Değerli dostum Nihat Genç, “Yeni efendileri tanıyor musunuz?” başlıklı yazısında “Büyük efendiler topraklarımızdan 360 bin maden arama ruhsatı almış ve elimiz kolumuz bağlı, büyük efendilerin sessiz köleleriyiz, tek satır yazan tek satır araştıran tek satır kamuoyunu bilgilendiren hiç yok! Kamuoyu diye bir şey yok!” diyor.
Genç, “On binlerce insanı bombalayıp ya da kafasını kesen adamı Suriye’ye devlet başkanı ve tarihin en büyük terörist canisi elli bin insanın katilini barış demokrasi getirmesi için af ettirip İslamcılara ve milliyetçilere alkışlattıran büyük güç!”ten söz ediyor...
***
Türkiye topraklarının ve madenlerinin yabancılara nasıl devredildiği konusunda, madencilik uzmanı ve yazar arkadaşım Ali Kuzu’nun 2003 yılında ortaya çıkardığı ve Yeniçağ’da yayınladığım bilgilere göre Rio Tinto’nun Türkiye’de kurduğu AMDL adlı şirketin, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da elde ettiği maden arama imtiyazı haritası, Barzani sitelerinin “Kürdistan’ın doğal sınırları” olarak gösterdiği toprakların sınırları ile birebir örtüşüyordu. Doğu Karadeniz’de aynı şirkete verilen imtiyaz hakkı da hayali Rum Pontus devletinin sınırları ile birebir aynıydı!
Anatolia Minerals Development Ltd. Şirketi 1996 yılında kuruldu ve bir yıl sonra bir tanıtım broşürü yayınladı. Broşürün başlığı, “Türkiye Federal Devleti” şeklindeydi ve Türkiye’nin 7 ayrı bölgesinde, 2 milyon hektarlık alanda maden arama imtiyazı elde ettiği bildiriliyordu. Bu bölgeler, “Yenipazar, Armutbeli, Saimbeyli, Keban, Baskil, Karadeniz Bölgesi ve Tunceli” olarak bildiriliyordu. Şirket, Türkiye’de arama ruhsatı elde ettiği bölgeleri göstererek, 22 milyon 140 bin 800 hisseyi dünya borsalarına kote ettirmişti.
AMDL şirketine maden arama imtiyazının, Anayol hükümeti döneminde Mesut Yılmaz’ın başbakanlığı döneminde verildiği, imtiyazlarla ilgili sözleşmelerin Madencilik İşleri Genel Müdürlüğü kasasında gizli olduğu anlaşıldı.
Bu imtiyazlar, Osmanlı’nın son döneminde ve Lozan’ın imzalanmasından hemen önce ABD’ye tanınan Chester imtiyazının diriltilmesi anlamına geliyordu. O anlaşmada da Tunceli ve Karadeniz bölgesinin maden imtiyazları verilmişti. Bu gizli anlaşma, Lozan’ın imzalanmasından sonra Meclis’te reddedilmişti.
***
Türkiye topraklarının yağmalanma sürecinin, 57’nci hükümet döneminde çıkarılan Endüstri Bölgeleri Kanunu ile köy kanunu ve tapu kanununda değişiklik yapılmasıyla devam ettiğini, o dönemde, yani 25 yıl önce incelemiş ve kamuoyuna duyurmaya çalışmıştım.
Öyle ki dönemin Başbakan Yardımcısı Devlet Bahçeli’ye Kurultay gazetesini ziyareti sırasında, “Bana gelen bilgilere göre bu kanun, Cargill firması tarafından hazırlandı. Yabancı Sermaye Derneği tarafından Türkçe’ye çevrildi, hatta YASED de bu kanunla yetkili kılındı. Sonra da kanun metnini Başbakan Bülent Ecevit’in önüne koydular, o da hükümet teklifi olarak imzaya açtı ve Meclis’e gönderildi. Bu nasıl olur?” diye sormuştum. Bahçeli, orada bulunan Sanayi Bakanı Kenan Tanrıkulu’nun bilgi vermesini istemiş, ancak Tanrıkulu, oturduğu yerden adeta hoplayarak, “Efendim, bu kanundan bizim hiçbir bilgimiz yok. Biz hazırlamadık.” diye cevap vermişti. Bahçeli, bunun üzerine “Biz kanundaki mahzurları ortadan kaldıracak düzenlemeleri yaparız” şeklinde cevap vermişti. Gerçekten de bazı düzeltmeler yapılmış ancak kanun geçmişti...
Yine İş adamı arkadaşım Yaşar Canca’nın, yıllar önce meselenin dünyanın tapusunu ele geçirmek olduğuna dair uyarısını yayınlamıştım:
"Şimdi savaş, dünyanın tapusunu ele geçirmek için sürüyor. Ülkemizdeki doğal kaynaklar önce bir yerlere adreslenecek sonra da Anayasa değişikliği ile birlikte işletenlere tapulanacak! Millî-muhafazakâr yapının neyi koruduğunu bilmesi lazım. Bunu yapamaz isek içinde yaşadığımız coğrafyadaki dağları, ovaları, göl ve nehirleri elimizden alırlar. Coğrafya elimizden gittiğinde yaşayacak yer aramaya başlarız."
Nitekim AKP, ormanların ve su kaynaklarının satılması için gereken değişiklikleri de yaptı!
Canca'nın bahsettiği devletin tapusundaki millî servetler "Varlık Fonu"na adreslendi... Sonra da rezerv alan, yeniden değerlendirme gibi kanunlarla vatandaşın tapulu arazisine el koyma dönemi başlatıldı.
***
Vatan topraklarının satılması karşısında, Yeniçağ’da dönemin Genel Yayın Müdürü Hayri Köklü öncülüğünde “Vatan namustur satılamaz”diye kampanya başlattık. Konuyla ilgili her haberde bu logoyu kullandık. Yıllarca bu yayınları yaptık.
Konuyla ilgili yazılarımı ve Yeniçağ haberlerini toplasak, binlerce sayfa tutar...
Son olarak İlahiyatçı Cemil Kılıç, "Mülkiyeti ve üretim araçlarını ele geçirmeden insanlar üzerinde egemenlik kurmak mümkün değildir. Şirk dediğimiz şey yani tanrılık/tanrısallık iddiası, mülkiyete el koyma yoluyla olmaktadır." diye konunun tarihi boyutunu açıkladı ama şimdiye kadar konu üzerinde duran bir siyasi parti çıkmadı!