Tarihini iyi bilmeyen Milletler, gelecekleri hakkında doğru kararlar alamazlar. Bu nedenle Osmanlı döneminde izlenen politikalar ayrıntısı ile kaynak vererek anlatılmıştır. Yapılan yanlışlardan ders alınmadığı takdirde aynı akibetin yaşanması kaçınılmazdır. Okuduklarımız bizleri değiştirmiyor, hatalardan ders almamıza katkı sağlamıyorsa, zaman israfından başka bir şey değildir. Eylemsiz bilgi beyine yüktür. Eyleme dönüşen bilgi ise kurtuluşa giden yolun rehberidir. 

Tarihî gerçeklerin üstündeki toz perdesini kaldıran bu incelemeyi okuduktan sora, bunları eşimizle, dostumuzla, gençlerimizle paylaşmıyorsak kötüye gidişin parçası olmaktan kendimizi kurtarmamız mümkün değildir. 
Şikâyet çare değildir. Unutmayalım ki, soruna katkı sağlayanlar, çözümün parçası olamazlar. 
………….
Osmanlı Devleti’nde daha Fatih Sultan Mehmet döneminde, yani 15. Yüzyıl'da, başkent inşası faaliyetlerinin etkisiyle altın ve gümüş darlığı başlamıştı. Aynı dönemde Avrupa'nın coğrafi keşiflerinde buldukları ülkelerden gasp ederek ülkelerine getirmelerinden   sonraki altın ve gümüş bolluğunun bir sonucu olarak, dünyada olduğu gibi Osmanlı piyasalarının da “Duka”, “Real” gibi yabancı paraların istilasına uğradığı bilinmektedir. Bu sebeple Osmanlı Akçesinin değeri düşmüştür. Piyasada “kalp” paralar çoğalmıştır. Mal fiyatları yükselmiş, yani enflasyon yükselmiştir. 
Devlet, 1550'lerden sonra akçeyi sürekli küçültmek zorunda kalmıştır. Para darlığı “tefeciliğe” ve “faizciliğe” yol açmıştır. İslam şeriatı en çok yüzde 15'lik bir faize izin verirken, Osmanlı topraklarında %30 ile %60 arasında faizle borç verip zenginleşenler görülmüştür.

Bu gelişmelerin ardından Osmanlı Devleti 16. yy’da 1584 devalüasyonunu yapmıştır. Akçenin değeri %70 oranında düşürülmüştür: 
örneğin, 14. Asrın sonunda Sultan Orhan döneminde 100 dirhem gümüşten 269 akçe darp edilir/kesilirken, 16. Asrın sonunda 3. Murat döneminde 100 dirhem gümüşten 525 ilâ 950 akçe kesilmiştir. Bir başka ifadeyle, Akçeler gittikçe incelmiştir. Öyle ki, 1584 devalüasyonundan sonra 100 dirhem gümüşten 1000 akçe kesilmesi gündeme gelince, Darphane Mültezimi Ali Efendi, “Bir badem ağacı kadar ince, bir şebnem katresi kadar hafif” akçelerden söz etmiştir. 
İran ve Avusturya savaşları nedeni ile para darlığını daha da artırınca 1 akçe, 4-5 parçaya bölünerek piyasaya sürülmüş, tam anlamıyla “para pul olmuştur”. 

16. Asrın başlarında Osmanlı'da para sıkıntısı had safhaya ulaşmıştı. Öyle ki, II. Bayezid'in  illerde valilik yapan oğulları, maaşlarının azlığı sebebiyle geçim ve idare sıkıntısı çekmişlerdir. Buna karşın Rüstem Paşa, İbrahim Paşa gibi bazı devlet adamlarının rüşvet ve yolsuzlukla büyük servet edindikleri görülmüştür. 

Günümüzle kıyaslama yapıldığında tarihin tekerrür ettiğini söylemek mümkündür. Devlet, para bulabilmek için vergileri artırmıştır. İstanbul halkı emlak vergisi ödemezken, vergi yükü tamamen köylüye yıkılmıştır. Aslında köylüyü ezen sadece vergiler değil, 1585-1595 yıları arasında yükselen enflasyondur. Özellikle buğday fiyatlarındaki artış halkı derinden etkilemiş, buğdayın fiyatı Orta Anadolu'da 20 akçeden aşağı düşmemiştir. 
150 yıllık bir sürede buğday fiyatı 10 kat artmıştır. Bu o günler için paranın oldukça hızlı bir değer kaybıdır.

Asıl büyük pahalılık - bir yandan enflasyon, bir yandan Çaldıran Savaşı ve Doğu seferlerinin maliyetinin üzerine binen uzun süren kuraklık yıllarıdır. Üreten ve tarıma dayalı Ahî sanayisi kuvvetli olan Osmanlı topraklarında bu yüzden bir zorluk da 1596-1607 arasındaki “Celali Fetreti” ve “Büyük Kaçgunluk” dönemine sebep olmasıyla ortaya çıkmıştır. 

Uzun süre devam eden Avusturya ve İran savaşları sırasında meydana Celali isyanları ve eşkiyalık sebebiyle köylünün üçte ikisi köylerini terk etmiştir. 
Bunlar ya “Levent” ya da “suhte” olarak büyük şehirlere akın etmişlerdi. Büyük şehirler kahveler ve bekâr odalarıyla dolmuştu. Fuhuş, içki, eşkıyalık, cinayet şehirleri sarsarken, köylerin terk edilmesiyle tarımsal üretimde ilâve bir azalma olmuştur. Buğday üretimi azaldığı için devlet Avrupa'ya buğday satışını yasaklamıştır. Ancak kaçakçılar gizlice Avrupa'ya buğday satmayı sürdürmüşlerdir. 

Osmanlı döneminde ilk büyük kuraklık ve kıtlık 1494-1503 yılları arasında görülmüştü. 

İkinci büyük kuraklık ve kıtlık ise 1564'te görülmüş, uzun sürmüştür. 1573-1576 yılları arasında bu kıtlık daha da artmıştır. 

1603 yılında Anadolu'da tekrar buğday kıtlığı görülmeye başlamıştır. Buğdayın kilesi 90 akçeye kadar çıkmıştır. Ekmek fiyatları yükselmiş, hububat ticareti “vesikaya” bağlanmıştır. 1607 yılında İngiliz Elçisi İstanbul'da yiyeceği ekmeğin buğdayını ancak vesikayla satın alabildiğini yazıyor. 

Halk 15 yıl kolay ekmek üretememiş, bulamamış ve açlıkla pençeleşmiştir. 

Osmanlı'da son büyük kıtlık 1873-1875 arasında daha kısa süreli olarak görülmüştür. Ankara, Kırşehir, Yozgat, Çankırı ve Sivas'ta on binlerce insan açlıktan ölmüştür. 
12 Mayıs 1874 tarihinde Ankara'dan Basiret Gazetesi'ne gönderilen bir mektupta, ‘’Yirmi dört saatte bir defa arpa unundan bir bulamaç içiyoruz. Bu da bitmek üzeredir. Öküz ve diğer hayvanların tamamı telef oldu. Çocukların ‘ekmek’ diye feryatlarına tahammül etmek mümkün değildir.’’ İfadeleri yer almakta idi. 1873-1875 yılları arasında Ankara'nın Keskin kazasındaki 160-170 köydeki 52.000 kişiden 20.000 kişisi açlıktan ölmüş, 7000'i başka yerlere göç etmiştir. 

19. yy’da, Rus ve Mısır meseleleri sonucu İngilizlerle 1838 Ticaret Anlaşması  ile İngiliz kapitülasyonlarının ve misyonerliğin girişi ve ahîliğin tasfiyesi ile şehirli üretim büyük darbe yemiştir. 

II. Mahmut döneminde paranın adı ve şekli 35 defa değiştirilmiştir. 

Özetle, 16. Asırdan itibaren akçenin değer kaybı önlenememiştir. 

(En önemli iktisadi neden, bütün dünyayı bölüşen ve kapitülasyonlar halinde paylaşan Batı Avrupa’nın ülkeler arası ticareti ve ticaret yollarını kapatmasıdır. Kendisi sömürgecilik yapmayan Osmanlı, dünya ticaret yollarının emperyalistler arasında paylaşılıp kapatılmasından em büyük zararı gören Devlet olmuştur. 

Yaptıkları sömürgecilik ve soygunlar sayesinde Yabancı paralar akçe karşısında çok değer kazanmıştı. Örneğin, 1611'de 1 florin, 200 akçeye yükselmişti. 17. Asırda Osmanlı büyük bütçe açıklarıyla karşılaşmaya başlamıştır. 

1887 yılından 1911 yılına kadar, bütçe 4.2 milyar kuruş açık vermiştir. Devlet, paranın değerini düşürme yoluyla sorunu çözmek istemiştir. (Bu durumun hemen hemen bu günkü uygulama ile aynı olduğunu söylemek mümkündür.) 

1810 yılından itibaren paranın içindeki değerli maden oranı sürekli azaltılmıştır. Paranın değerinin düşürülmesi, Yeniçeri isyanlarını, fiyat artışlarını ve kalpazanlığı körüklemekten başka bir işe yaramamıştır. Devlet, Osmanlı-Rus Savaşı ve Küçük Kaynarca Antlaşması'ndan sonra 1775 yılında “Esham” yani “Hazine Bonosu” yoluyla iç borçlanmaya gitmiş, zorunlu iç borçlanma olan “İmdadiye”ye ve özel kişilere toprak satışı anlamında “Malikâne Sistemi”ne başvurmuştur. (Bu uygulamalar, birebir şimdiki uygulamaların aynısıdır. Tarih tekerrür etmektedir.)

Devlet, olağanüstü hallerde alınan vergileri kalıcı hale getirmek zorunda kalmıştır, ölen şahısların terekesinin yüzde 60'ına kanunla el koymuş, tasarruf tedbirleri uygulamıştır. Ancak, kuraklık dalgaları ve tekelleşmiş dünya ticaret yolları neden ile, yine de ekonomi düzeltilememiştir. 

Osmanlı Devleti 18. Asırda para basacak yeterli maden bulamadığı için, halk bir emirle elindeki altın ve gümüş eşyayı devlete satmaya mecbur bırakılmıştır. 1789 yılında Şeyhülislam, “altın ve gümüş eşya kullanmak haramdır” diye bir fetva yayımlamıştır. 
(Şimdi de bazı çakma din adamları benzer fetvaları vermektedirler.) 

1789 yılı başında,  Padişah kendi altın ve gümüş özel eşyalarını darphanede erittirerek  
para bastırmış ve devlet bütçesi içim kullandırtmıştır. 
(Bu tutum idarenin devletin ve halkın yanında olduğunu gösteren örnek bir davranıştı). 

İstanbul'daki Türk tüccardan 20.000, gayrimüslim tüccardan 12.000 okka saf gümüş destek toplanarak, eritiyilmiş, para basılmıştır. 

1780-1860 sürecinde enflasyon yükselmeye devam etmiş, fiyatlar ortalama 12 ile 15 kat artmıştır. 

1814 yılında İngiliz Sterlini 23 Osmanlı kuruşuna eşitken, Ticaret/Balta Limanı Anlaşması’nın imzalanmasından sonraki 1839 yılında İngiliz Sterlini 104 Osmanlı kuruşuna eşitlenmiştir. 
Kütükoğlu'na göre; 1839 yılında Bir Sterlin 130-135 kuruşa, 1844 yılında ise biraz toparlanarak Bir Sterlinin 110 kuruşa eşitlendiği ifade edilmiştir.

Osmanlı Devleti 1839 yılında piyasaya kağıt para ve hazine bonosu şeklinde “kaimeler” (gayme) çıkarmıştır. Kolayca sahtesi yapılabildiği için kısa sürede enflasyona neden olan kaimeler 1862 yılında piyasadan kaldırılmıştır. 
1876 yılında bir kere daha piyasaya “kaime” sürülmüş, ancak onlar da üç yıl sonra piyasadan kaldırılmıştır.

Devlet, 1844 yılında “altın lira” ve “gümüş kuruş” şeklinde çift metalli para sisteme geçmişti… 

1881 yılında Düyun-u Umumiye’ye geçerken çift metalli sisteme son verilmiş ve para birimi sadece altın üzerinden tanımlanmıştır. 

Osmanlı Devleti 1848 yılından itibaren Galata bankerlerinden, Kırım Savaşı'ndan sonra, 1854 yılından itibaren de İngiltere ve Fransa gibi Avrupa ülkelerinden yüksek faizle borç almaya başlamıştır. 
Alınan borçlar (şartlı verildiği için) yatırımlarda ve silah alımı için kullanılamamıştır. Bu yüksek faizli borç paralarla bir miktar borç kapatıldıktan sonra, Boğaz'da saraylar, Osmanlı topraklarında resmi okullar ve devlet binaları inşa edilmiştir.

Osmanlı'nın 14 ve 15. Asırlardan itibaren Batılı ülkelere vermeye başladığı imtiyazlar, 
18. ve 19. Asırlarda başta İngiltere ile daha da genişlemiş, tekelci kapitülasyonlarla ekonomik sömürü alanları halini almıştır. 
Özellikle, 1838 Baltalimanı Ticaret Antlaşması’ndan sonra Osmanlı pazarları İngiliz mallarıyla dolmuştur. Daha önce ithalat ve ihracatta %3 olan gümrük vergisi, ihracatta %12, ithalatta %5 olarak yükseltilmiştir.  
Ayrıca, İngiliz tüccarlar, yerli tüccarların ödediği %8 oranındaki iç gümrük vergisinden de muaf tutulmuştur. 

Osmanlı 1914 yılında 1. Dünya Savaşı'na girerken toplam dış borcu 153.7 milyon Osmanlı Lirasıdır. Hazinesinde sadece 92.000 altın lira vardır. 

Osmanlı Devleti artan savaş masraflarını karşılamak için Almanya'dan borç almak zorunda kalmıştır. Savaş sonunda Almanya'ya 150 milyon lira borçlanılmıştı. Böylece I. Dünya Savaşı sonunda, Osmanlı Devleti’nin toplam dış borcu 303.7 milyon liraya yükselmiştir. Üstelik bu borçların Sterlin, Frank ve Mark gibi yabancı paralarla ödenmesi zorunlu tutulmuştu.

(Osmanlı Devletinde Müslümanlar askere gider, Gayri-Müslimler ufak bir vergi öder, Araplar muaf tutulurdu. Savaşların sıklaşması askerde geçirilen süreleri devamlı uzatıyor, kişilerin ve Devletin ekonomik kayıpları artmış oluyordu.)

(1. Dünya Savaşı çıkınca Osmanlı Meclisinin kapitülasyonları lâğv etmesi sömürgeci Batı’da büyük telâşa sebep oldu.)

I. Dünya Savaşı sırasında erkeklerin askere yazılması yüzünden Osmanlı topraklarında her alandaki üretim neredeyse yarı yarıya düşmüştür. Savaş koşullarında fiyatlar da 18-20 kat artmış, buna karşılık gelirler, ücretler, maaşlar artamamış, satın alma gücü %80 oranında düşmüştür. 

1914 yılında savaş başlarken, 100 olan tüketici fiyat endeksi, savaşın sona erdiği 1919 yılı sonunda, 1215'e yükselmişti. 

AB, Macar ekonomisine darbe vurmaya hazırlanıyor AB, Macar ekonomisine darbe vurmaya hazırlanıyor

1914-1922 yılları arasındaki savaş yıllarında toplam enflasyon %1200 ile 1700 civarında gerçekleşmiştir. Örneğin, 1914 yılında ekmeğin okka fiyatı 1.25 kuruşken, 1920 yılında 16 kuruşa yükselmiştir. 

1914 yılında dört kişilik bir ailenin gıda harcaması 225 kuruşken, 1920 yılında 3049 kuruşa yükselmiştir. 

Devlet, 1915 yılı başında piyasaya kağıt para çıkarmış, söz konusu kâğıt paralar, başlangıçta 
1 lira ile satın alınırken üç yıl içinde 4-5 altın Osmanlı Lirası'na yükselmiştir. 

Osmanlı Devleti 1876 yılında borçlarını ödeyemediği için iflas edince, 20 Aralık 1881'de Muharrem Kararnamesi'yle alacaklı Avrupa ülkeleri Düyun-u Umumiye'yi kurup Osmanlı'nın temel gelirlerine el koymuşlardı. 

Şunlar, 1881 Kararnamesi üzerine meydana gelen olaylardı: 
II. Abdülhamit her şeyi; madenleri, demiryollarını, limanları, hatta tütünü, dahası elektrik, su, havagazı gibi bütün yatırımları yabancılara borç ödenmeleri için teslim etmek zorunda kalmıştır. 

(Batı’nın anlatışına göre) Rönesans'ın, aydınlanma döneminin, Sanayi Devrimi'nin Batı'da yarattığı değişime uyum sağlayamayan, (aslında, sömürgecilik, köleleştirme, emperyalizmle dünyanın soyulması işine girmediği için merkezinde sermaye birikimi yapmayan) Osmanlı Devleti, köylerin boşalması, üretimin azalması, ordunun bozulması, savaş masraflarının artması, vergi adaletsizliği ve paranın pul olması ile borç ve faiz batağına sürüklenip çökme yoluna girdi. 

(9. Haçlı Savaşları ile İtilâf Devletleri;  kapitülasyonları ve misyonerlikle yanlarına çektikleri azınlıklarla birlikte Türklerin üzerine çullanınca ülke batma noktasına gelmiş ve Sevr dayatılmıştır. 

İşte, Büyük Önder Atatürk, I. Dünya Savaşı'nın yıkımı ile gırtlağına kadar borçlu, yoksulluk içinde, orduları dağıtılmış, toprakları işgal edilmiş, savaş yorgunu bir ülkede emperyalizme karşı bağımsızlık savaşını kazanmayı başardığı için büyük önderdir. 

Atatürk, 17 Şubat 1923 tarihinde İzmir İktisat Kongresi'nde söylediği gibi, “kazandığımız askerî ve siyasî zaferi ekonomik zaferle taçlandırmak için,” önce Osmanlı'nın bütün bağımlılıklarına son vermek zorunda idi. 

Lozan'da en büyük mücadeleyi yabancılar kapitülasyonların kalkmaması için verdiler. 

Sonuçta Türkiye kapitülasyonların kesin olarak kaldırmayı kabul ettirerek, Osmanlı borçlarının kendi topraklarına düşen payı kadar borcu ödenmeye başlamıştır. (1955’te tamamlamıştır). 

Milli Eğitim ve Kültür politikaları ile bilinçli bir gençlik yetişmeye başlanmıştır. Köylüyü ezen vergiler kaldırılmıştır. Tarlalar ekilmeye başlanmış, 
I. ve II. Sanayi Planları ile 1930’larda ülkenin dört bir yanında fabrikalar kurulmuş, Türkiye sanayi üretiminde başarılara imza atmaya başlamış, silah ve uçak üretimi için altyapı geliştirilmiştir. 

Türkiye üç beyaz denilen bez, şeker ve unda kendi kendine yeterli hale gelmiştir.

1929 Dünya İktisadî Buhranı’na rağmen, 1924-1938 yılları arasında Türkiye'nin büyüme hızı ortalama %8'in altına düşmemiştir. 
Bir mukayese yapmak gerekirse 1889-1914 yılları arasında Osmanlı Devleti’nin kalkınma hızı ortalama %2.2 olmuştur.  

Kapalı ekonomi döneminde Atatürk Türkiye'si savaşsız, enflasyonsuz, dış borçsuz kalkınmasını sürdürmenin yollarını bulmuştur. 

1923-1938 yılları arasında Genç Türkiye Cumhuriyeti’nde GSMH 3 katına, kişi başına milli gelir ise 2 katına çıkmıştır. 
Yine aynı dönemde 
11 yıl boyunca bütçe denkliği sağlanmış, 
üç yıl ise gelir giderden fazla olmuştur. 
Atatürk öldüğünde, 1938 yılında Merkez Bankası'nda 36 milyon dolar döviz, 26 ton altın biriktirilmiş ve Türk parasının değeri korunmuş bulunuyordu. 

Gençlerimize Osmanlı döneminde paranın neden ve nasıl pul olduğunu, Osmanlı Devleti’ni emperyalist yayılmacılıkların nasıl küçülüp batırdığını ve Atatürk'ün kendi ayakları üzerinde duran bir Türkiye Cumhuriyeti yarattığını bıkmadan usanmadan anlatmalıyız. 

Yoksa vatan ayaklarımızın altından kayıp gidecektir. 

Cumhuriyet kazanımlarımıza dil uzatan gafillerin bu çalışmayı en az birkaç defa okumasını tavsiye ederim. 

Necdet Topçuoğlu (01, Temmuz, 2023-Ordu)

Kaynak:
1) Vedat Eldem, Osmanlı İmparatorluğu İktisadi Şartları Hakkında Bir Tetkik, s. 246, 
2) Mustafa Akdağ, Türk Halkının Dirlik ve Düzenlik Kavgası, s. 33-43, 89, 421-425,
3) Türk Ziraat Tarihin Bir Bakış, İstanbul, 1938, s. 210, 211-213,
4) Eldem, s. 246,
5) Mübahat Kütükoğlu, Baltalimanı'na Giden Yol, s. 2,
6) Şevket Pamuk, Türkiye'nin 200 Yıllık İktisadi Tarihi, s. 112,
7) Kütükoğlu, s. 233,
Pamuk, s.1782

Editör: Kerim Öztürk