında yürüyerek gelirdi. Şahsi harcamalarının hepsini maaşından yapardı. Harcırah ve ek ödeme hiç almadı. Oturduğu ev kiralıktı. Padişahın, kendisine, “Biraz sen kat biraz da ben sana ev alalım” teklifine, “Bu millet bizi yanlış anlar” diyerek kibarca karşı çıkmıştır. Türk Tarihinin gelmiş geçmiş en düzgün ve en dürüst veziri, ya da siz başbakanı da diyebilirsiniz. Temsil ettiği milletin orta hallisinden daha aşağıda olan bir ekonomik hayat yaşadı.
Ömürlerini, İttihatçılık değerleri ile tamamlayanların hepsi yaklaşık mana olarak evlatlarına, çelik fikirli, İttihat Terakki teorisyeni olan Bahattin Şakir’in oğluna söylediği “Evladım, ben sana mal mülk bırakamıyorum, başını öne eğdirmeyecek, aksine devamlı övünebileceğin tertemiz bir mazi bırakıyorum” sözü bütün İttihat ve Terakki yöneticileri için geçerlidir. Bütün İttihatçıların eşleri, çocukları yokluk içinde yaşamışlardır.
Türk tarihinden zamanımıza kadar bu anlayışa sahip kaç kişi tanırsınız? Bir de kendimize bir soralım. Bizler Bahattin Şakir’in % kaçı kadarız. Rabbim onlardan razı olsun. Mekânları cennet olsun.
Mehmet ARSLAN Eğitim Yönetimi Ve Planlama uzmanı