Bu yazıyı bundan tam 10 yıl önce yazdım. Bu 10 Kasım'da Diyanetin Cuma hutbesinde Atatürk'ün ve Silah arkadaşlarının hem Cumhuriyetimizin 100.yılına denk gelen bir 10 Kasım'da adını yine anmayışı üzerine aklıma geldi. Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş başta olmak üzere bütün diyanet mensupları, cami imamları ve müezzinleri bu yazıyı iyi okusunlar ve fotoğraflara dikkatli baksınlar ... Devlet yoksa camilerin içinde incir ağacı bittiğini görsünler... Camilerimizde incir ağacı bitmesine engel olan adamdan da, ölüm yıldönümünde onu hatırlayarak cemaatten bir Fatiha istemeyi esirgemesinler! Allah vefa gösterenleri sever!
"Türk Milleti, geleceğini öngörebilmek için, zaman zaman kaybettiği topraklara gitmeli ve oradaki kültürel mirası görmeli vede mahsun Türklerle bir araya gelmelidir.
Ben de bu sefer İsveç’in Malmö şehrinde tanıştığım, Doğu Makedonya’nın Konçe köyünden “Bozkurt” lakaplı Abdullah Bey’in ısrarlı daveti üzerine arkadaşlarımla beraber Konçe’ye gittim.
Bu ata topraklarına gidişler, benim fikirlerime her daim bir tazelik ve aklımada dinçlik katıyor. Türklük konusunda, adeta bir iman tazeliyorum. Allah’a çok şükür ki; yine böyle oldu...
Allah ve orada bize eşlik edenler şahittir ki; biz bir tek Abdullah’ın “Bozkurt” olduğunu zannederken, Doğu Makedonya dağlarında ana rahminden dünyaya düşen her bir Türk’ün “Bozkurt” olduğunu gördük.
Abarttığımı falan zannetmeyin. Dağın zirvesini tutmuş ve bir Yörük köyü olan Kocaali’de bebelerin bizi bir “Bozkurt Selamı ve Duruşu” ile öyle bir karşılayışı vardı ki; buna yürek dayanmaz. Hemen aklıma Atatürk’ün, Toroslarda Yörüklerin tüten dumanını işaret etmesi geldi. Ve Türk Milletine ne mutlu ki; yüzyıllık ayrılığa ve onca çileye rağmen, Doğu Makedonya’nın zirvelerinde, Yörüklerin ocağı “Biz Türküz” diye tütüyor.
Sadece bu sebeble bile, Türkiye Türklerinin ve Dünya Türklüğünün, Makedonya Türklüğüne ama özellikle Doğu Makedonya Türklüğüne, hiç bir zaman ödenemeyecek borçları vardır.
Türk her yerde olduğu gibi Makedonya’da da sıkıntılıdır. Küresel güçler ve onların işbirlikçilerinin, Türk’ü asimile etme politikalarını, büyük bir incelik ve titizlikle orada da uyguladıklarını bir kez daha gördük.
Ayrıca dikkatimizi çeken diğer bir husus, ecdat yadigarı ve gözbebeğimiz camilerimizin içler acısı haliydi. Bu sebeble bölgeye “Ağlayan Camiler Diyarı” demek daha doğru olur diye düşündüm.
Radoviş’te Kebir Cami’nin ortada bırakılan minareden ibaret görüntüsünü, Strumca’daki kapalı tutulan şahaser Orta Cami’ni, yüzlerce Türk’ün anavatana göç ettiği Velyusa’da samanlık haline getirilen ve minaresi yıkılan camiyi ve Banitsa’da müslüman bir çingeneye terkedilen tekkeyi ve camiyi, Cumalı köyünde yıkılmaya terkedilmiş camiyi ve diğerlerini görünce, bir Müslüman Türk olarak, emin olun çok utandım... Bu fotoğrafları da sizlerle paylaşıyorum. Söyleyin yanlış mı düşünmüşüm?
Biz Müslüman Türklerin artık aklımızı başımıza alma zamanı, çoktan gelmişte geçmiştir. Nasıl ülkemizi ve ülkemizin zenginliklerini milliyetsizlere terk etmiş isek, Makedonya’da da durum aynıdır. Biz birbirimizle uğraşıp didişirken, Türkle her hangi bir nedenle hesabı olanlar Türk’e ağır bir fatura kesmek peşindedir.
Bu arada, yirmi yılı aşkın bir süredir “Hıdrellez Şenlikleri” adı altında yapılan etkinliklere katılmak üzere, Çalıklı Köyü’ne gittik. Balkanların dört bir köşesinden oraya gelen, dostlarla kuçaklaştık. Bütün eksikliklerine rağmen, bu şenliği ilk günden itibaren sürdüren Dr. Şenol Tahiri’yi de kutluyorum. Hepinizi de, yılda bir kez de olsa Çalıklı, Konçe, Kocaali, Alikoç, Radoviş, Strumca, İştip, Köprülü başta olmak üzere Doğu Makedonya’ya gitmeye ve oradaki Türklerle kucaklaşmaya davet ediyorum. Yani demek istediğim şu: turistik değil, hedefli ve planlı olarak Türk bölgelerini ziyaret etmek gerekiyor. Bunu da mazeret üretmeden yapmak lazım...
Ayrıca Doğu Makedonya’yı “Ağlayan Camiler Diyarı” olmaktan çıkarmak için, her Türk kendine bir vazife üstlenmelidir. Herşeyi devletten beklemeyelim. Yolunu bulup, camilerimizle sevinen ve gülen yürekler haline gelelim.
Bu seyahatimizde bize ömür boyu unutamayacağımız görüntüler yaşatan; İsmail Kurt, Hamdi Hasan, Elvin Hasan ile Kemal ve Yaşar öğretmenlerimizi de anmamız ve size tanıtmamız gerek. Onlar gerçekten rahmetli Necip Hablemitoğlu’nun dediği gibi “Mustafa Kemal’in Öğretmenleri” !..
Dönüşümüzde de, Üsküp’teki dostlarla kucaklaştık ve 27 Nisan 2014’te parlamentoya giren genç Türk milletvekili Enes İbrahim’i ve Türk Hareket Partisi Genel Başkanı Prof. Dr. Adnan Kahil’i ziyaret edip tebrik ettik. Bir de üstüne Ohri’li Maksud Ali’yi görmeyelim mi!
Hangi birini yazayım? Bizi görmekten mutlu olan, “Size sahip çıkmak, Türkiye’nin ve Türklerin namus ve şeref borcudur” deyince gözyaşları ile boynumuza sarılan, evine ve sofrasına davet eden, bu olmadı hep bekliyoruz diyen, bağrımızdan hiç koparmak istemediğimiz al yanaklı Yörük çocuklarını mı; hangisini yazayım?
Olmadı be, Konçeli “Bozkurt” Abdullah olmadı! Bizi oralara götürdün ama biz artık oralarda kaldık dönemeyiz... Bedenimiz anavatana dönse de, kalbimiz oralarda kaldı. Söyle be gavura, geleceğiz bir daha yine oralara, işte benden de o ka!.."
Özcan PEHLİVANOĞLU