TV'lerin O'nun ölüm haberini son dakika olarak geçtiğini gördüğümde, 'Şimdi Atatürk cennette onu, hoş geldin evladım Rauf diyerek karşılamış ve alnından öpmüştür.' diye düşünmüştüm.
Elbette Kıbrıs Türklüğüne kurulacak tuzakları bundan sonra kim bozacak diye kaygıyla karışık…
Bir yazıya sığmayacak kadar büyüktü O.
Büyük bir devlet adamı, büyük bir diplomat ve her şeyden önce adanmış bir ömür ve direnişin Türkçe adıydı. Çünkü O, beş bin yıllık muhteşem Türk tarihinin şan ve şeref katındaki yerini hayattayken almış Rauf Denktaş idi…
Dr. Fazıl Küçük’ ten devralıp 21.yüzyıla taşıdığı haklı mücadelesinde ne yazık ki 2000’li yıllarda yalnız bırakıldı…
‘’Annan Planı’’ adlı Birleşmiş Milletler tuzağı, Kuzey Kıbrıs Türküne karşı kurulduğunda, Rauf Denktaş New York’ta açık kalp ameliyatı olduğu hastanedeydi.
Ameliyat sonrası iyileşme süreci uzun sürmüştü. Oysa “Bir hafta içerisinde seni geri göndereceğiz” demişlerdi Denktaş’a. Zaten ameliyat olayı da ansızın çıkmıştı.
Denktaş kendisine kurulan kumpası anlamış ve “Ben bu oyuna nasıl geldim” diyerek eşi Aydın hanıma “Beni evime götür, öleceksem evimde öleyim” diye yalvarmıştı.
Hasta yatağında olduğu o günlerde Denktaş’a Annan Planı’nı kabul etmesi yönünde hem Türkiye’deki iktidar sahiplerinden hem de uluslararası toplumdan organize bir baskı yapılıyordu.
New York’ta ameliyattan çıkmış Denktaş’a karşı küresel bir psikolojik savaş “Mister No” sloganı ile başlatıldı.
Küresel psikolojik saldırının önünde tek başına bırakılan Rauf Denktaş bu süreçte, ‘’bu sorun bir an önce çözülmeli‘’ diyerek Annancı tavır alan, daha okumadıkları Annan Planı’na karşı televizyon ekranlarında övgüler yağdıranlara karşı da mücadele vermek zorunda kaldı.
Denktaş’ın hastanedeki odasını adeta bir daireye çevirerek, bir bölümünü yazıhane gibi yaptılar.
Hasta yatağından zorla kaldırarak Annan Planı’nı imzalasın diye masaya oturtuyorlardı. Direniyordu Denktaş! “İmzalamam, imzalamayacağım” diyordu…
İki ay sonra adaya döndüğünde zayıf ve bitkindi. Rahatsızlığı tam anlamıyla geçmemişti.
Bu sefer tedavi için Ankara’ya gidecekti. Aklında yine Annan Planı vardı. Ankara’daki hastanede kalırken bir gece uyur vaziyette şahadet getirdiği duyulacaktı.
Ve şöyle diyecekti yine uyur vaziyette; ”Allah’ım! Eğer Kıbrıs Türk’ü yok olacaksa bana bunu gösterme. Canımı al ve kurtar beni.”
O sırada yanında refakatçi olan kızı sessizce ağlayarak dinliyordu babasını..
Ankara’daki tedavisinden sonra da yine mücadelesine devam edecekti.
Ama Artık Türkiye’de bu koca Türk’ü kovmaya kalkabilen bir iktidar vardı ve Denktaş bu dönemde mücadelesini yazılı ve görsel basında kendisine kalan kısıtlı alana taşıyıp, Türk milletine seslenmeye devam etti…
Onun diplomatik bir deha olması ve kararlı duruşu Annan Planı’nın iki kez değişmesine sebep oldu.
Karşısındaki Karen Fogg’un çocukları, İçimizdeki İrlandalılar ve “Yes be Annemciler” ise adeta yaylım ateşine tutar gibi parselledikleri köşelerinden, çıkarıldıkları ekranlardan Denktaş’ın itibarını hedef alıyorlardı…
Bu “görevli” gazetecilerden bazıları, cahillerin desteklediğini söyledikleri Denktaş’ın durduğu noktaya yıllar sonra “AB bizi kandırdı” diyerek geleceklerdi.
Mücadelesinin, fikirlerinin zaferini hayattayken görme bahtiyarlığını yaşayan Rauf Denktaş, kurduğu devletin bayrağı altında hayata gözlerini yumdu.
Uzun lafın kısası; milletler kahramanları ile yaşar!
Kolay kolay kahramanların ortaya çıkmadığı bir çağa damga vurmuş, Kıbrıs sularında atalarımızın destan iniltilerinin susmasına izin vermemiş bir kahramandı Rauf Denktaş.
Bu kahramanın 88 yıllık ömrünü vakfettiği mücadelesine dahi saygı göstermeyip, ona ‘’statükocu‘’diyen zihinler, onu ‘’Mister No‘’ diyerek karalamaya çalışanlar ve ‘’Yes Be Annemciler’’ kaçınılmaz sonları olarak unutulmuşluğu ve hiçliği yaşarken, onun adı yaşıyor ve daima yaşayacak.
O, Türk tarihine dikilmiş nice muazzam abidelerden biriydi. O, anlı şanlı Rauf Denktaş’tı, Türklüğün şan ve şeref sayfalarına Kıbrıs destanını yazdı.
Ve sonra; Oğuz Han’ın otağına girip, Mete’nin, Atilla’nın, Kürşad’ın, Alparslan’ın, Fatih’in ve Mustafa Kemal’in yanında yerini aldı… Ey Türk evladı, kendini O’nun gibi ada! Toros Reis’e rahmetle…
Fatih ERGİN - Yeniçağ