1933 yılıydı.

Cumhuriyetimiz onuncu yılına gelmişti, pırıl pırıl parlıyordu.

Şak…

ABD'de bir roman piyasaya çıktı.

Musa Dağı'nda Kırk Gün…

Avusturyalı yazar Franz Werfel'in romanıydı.

Aniden, en çok satan kitaplar listesinde bir numara oldu.

Tehcir sırasında Hatay'daki Musa Dağı'na sığınan dört bin kadar Ermeni'nin kırk gün boyunca Osmanlı güçlerine direnişini anlatıyordu, Osmanlı'yı yerden yere vuruyor, Türkleri canilikle suçluyor, insanlık dışı davranmakla suçluyor, çocuk kıyımı yaptığımızı iddia ediyordu.

Peki gerçek bu muydu?

Elbette değildi.

Birinci Dünya Savaşı'nda İngiltere ve Fransa, İskenderun kıyılarına çıkarma yapacaktı. Bu askeri harekatı kolaylaştırmak için silahlı Ermeni teşkilatlarıyla işbirliği yapmışlardı.

Bölgedeki yedi Ermeni köyü isyan çıkarmış, vergilerini vermemişler, zorunlu askerlik görevlerini yerine getirmemişler, Musa Dağı'nda toplanarak, Osmanlı ordusuna karşı silahlı direniş başlatmışlar, direniş başarısız olunca da, topluca Fransız savaş gemilerine binerek, Mısır'a Süveyş Kanalı'ndaki mülteci kampına taşınmışlardı.

Fransız resmi belgelerine göre, Port Said'teki mülteci kampına getirilen Ermenilerden 500'den fazlası, yine Fransız savaş gemileriyle Kıbrıs'a götürülmüş, Monarga lejyoner kampında eğitilmiş, Fransız üniformasıyla Adana-Maraş-Antep işgaline katılmışlardı.

Ama… Söz konusu roman “soykırım” diyordu!

New York Times'ın başı çektiği Amerikan gazeteleri, adeta koro halinde bu kitabı yazıyordu, ballandıra ballandıra övüyorlardı.

Hollywood'ta mutlaka film olması için çağrıda bulunuyorlardı.

Gişe rekoru kırar diyerek teşvik ediyorlardı.

Hollywood'un devlerinden olan Metro Goldwyn-Mayer şirketi, bu romanın yayın haklarını satın aldı, senaryo çalışmalarına başladı.

Washington büyükelçimiz Ahmet Münir Ertegün'dü, bu gelişmelerden haberi oldu, derhal Ankara'yı bilgilendirdi.

Ankara da derhal ABD'nin Ankara büyükelçisini dışişleri bakanlığımıza çağırdı, uyardı.

Aynı zamanda, Türkiye Cumhuriyeti hükümeti adına Metro Goldwyn-Mayer şirketine resmi yazı gönderildi.

“Takdir şüphesiz sizin, ancak, eğer bu karalama filmini çekerseniz, bundan böyle sizin şirketinize ait hiçbir film Türkiye'ye giremez” denildi.

Hem diplomatik, hem ticari rest çekilmişti.

“Ya gerçekleri ve bizi tercih edeceksiniz, ya da yalanları ve diasporayı tercih edeceksiniz” denildi.

Netice?

Türkiye'yi ve gerçekleri tercih ettiler.

Türklere yönelik iftiralarla dolu film, çekilmedi, çekilemedi.

Hollywood üzerinden dünya çapında propaganda yapmayı planlayan Ermeni diasporası, duvara toslamıştı, başaramamışlardı.

Türkiye Cumhuriyeti'nin Washington nazarındaki prestiji, paha biçilmezdi, Ankara aleyhine herhangi bir adım asla atılamazdı.

Gel zaman git zaman…

Kirk Kerkorian.

Tehcirden çoook çok önce, 1800'lü yılların sonunda Maraş'tan ABD'ye göçetmiş Ermeni bir ailenin çocuğuydu.

1917'de Kaliforniya'da doğdu.

Okumadı, girip çıkmadığı iş kalmadı, ticarete atıldı, ikinci el küçük uçakları alıp satmaya başladı, para biriktirdi, Los Angeles'tan Las Vegas'a charter uçuşlar yapan havayolu şirketi kurdu, voliyi vurdu, Las Vegas'ta kumarhane otelleri inşa etti, Las Vegas'taki yatak kapasitesinin yarısına, kumar makinelerinin yüzde 40'ına sahip oldu, 16 milyar dolar servet yaptı, dünyanın en zengin 41'inci insanı oldu, vakıf kurdu, Ermenistan'a bir milyar dolardan fazla bağış yaptı, Ermenistan'a tek kuruş karşılık beklemeden otoyol yaptı, üç bin konut yaptı, okullar yaptı, hastaneler yaptı, Ermenistan'ın en büyük unvanı olan Yurt Madalyası'nı aldı, Ermeni diasporasının milyar dolarlarla ifade edilen sermayesini Vatikan bankası IOR'ye kanalize etti, bunun karşılığında, Papa'nın 1915 olaylarını “soykırım” olarak nitelendirmesini sağladı, lobi yaptı, ABD eyaletlerinin tek tek sözde soykırımı tanımasını sağladı, Los Angeles Üniversitesi/UCLA'e 20 milyon dolar bağışta bulundu, Ermeni Tarihi adı altında “soykırım” kürsüsü kurulmasını sağladı.

Devletin imtiyazlı dini, mezhebi, tarikatı ve cemaati olur mu? Devletin imtiyazlı dini, mezhebi, tarikatı ve cemaati olur mu?

Ve…

Hollywood'a girdi.

Metro Goldwyn Mayer'i satın aldı.

Hani şu iftiralarla dolu sözde soykırım filmini çekmeyen Metro Goldwyn Mayer vardı ya… İşte onu satın aldı.

Beklediler.

Beklediler.

Beklediler.

Akp iktidarıyla umutlandılar.

Fırsat bu fırsat dediler.

Kirk Kerkorian tarafından satın alınan Metro Goldwyn Mayer şirketi, 2016 yılında, tarihte ilk kez Hollywood'ta “soykırım” filmi çekti.

“The Promise” isimli film, romantik sahnelerle dolu bir aşk hikayesi etrafında, alenen soykırım propagandası yapıyor.

Biz Türklerin çoluk çocuk kadın demeden, bütün Ermenileri kestiğimizi, soylarını kurutmaya çalıştığımızı anlatıyor.

The Promise'in yönetmenliğini, Ruanda soykırımını konu alan Hotel Ruanda filminin Oscar ödüllü yönetmeni Terry George yaptı.

Böylece, daha vizyona bile girmeden “soykırım tescili” almış oldu.

Başrolünde, Oscar ödüllü Christian Bale oynadı; Ermeni halkının uğradığı sözde soykırımı dünyaya duyuran Amerikalı cesur (!) gazeteciyi, Associated Press muhabirini canlandırdı.

Böylece, günümüzde gerçekten var olan Associated Press'in ismi kullanılarak, filmdeki “haber”lerin de tamamen “gerçek” olduğu algısı yaratıldı.

Türk nefretiyle dolu olan, seyredenleri Türk nefretiyle dolduran bu iftira filmi, 2017'de vizyona girdi.

Los Angeles'taki galaya, George Clooney, Sylvester Stallone, Cher, Kim Kardashian gibi şöhretler katıldı.

Christian Bale bu galada açıklama yaptı, “Ermeni soykırımı, o tarihten bu yana bütün soykırımları kışkırttı” dedi.

Yani bu arkadaşa göre, Yahudi soykırımı dahil, hepsi bizim başımızın altından çıkmıştı!

İspanya, Portekiz ve Malta'da çekilen The Promise filmi, ABD'nin yanısıra Avrupa'dan Avustralya'ya, Kanada'dan Mısır'a, Tayland'tan İran'a, Türkiye hariç, bütün dünyada yayınlandı.

1933'ten beri deniyorlar, asla başaramıyorlardı.

Cumhuriyet'in kurucu vizyonu ve cumhuriyet hükümetleri, hem diplomatik hem ticari açıdan….

“Ermeni soykırımının Tbmm tarafından tanınması” için kanun teklifi veren Hdp milletvekili Garo Paylan, işte bu atmosferden cesaret alıyor.

Hazır Türk medyası bu kadar satılık ve kiralık tiplerden oluşuyorken, muhalif denilen medya bile binbir suratlı mutantlar tarafından ele geçirilmişken… Biraz daha bastırırsak, Türkiye'deki genç nesilleri bile soykırım palavrasına inandırırız diye düşünüyor.

Değerli gençler…

Varlığıyla onur duyduğumuz Profesör Hikmet Özdemir'in bu konuyla alakalı eserlerini okuyun, “Sürgün ve Göç”ü okuyun, “Ermeni İddiaları Karşısında Türkiye'nin Birikimi”ni okuyun, “1915 Tartışılırken Gözden Kaçırılanlar”ı okuyun, “1914-1918 Salgın Hastalıklardan Ölümler”i okuyun.

Profesör Salahi Sonyel'in “Osmanlı Ermenileri”ni okuyun.

Profesör Türkkaya Ataöv'ün “Ermeni Belge Düzmeciliği”ni okuyun.

Profesör Aysel Ekşi'nin, İngiliz ve Fransız arşivlerinden orijinal belgelerin yeraldığı “Belgeler ve Tanıklarla Türk-Ermeni İlişkilerinde Tarihi Gerçekler”i okuyun.

Profesör Yusuf Halaçoğlu'nun “Ermeni Tehciri”ni okuyun.

Profesör Justin McCarthy'nin “Ölüm ve Sürgün”ünü okuyun.

Profesör Mim Kemal Öke'nin “Yüzyılın Kan Davası, Ermeni Sorunu”nu okuyun.

Profesör Cemal Anadol'un “Ermeni Dosyası”nı okuyun.

Profesör Taha Niyazi Karaca'nın “Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey Olayı”nı okuyun.

Profesör Ümit Özdağ ve Özcan Yeniçeri'nin “Ermeni Psikolojik Savaşı”nı okuyun.

Rus tarihçi Profesör Oleg Kuznetsov'un “20. Yüzyılda Uluslararası Ermeni Terörizmi”ni okuyun.

Amerikalı tarihçi Profesör Guenter Lewy'nin “Osmanlı Türkiyesindeki Ermeni Katliamları, Tartışmalı Bir Soykırım”ını okuyun.

Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü tarafından yayınlanan, Doçent Recep Karakaya'nın “Kaynakçalı Ermeni Meselesi Kronolojisi”ni okuyun.

Kamuran Gürün'ün “Ermeni Dosyası”nı okuyun.

Bilal Şimşir'in “Malta Sürgünleri”ni okuyun, “Osmanlı Ermenileri”ni okuyun, “Ermeni Meselesi”ni okuyun, “Şehit Diplomatlarımız”ı okuyun.

Uluç Gürkan'ın “Ermeni Katliamı Suçlaması Yargılama ve Karar”ını okuyun.

İsmet Görgülü'nün “Atatürk'ten Ermeni Konusu”nu okuyun.

Rus Kafkas Ordusu kurmay başkanı Bolhovitinov'un kitap haline getirilen “1915 tarihli resmi Ermeni Raporu”nu okuyun.

Mehmet Perinçek'in “Rus Devlet Arşivlerinden 150 Belgede Ermeni Meselesi”ni okuyun.

Ermenistan'ın ilk başbakanı ve Taşnak partisinin kurucu liderlerinden Ovanes Kaçaznuni'nin, itiraflarla dolu “Taşnak Partisi'nin Yapacağı Bir Şey Yok”unu okuyun.

Samiha Ayverdi'nin “Türkiye'nin Ermeni Meselesi”ni okuyun.

Berna Türkdoğan'ın “1915'ten Günümüzü Tehcir, Türk-Ermeni İlişkileri”ni okuyun.

Eray Bayramol'un “Rus Kaynaklarında Ermeni Sorunu”nu okuyun.

Sadi Koçaş'ın “Tarihte Ermeniler ve Türk-Ermeni İlişkileri”ni okuyun.

Kazım Karabekir'in “Ermeni Dosyası”nı okuyun.

Babası Polonyalı, annesi İngiliz olan Osmanlı vatandaşı, Washington büyükelçimiz, Kuvayı Milliye kahramanı, Ankara milletvekili Alfred Rüstem Bilinski'nin “Türk-Ermeni Meselesi”ni okuyun.

Pierre Loti'nin “Ermenistan'daki Katliamlar ve Türkler”ni okuyun.

Levon Panos Dabağyan'ın “Türkiye Ermenileri Tarihi”ni okuyun.

Profesör İlber Ortaylı'nın, Şükrü Elekdağ'ın, Gündüz Aktan'ın, Onur Öymen'in, Alev Coşkun'un makalelerini okuyun.

Değerli gençler…

Asırlık iftiraya karşılık verebilmenin tek yolu, bilgi sahibi olmaktır.

Bu kitapları okuyun, kendinizi donanımlı hale getirin.

Yukarda örneklerini sıraladığım kitaplara dikkat ederseniz, aralarında bir tane bile “badem” tabir ettiğimiz “siyasal dinci” yoktur.

Çünkü, tüm Atatürkçüler, sağcı-solcu ayrımı yapmadan tüm yurtseverler, namuslu akademisyenler, bu iftiraya karşı mücadele veriyor, sadece siyasal dinciler kılını kıpırdatmıyor.

Kendisine Osmanlı süsü veren bademlerden, Ermeni meselesiyle alakalı kitabı olan, bu meseleye kafa yoran bir kişi bile bulamazsınız.

Hdp milletvekili Garo Paylan, işte bu tarikat-cemaat-zırcahil atmosferinden cesaret alıyor, bu müsait iklimden güç buluyor.
Haysiyetsiz medyanın yetersizliğinden faydalanarak, bu özellikle siz değerleri gençleri etkileyebileceklerini, ikna edebileceklerini düşünüyor.

Bizim jenerasyonun basiretsizliği nedeniyle, görev size düşüyor.

İşlemediğiniz suçun utancını yaşamayın.

İşlemediğiniz suçun üstünüze yıkılmasına izin vermeyin.

İnsan bilmezse korkar.

Okuyun.

Cesur olun.

(Değerli Tarihçi Ümit Ülgen Beyefendi'den alıntıdır.)

Editör: Kerim Öztürk