Modern milliyetçi düşüncenin doğuşu 1789 Fransız Devrimi’ne dayanır.

Tarihte işgalcilere karşı direnenlerin savunma milliyetçiliği, yayılmacı milliyetçilik, hatta devrimci milliyetçiliğe de rastlanır.

Mesela 1860-1870 yıllarında İtalyan birliğinin kurulması devrimci milliyetçilik olarak adlandırılır.
İlk milliyetçi hareketlere, Napolyon istilası sonrası Almanya’da rastlıyoruz.

Esasen etnik milliyetçilik, primitif bir davranış biçimi olarak ortaya çıkar. 
Dolaysı ile ılımlı milliyetçilikle etnik milliyetçiliği esas almaz.
Kimi otoriteler etnisiteyi, doğuştan edinilen, doğduğu yer ve akrabalık ilişkileri, din, dil ve gelenek gibi sosyal temalardan kaynaklanan doğal ve değiştirilemez bir bağlılık duygusu ve bundan kaynaklanan bir sosyal dayanışma olarak görmektedir. 

Bu esasen primordiyal diye adlandırılan ilkçi bir yaklaşım türüdür.
İlkçi açıklamaları benimseyen otoriteler; doğalcı, eskilci, biyolojik ve kültürel diye dört farklı bakış açısına ayrılırlar.

Doğalcı yaklaşım oldukça ırkçı bir yaklaşımdır.
Eskilci yaklaşım ise doğalcı yaklaşım kadar radikal değildir. Bu yaklaşıma göre, milletleri oluşturan ortak kültür, ortak tarih, dil aynı vatanı paylaşmak esastır. 

Öcalan’ın “ABD garantör ülke olsun” talebi! Öcalan’ın “ABD garantör ülke olsun” talebi!

Biyolojik yaklaşım ise, oldukça tehlikeli olup, etnik bağlılıkları genlere indirgemektedir. 
Kültürel yaklaşım ise, kültürel bağlarla insanlar arasındaki ilişkiyi ve millet olma vasfının bu yolla elde edilebileceğini savunur.

Esasen milletleşme, toplumsal ve de demografik süreçlerle ilgili bir vakıadır. 
Bir görüşe göre milliyetçilik, kapitalizmin dünyayı hiza etkilemesinin bir tür türevdir. 
Yine bu görüşün etkisinde kalanlar, milliyetçiliği gelişmiş ülkelerin geri kalmış ülkeler üzerinde uyguladıkları emperyalizmin o ülkelerdeki sert karşılığı olarak görürler.

Tabi bu sürecin bir tür sonucu olarak gelişmiş ülkelerde de milliyetçilik akımları ile karşılaşabiliyoruz.

Bazı otoriteler milliyetçiliğin, gericiliği ve ilericiliği genetik kodlarında taşıdığını söylerler.

Ancak milliyetçiliği din, bölge milliyetçiliğine indirgeyen bir tutumla da karşılaşabiliyoruz. 
Bunları siyasal alanda çokça görmek mümkün. 

Ancak endüstrileşmiş toplumlarda bu tarz fanatik milliyetçiliklerin karşılığı olmaması gerekirken, gelişmiş ülkelerde milliyetçiliğin bir yeniden doğuş yaşadığına da yankı oluyoruz.

Milliyetçiliği faşizm ölçeğinde ya da liberal ölçekten ziyade akrabalık ölçeğinde ele alan kimi otoriteler, milleti hayal edilmiş bir siyasal topluluk olarak görürler.

Velhasılı tartışma milletlerin kültürel topluluklar mı yoksa siyasi topluluklar mı olduğu yönünde sürmektedir.

Ben hadisenin kültürel tarafında olmayı yeğlemekteyim. 

Yani kültürel birliktelik, vatan birlikteliği ve aynı zamanda ortak değerlerde buluşmak milliyetçilik için yeterlidir.

Zaten daha fazlası fanatizme kaymaktır ve etnik temele dayalı toplumsal dokuyu ayrıştırıcı özellikler taşır. 
Bunun da ne bir insana ne de bir topluma fayda getirmesi söz konusudur. 

Tahsin Bulut

Editör: Kerim Öztürk