Diyanet İşleri Başkanlığı, Ramazan ayının yaklaşması üzerine bu yılın fitre sadakasının miktarını belirleyerek ayrıntılı bir fetva yayımladı.
Fitre miktarını 180 TL olarak tespit eden Diyanet, bu sadakanın verilebileceği kesimlere asgari ücretli ve emeklileri de ekledi. Fetvaya göre, asgari ücretli ya da emekli maaşı alan birinin geçinemediği düşünülüyorsa; yan geliri yoksa, evi kiraysa ya da evi var fakat aylık düzenli faturaları ödeyemiyorsa, bu durumdakilere fitre verilebilecek.
Öncelikle Diyanet’in takdir ettiği fitre miktarının gerçeklere ve günümüz insanının ihtiyaçlarına karşılık gelemeyeceği üzerinde durmamız gerekiyor. Asrısaadet’te Müslümanların bugünkü gibi ev kirası, yol parası, eğitim masrafları; elektrik, su, doğalgaz faturaları vb.giderleri bulunmadığından Hz. Peygamber’in o gün için takdir etmiş olduğu dört ana emtia arpa, buğday, kuru üzüm ve hurmadanbir sa’, (Yaklaşık üç kg.) muhtaç insanların bir günlük yiyecek ihtiyacını karşılayabiliyordu. Çünkü onlarınpara ile işleri yoktu, karınlarını doyurma peşinde idiler. Günümüz koşullarında aynî yardım kalkmış gibidir ve Diyanet de öyle yapmakta, fitreyi nakdî olarak tayin etmektedir. O vakit üç kilo buğdayın veya üç kilo hurmanın o gün neyi karşıladığına bakmak gerekir. Hedef; bir kişinin, bir gün, üç öğün karnını doymasını sağlamaktır. O halde günümüzde de aynı ihtiyacı karşılayabilecek miktarlar düşünülmelidir. Eğer fitre sadakası, nakden tespit edilecekse -ki öyle olmak zorundadır.- ille de buğday veya arpadan değil hurma üzerinden hesaplanması ancak İslam’ın infak ruhuyla bağdaşabilir. Piyasada satılan orta kalitedeki hurma fiyatları 150-250 TL civarında olduğuna göre fitre, üç kilo hurma bedeli üzerinden,hiç değilse 500 lira kadar olmalıdır. Taban budur; üst sınır yoktur, mümin gönlünden kopanı verebilir.
Öncelikle böyle bir yaklaşımın, yetkili bir devlet kurumu elinden çıkmasının, vicdanları acıtıcı ve de kamuoyunu aşağılayıcı olduğunu belirtmek isteriz. Devletin, önce fakirleştirip sonra da vatandaşını sadakayareva görmesi yüce dinimiz İslam’a olduğu gibi insan haklarına ve demokrasiye de aykırıdır. Ne yazık ki iktidar, bir yandan yandaşlarını zengin ederken öte yandan fakir düşürdüğü vatandaşını hem zengin yandaşlara hem de devletin yardımlarına muhtaç hale getirmiştir. Bu ise devlet haysiyeti ile bağdaşır bir tarz değildir.
Sosyal devletin görevi, öncelikle vatandaşını asgari geçim düzeyindeki bir gelire sahip kılmaktır. Her şeye rağmen ihtiyaçlı insanlar bulunacağından -ki bunlar istisnalar olabilir.- o zaman yardım mekanizmalarını devreye sokar ve devletin desteğiyle geçimlerini sağlar.Vatandaşın sadakasından medet ummak ise söz konusu değildir. Ne var ki, bizde ipin ucu kaçmıştır; nüfusun yarıdan fazlası ya asgari ücretli veya daha az gelire sahip olan emekliden ibarettir. Bir de bunlara devletten sosyal yardım alanları ilave edersek tablonun ne kadar ürkütücü olduğunu görürüz: sadaka alacaklar vereceklerden fazla. Durum öyle bir hal almıştır ki, işaret ettiğimiz gruplar, artık geçinemez hale gelmiş, yavaş yavaş istemeyi ar saymaktan vazgeçmeye başlamışlardır. Bu tablo, siyaseten bu günkü iktidarın işine geliyor olabilir. Ancak unutulmasın ki, hep almaya ve de ar etmemeye alışan milletler zamanla millî kimliklerini yitirmeye ve de hep başkalarına yaslanmaya alışmış arızalı bir toplum olmaya mahkûmdurlar.Bu, çok tehlikeli bir akıbettir. Hz. Peygamber’in konuya dair uyarısına dikkat ediniz: Fakirleri istemekten müstağni kılın! Yani emredilen; ihtiyaçlıyı istemek zorunda bırakmamaktır, istemeyeni de alıştırmak değil. Unutulmamalıdır ki: sağlıklı, ahlâklı ve güçlü toplumlar, ekonomik bağımsızlığı olan bireyler eliyle inşa edilebilir.
Vatandaşını kendi eliyle fakirleştirip, sadakalık olduklarına dair fetva veren ne yazık ki aynı iktidardır.Bize göre devlet bu açmazdan kurtarılmalıdır. Ekonomik yönden olumsuz sonuçlarından ziyade toplumda yaratacağı sosyal tahribat daha da büyüktür.