Milliyetçilik ve muhafazakarlık birbirine ters kavramlar olmayıp zaman zaman iç içe ve birlikte düşünülmesi gereken kavramlardır. Milliyetçi çizgide olan bir kimsenin maddi ve manevi değerleri, eserleri, sosyal mirası koruyucu olması da beklenir. Muhafazakar bir aydının milliyetçi olmadan neyi muhafaza edip koruyacağı da tartışmalıdır. Bir muhafazakarın hassas olduğu değerler; milliyetçinin de sahip çıkması gereken değerlerdir.
Ancak ülkemizde kendini muhafazakar olarak tanımlayan bazılarının milliyetçiliğe karşı ve onu reddeder davranışları anlamsızdır. Bu bir çeşit davranış bozukluğudur. Milletleşmeyi, milli kimliği reddeden, Türk milletine mensubiyet duygusunu dışlayan bir kimse neyi ne ölçüde muhafaza edebilir? Milliyetçiliği reddeden muhafazakarın, muhafazakarlığı reddeden bir milliyetçinin fikir çizgisi henüz olgunlaşmamış kabul edilebilir. Sosyal değişme de gelişme şeklindeki olumlu bir değişmenin reddi; muhafazakarlığa ve milliyetçiliğe de zararı dokunur. Esas olan toplumun ihtiyaçlarına göre ve çağa göre değişmedir. Gelişme ileride toplumun beka sorununu doğurmayacak nefes alışlarıdır. Aslında sadece geçmişe takılıp kalmak onu taklit haline sokmak muhafazakarlık değildir. Muhafazakarlık Türk milletini diğer milletlerden ayıran kendine has özelliklerin korunarak yaşatılması ve canlı kılınmasıdır. Milletleşemeyen ve kalabalık halinde kalan toplumlarda muhafazakarlık ve milliyetçilik ortak iradesi de gelişemez. Bir toplumda değişme kadar muhafazakarlık fonksiyonuna da ihtiyaç vardır. Bir Fransız katolik ile İspanyol veya başka bir ülkenin katoliği aynı din dairesine mensup olmalarına rağmen yaşama tarzı (kültür) farklarına sahiptirler. Milletleşme ile millileşen kültür o kültürün mensuplarını milli menfaatler doğrultusunda hareket etmelerine yol açar. Diğer taraftan Türk, Yunan, Fransız, Alman muhafazakarları birbirinden kültürel farklar gösterirler. Bu bakımdan muhafazakarlık ve milliyetçilik milletlere göre değişebilir. Bunlar hiçbir ülkenin inhisarında da değildir. Değişme de sadece değişme olduğu için kabul edilmez. Olumlu bir değişme yani sosyal gelişme olabilmesi için toplum sosyal ve ekonomik açıdan ve zihniyette olumlu bir ortak seviyeye gelmelidir. Toplumları bekleyen tehlikelerden biri de körü körüne geçmişi taklittir.
Milliyetçilik ve ırkçılık da birbirinden farklıdır. Ancak bazı ideolojik çevreler milliyetçileri ırkçı olarak suçlama yanlışından medet umarlar. Milliyetçilik, kendi milliyeti dışındakileri aşağılamak, dışlamak değil; dünyayı eşit, adil, anlamlı ve istismar edilmeden paylaşabilecek şuur ve olgunluğa erişmedir. Gelişmiş ülkelerle işbirliği yapanlar bunların tersini milli topluma kabul ettirmeye çalışır. Milliyetçilik sadece duygu ve düşüncede kalan bir anlayış değildir; eylemle de ortaya konmalıdır. Ekonomiden dış politikaya ve sanata kadar… O bir tören malzemesi, ne dışa kapanma, ne de duygusallık değildir. Türk milliyetçisi öncelikle Türk milletine mensup olma şuurunu ve Türkçeyi paylaşmalıdır. Milliyetçilik bir ideoloji değil; o sürekli ülke yararına asırlar boyu devam eden yok edilememe şuurudur. Milliyetçilik kültürel değerlere bağlıdır. Irkçılık ise genetik ve biyolojik esaslara ve determinizme dayanır. Batıda milliyetçilikten korkulur. Bunlar sömürge tarihlerinde gayri insani ve gayri ahlaki istismarların sahibidirler. Bu durum halen devam ediyor. Güçlü olanlar işgalcilikle ve hediye toprak almakla uğraşıyor. Türkiye’de Türk’e karşı yapılan ırkçılık Anadolu’da yeni Sevrler açma yarışıdır. Egemenliklere ve bağımsızlıklara saygı ortadan kalkmıştır. İnsan hakları konuşulur ama istendiği zaman ortadan da kaldırılır. Milletleşemeyen etnisitelerin milliyetçiliği olamaz. Buna asabiyet denebilir. Milliyetçilik bizde Türk tarihi ile birlikte başlar. Batıda ise 1789 Fransız İhtilali, şehirliler gerçeği (burjuvazi) esas alınır. Tarihleri birbirine karıştırmamak gerekir. Kaşgarlı Mahmut’un Divan-u Lugat-i’t Türk adlı eseri 11.yüzyıl’dadır. Bu dönemde Göktürk Abideleri’nde taşlara Türk kazılmış ve Çin tehlikesine işaret edilmiştir. Milliyetçilik küreselleştirmeye, uydu yapmaya, liberal kapitalist sisteme ne derece yabancı ise sosyalist sisteme de o derece yabancıdır. Sosyalizm zümreci ve sınıf çatışmasını esas alır ve iç çatışmalarla aslında emperyalizme alan açar. Fert, zümre ve sınıf egemenliğini esas alan bir görüş toplumu bütünüyle kavrayamadığından toplumcu da sayılamaz. Atatürksüz milliyetçilik ve Atatürksüz Atatürkçülük bir çeşit siyasi soytarılık ve çelişkidir. Atatürk’ü güvendiği Türk Milletiyle beraber Milli Mücadeleye atılması, mandacı fikirlere karşı olmasındandır. Eğer yaşasaydı bize çifte standart uygulayan, aşağılayan, insan haklarını çiğneyen AB’ye karşı olur ve onlara doğru yolu gösterirdi. Bir Türk milliyetçisinin Batı düşmanı olmasına da gerek yoktur. Türk’e düşman olarak İslam’a dost olamazsınız. Bugün Ortadoğu’da olup bitenler bize çok şey öğretmiştir. Osmanlı’ya ihanet edenler Cumhuriyet Türkiye’sine de aynı şeyi yapmaktadır. Bozkurt işareti yaptı diye milli bir futbolcumuza maç sonrası yapılan saldırılar ciddi örnektir. Türk düşmanlığı ve bize karşı ırkçılık tarihi bir gerçektir.
Değerli ilim adamı rahmetli Erol Güngör milliyetçiliği de ırkçılıktan kesin olarak ayırmıştır. O’na göre, milliyetçilik bir kültür hareketi olarak ırkçılığı; halka dayanan bir hareket olmasıyla da otoriterliği reddeder. Eğer bugün yaşasaydı Hitler ve Stalin karışımı işgal ve saldırıları hayretle izlerdi.
Yine rahmetli Erol Güngör “milliyet farklarını hesaba almayan bir İslam düşüncesi, kaynağını İslam dininden ziyade, bazı siyasi durumlardan almaktadır. Bu manada İslamcılık şimdiye kadar hep hakim milliyete karşı hoşnutsuzluğunu doğrudan doğruya belirtemeyen etnik azınlıkların ideolojisi olmuştur. Bunların maksadı İslam ülkeleri arasında birlik sağlamaktan ziyade kendi yaşadıkları ülkedeki milliyetçi politikayı nötralize etmektir. Bu azınlıklar ayrılıkçı bir politika takip edecek kadar kalabalık ve güçlü olduklarını hissettikleri an kendi istikametlerinde bir milliyetçilik hareketi açmaktan hiç geri kalmazlar; böyle bir güce erişemedikleri müddetçe İslam davasının şampiyonu olarak görünürler” (Prof.Dr.Erol Güngör, İslam’ın Bugünkü Meseleleri, İstanbul 1981, sh.181). Aslında İslamcı ve sağcı, solcu, aşırı solcu görünüm altındaki bazılarının ayrılıkçı bazı hareketlerle iç içe olmaları sebepsiz değildir. Türkiye’de de Cumhuriyetin ve milli devletin kuruluş amacını ve Milli Mücadeleyi reddedenler, Atatürk düşmanlığına soyunanlar, Atatürk’ü “burjuva Kemal” olarak utanmadan isimlendirenler, rahmetli Güngör’ün işaret ettiği yanlışlardan hareket etmektedirler. Bunlar Allah’ın ipine değil; emperyal güçlerin iplerine sarılmayı kurtuluş zannederler. Milli Mücadeleye karşı hareketlerin ve Doğu’daki İngiliz güdümlü bazı isyanların temelinde bu husus yatmaktadır.
Bir milliyetçi ve muhafazakarın iktisadi görüşleri ile bir liberalin görüşleri de farklıdır. Liberal her şeyin kendi içinde zamanla dengeye varacağına inanır ve gerekli kamu müdahalelerini dışlar. Ferdi kutsallaştırır; toplumun fertlerden meydana geldiğini unutur görünür. Yani ağacı gören ormanı fark etmez. Fert mi, toplum mu şeklindeki kısır tartışma; milliyetçi ve muhafazakar kamplaştırmasının bir başka örneğidir. Özgürlükler de ütopyalaştırılamaz; onların da yasal sınırları vardır.
Yazımızın sonunda tekrar muhafazakarlık kavramına dönersek; muhafazakarlık, bir milleti diğerinden ayıran, fark ettiren, kendi kimliğini veren maddi ve manevi değerlerin sistemli bir şekilde korunması ve korunarak geliştirilmesidir. Sadece geçmişe takılıp kalmak ve tutuculuk değildir. Zaten öyle bir döneme geldik ki tutucu olmak isteseniz de onu başaramazsınız. Müspet evrensel, kültürel ve teknolojik gelişmeleri dışlamak ve onları ülke yararına kullanamamak da muhafazakarlık değildir.
Prof. Dr. Mustafa E. ERKAL