Müslüman bir toplumu Atatürk’ten soğutmak için kullanılacak en iyi malzemenin “din olgusu” olduğu muhakkaktır. Atatürk’e karşı bilinçli ve sistemli bir şekilde yürütülen kara propagandanın, dolayısıyla Cumhuriyet tarihi hurafelerinin en büyük ayağını tahmin edeceğiniz üzere Atatürk’ün dini inancına yönelik iftiralar oluşturur. “Atatürk’ün Müslüman olduğunu veya İslam düşmanı olmadığını ispata ne gerek var?” dediğinizi duyar gibiyim. Atatürk’ün Müslüman olup olmaması önemli midir? Ben de sizler gibi düşünüyorum. Bana göre hiç ama hiç önemli değildir. Ben onun vatana, Türk milletine ve bütün insanlığa yaptığı hizmetleri önemsiyorum. Bununla birlikte görmezden gelemeyeceğimiz bir gerçek var. Maalesef şer odakları Atatürk’ün dinî inancı üzerinden, özellikle dindar insanlarımızı etkilemeye çalıştılar. Uzun yıllardır bunu yaptılar ve açık söylemek gerekirse başarılı da oldular. Atatürk’ün İslam dinine zarar verdiği, ibadet etmeyi yasakladığı yönündeki hurafeler bu şer odakları tarafından ortaya atıldı ve milyonlarca insanımız yalanlarla kandırılıp Atatürk’ten ve yakın tarihimizden soğutuldu. Özellikle tarikatların elindeki genç nesiller bu söylemlerle zehirlenip birer Atatürk karşıtı olarak yetiştirildi. Atatürk’ün dostlarına yazdığı mektuplar, resmî makamlara gönderdiği yazılar, halka yaptığı konuşmalar ya da basına verdiği demeçler; bunların tamamı onun Allah inancına dair izler taşımaktadır. Birlikte inceleyim.
1- "Bakalım Allah ne gösterecektir?"
İnşallah dönüş nasip olursa size günlerce anlatacak hikâyelerimiz var. (Trablusgarp’tan Salih Bozok'a yazdığı mektup. 15 Kasım 1911)
2- "Cenab-ı Hakkın yüce yardımına sığınarak yarın düşmana taarruz eylemek niyetindeyim."
Çanakkale Savaşı’nın en ateşli günlerinde, 30 Nisan 1915’te emri altındaki kumandanları Kemalyeri’nde toplayan Atatürk, onlara Allah’ın yardımına sığınarak bu gece taarruza kalkmak istediğini bildirir: “Karşımızda bulunan düşmanı mutlaka ölerek denize dökmek lazım olduğu kanaatindeyim. İçimizde ve komuta ettiğimiz askerlerde Balkan utancının ikinci bir safhasının görmektense burada ölmeyi tercih etmeyenlerin bulunacağını katiyen kabul etmem. Bu gece katılacak taze kuvvetlerle Cenab-ı Hakkın yüce yardımına sığınarak yarın düşmana taarruz eylemek niyetindeyim.”
3- "Allah’ın izniyle Diyarbakır’a gelerek 2. Ordu’nun emir ve komutasını üzerime aldım."
7 Mart 1917’de 2. Ordu Kumandanı olarak atanan Atatürk, Şam’dan Diyarbakır’a gelip görevi teslim aldıktan sonra 13 Mart 1917’de emrindeki birliklere şu yazıyı gönderir: “Allah’ın yardımı ve beni seven kalplerin sevgi ve güvenine dayanarak başarılı olacağımıza tam bir inançla 2. Ordu’nun emir ve komutasını üzerime aldım. Sayın kumandan ve bütün kahraman silâh arkadaşlarımı saygı ve samimiyetle selâmlarım.” Atatürk aynı gün bölgesindeki vali ve mutasarrıflarla Diyarbakır Posta ve Telgraf Başmüdürlüğüne de bir yazı yazar: “Allah’ın izniyle Diyarbakır’a gelerek 2. Ordu’nun emir ve komutasını üzerime aldım. Öteden beri olduğu gibi ordunun başarısına ait olan yardımlarınızın devamını temenni ile en samimi saygılarımı tekrar ederim.”
4- "Bu kurtarıcı toplantımız sona ererken Cenab-ı Vahi-bülâmal Hazretlerinden (Amellerin karşılığını veren Allah) doğru yolu göstermede yardımlarını..."
Atatürk’ün 7 Ağustos 1919’da Erzurum Kongresi’nin kapanış konuşmasını dualarla tamamladığı görülmektedir: “Bu kurtarıcı toplantımız sona ererken Cenab-ı Vahi-bülâmal Hazretlerinden (Amellerin karşılığını veren Allah) doğru yolu göstermede yardımlarını ve Peygamber-i Zîşanımızın fetihler dolu ruhundan şefaat yakarışıyla vatan ve milletimize, devleti ebed müddetimize iyi akıbetler temenni ederim.”
5- "Bütün kusur ve eksikliklerden münezzeh olan Allah’ın verdiği başarılara mazhar olacağımızdan eminiz. Cenab-ı Hak bizimle beraberdir."
12 Nisan 1920’de Anadolu’nun işgali karşısında milletin duruma hâkim olduğuna dair bir genelge yayınlanan Atatürk, genelgeyi şu sözlerle bitirir: “Millî istiklal uğrundaki çalışmalarımızda her zaman olduğu gibi bundan sonra da bütün kusur ve eksikliklerden münezzeh olan Allah’ın verdiği başarılara mazhar olacağımızdan eminiz. Cenab-ı Hak bizimle beraberdir. Bu tebliğ her tarafa tamim olunacaktır.”
6- "Allah’ın yardımıyla Nisan’ın yirmi üçüncü cuma günü, cuma namazından sonra Ankara’da Büyük Millet Meclisi açılacaktır."
Atatürk, 21 Nisan 1920 Çarşamba günü bütün askerî ve mülki idarelere Meclisin açılışında yapılacak dinî merasimin ne şekilde icra edileceğine dair bir emir yazısı gönderir. Yazının ilk maddesi şu şekildedir: "Allah’ın yardımıyla Nisan’ın yirmi üçüncü cuma günü, cuma namazından sonra Ankara’da Büyük Millet Meclisi açılacaktır."
7- “Allah iki cihanda aziz etsin.”
Atatürk, Düzce İsyanı’nı bastıran efelerin Aydın’a geri dönmesi üzerine 11 Haziran 1920’de Demirci Mehmet Efe’ye yazdığı teşekkür mektubunu “Allah iki cihanda aziz etsin.” diyerek bitirir. Buradan Atatürk’ün ahiret hayatına olan inancını da rahatlıkla anlayabiliriz. İşte o mektup: “Kahraman efelerinizi size gönderiyorum. Aydın’ın bu doğru özlü ve fedakâr evlâtları Bolu-Düzce yöresinde memleketimizi düşmanın esaretine düşürmeye çalışan hainleri pek kahramanca, fedakârane ve ortadan kaldırdılar ve vatanımıza büyük hizmet yaptılar. Allah iki cihanda aziz etsin!”
8- "Hayırlı başlangıç olmasını Allah’tan diler..."
11 Ocak 1921’de Birinci İnönü Zaferi nedeniyle İsmet Paşa’ya gönderdiği tebrik telgrafında bu sevinçli haberin kesin zaferin bir başlangıcı olmasını Allah’tan dileğini bildirmiştir: "Bu muvaffakiyetin, mukaddes topraklarımızı düşman istilâsından tamamen kurtaracak olan kesin zafere bir hayırlı başlangıç olmasını Allah’tan diler ve bu kutlamanın umum Batı Ordusu er ve subaylarına iletilmesini rica ederim."
9- "Sonsuz derecede yüce olan Allah’ın lütuf ve yardımlarına istinaden ve sevinçle bu büyük ve şerefli vazifeyi ifaya başlamış bulunuyorum."
Atatürk, 9 Ağustos 1921’de ordu ve millete, Yunanların harim-i ismetimizde, yani temiz ve kutsal bağrımızda boğulacağına dair bir genelge yayınlamıştır. Erler dâhil olacak şekilde tüm askerlere, memurlara ve halka okutulmasını emrettiği genelgede Başkumandanlık görevini Atatürk Allah’ın yardımıyla üzerine aldığını ifade etmiştir: “Sizlere bu beyannameyi yazdığım dakikadan itibaren her türlü eksiklikten münezzeh sonsuz derecede yüce olan Allah’ın lütuf ve yardımlarına istinaden ve sevinçle bu büyük ve şerefli vazifeyi ifaya başlamış bulunuyorum. Bana bu görevi vermiş olan Meclisin ve Mecliste temsil edilen milletin kesin iradesi hareket tarzımın eksenini oluşturacaktır. Hiçbir neden ve biçimde değiştirilmesine imkân bulunmayan bu kesin irade, mutlaka düşman ordusunu im-ha etmek ve bütün Yunanistan Silahlı Kuvvetlerinden oluşan bu orduyu ana yurdumuzun harim-i ismetinde boğarak kurtuluşa ve bağımsızlığa kavuşmaktır.”
10- "İstiklâl mücadelemizde inayet-i samedanisini Türk milletinden esirgemeyen Cenab-ı Hakk’a hamd-ü sena etmeyi asla unutmayalım."
Atatürk, 14 Eylül 1921’de Yunan kuvvetlerini kırmak için millete yazdığı beyannamede Türk milletine yardımını esirgemeyen Allah’a şükretmenin unutulmaması gerektiğini vurgular: “Canımızı, namusumuzu almak üzere Haymana ovalarına kadar gelen düşman efradı esir düştükleri zaman alicenap askerlerimizden ilk nidayı istirham olarak bir parça ekmek istemeleri manzarası mağrur düşmanlarımızın akıbetini gösteren manidar bir levhadır. Bu derece azim bir hiss-i fedakâri ile topraklarını müdafaa eden milletimiz ne kadar iftihar etse haklıdır, istiklâl mücadelemizde inayet-i samedanisini (kendisi hiçbir şeye muhtaç olmadığı halde her şeyin kendisine muhtaç olduğu Allah’ın yardımı) Türk milletinden esirgemeyen Cenab-ı Hakk’a hamd-ü sena etmeyi asla unutmayalım. Bizler esasen meşru olan davamızda inayeti ilâhiyeden hiçbir zaman ümidimizi kesmedik. Cenabı Hak tevfikat-ı samedaniyesini (kendisi hiçbir şeye muhtaç olmadığı halde her şeyin kendisine muhtaç olduğu Allah’ın başarılı kılması) idame buyursun, amin.”
11- “Fakat efendiler, Cenab-ı Hakk bize yardım etti. Yunan ordusu Türkiye Büyük Millet Meclisi ordusu karşısında yüz geri etti.”
19 Eylül 1921’de Sakarya Meydan Muharebesi hakkında yaptığı konuşmada Kral Konstantin’in arzusunun Hristiyan dünyasına adını yazdırmak ve kendisinden önceki zalimleri taklit etmek olduğunu ve Batı dünyasının bu serseri hareketleri seyrettiğini ifade ettikten sonra sözlerine şöyle devam etmiştir: “Fakat efendiler, Cenab-ı Hakk bize yardım etti. Yunan ordusu Türkiye Büyük Millet Meclisi ordusu karşısında yüz geri etti.” Bu konuşmadan bir gün sonra kendisine Gazi ve Mareşal unvanlarının verilmesi üzerine orduya hitap eden bir beyanname yazan Atatürk’ün, sözlerini dua ile bitirdiği görülmektedir: "Cenabı Hak giriştiğimiz kurtuluş mücadelesinde şerefli silâh arkadaşlarıma kendilerini temyiz eden asaletin, civanmertliğin, kahramanlığın hakkı olan kesin kurtuluşu nasip etsin."
12- "Cenab-ı Hakk’a hamd-ü sena ederim."
Atatürk, 5 Aralık 1921’de Adana’nın ana vatana geçmesi üzerine Adanalılara yazdığı beyannamede Allah’a şükrettiğini belirtmiştir: “Adana vilâyeti ile diğer memleket aksamından bir kısmının anavatana iltihakına bizi muvaffak etmesinden dolayı Cenab-ı Hakk’a hamd-ü sena ederim.”
13- "İşler Allah’a şükür fevkalâde memnuniyet verici bir halde seyrediyor.”
5 Mart 1922’de annesi Zübeyde Hanım’a bir mektup yazan Atatürk’ün, işlerin iyi gittiğini annesine sevinçle bildirirken bundan dolayı Allah’a şükrettiği gözlenmektedir: “Benim mektup yazmak hususundaki tembelliğimi eskiden beri bilirsiniz. Sağlığım çok iyidir. İşler Allah’a şükür fevkalâde memnuniyet verici bir halde seyrediyor.”
14- "İnşallah duanız berekâtıyla bütün memleketimizi düşmandan kurtarmak nasip olacaktır.”
28 Ağustos 1922’de Atatürk Afyon’dan annesi Zübeyde Hanım ve Fikriye Hanım’a bir telgraf çeker: “Validem Hanımefendiye ve Fikriye Hanım’a "Buraya geldikten sonra düşmanı kovmak gerektiğinden taarruz ederek Allah’ın lütfuyla attık. Afyonkarahisar’ı aldık. Bu nedenle daha birkaç gün buralarda kalmak lâzım gelecektir. Siz müsterih olunuz! İnşallah duanız berekâtıyla bütün memleketimizi düşmandan kurtarmak nasip olacaktır.”
15- “Ey millet! Allah birdir, şanı büyüktür. Allah’ın selâmeti, sevgi ve iyiliği üzerinize olsun. Peygamberimiz Efendimiz Hazretleri, Cenâb-ı Hak tarafından insanlara dinî hakikatleri tebliğe memur edilmiş ve resul olmuştur."
Atatürk, 7 Şubat 1923’te verdiği Balıkesir Hutbesi’nde, Zağnos Paşa Camii’nde minbere çıkmış ve cemaate şöyle seslenmiştir: “Ey millet! Allah birdir, şanı büyüktür. Allah’ın selâmeti, sevgi ve iyiliği üzerinize olsun. Peygamberimiz Efendimiz Hazretleri, Cenâb-ı Hak tarafından insanlara dinî hakikatleri tebliğe memur edilmiş ve resul olmuştur."
16- "Merhumlar hakkında Cenab-ı Hakk’ın rahmet ve gufranını (günahları affetmesi) niyaz ederim."
Atatürk, TBMM’nin dördüncü toplanma yılı nedeniyle 1 Mart 1923’te yaptığı konuşmada üç milletvekilinin vefatından duyduğu üzüntüyü dile getirir ve merhumlar için Allah’tan rahmet diler. Buradan da yine Atatürk’ün ahiret inancına sahip olduğunu anlıyoruz: “Üçüncü toplanma yılına 347 üye ile başlamıştık. Bir sene zarfında üç arkadaşımızın kaybıyla kederlendik. Merhumlar hakkında Cenab-ı Hakk’ın rahmet ve gufranını (günahları affetmesi) niyaz ederim.”
17- "Eğer bizim dinimiz aklın, mantığın uygun bulduğu bir din olmasaydı eksiksiz olmazdı, son din olmazdı."
Adana’yı ziyaret eden Atatürk, 16 Mart 1923’te Türk Ocağında Adanalı esnaf ve sanatkârlara hitaben bir konuşma yapar. Atatürk, kendisinin İslam dinine bakış açısını ortaya koyan en önemli vesikalardan biri olan bu konuşmada şunları söylemiştir: “(…) Aziz arkadaşlar, bizi yanlış yola sevk eden kötüler bilirsiniz ki, çoğunlukla din perdesine bürünmüşler, saf ve temiz halkımızı hep şeriat sözleriyle aldata gelmişlerdir. Tarihimizi okuyunuz, dinleyiniz… Görürsünüz ki, milleti mahveden, esir eden, harap eden kötülükler hep din elbisesi altındaki küfür ve lânetlikten gelmiştir. Onlar her türlü hareketi dinle karıştırırlar. Halbuki, Elhamdülillâh hepimiz Müslümanız, hepimiz dindarız, artık bizim dinin gereğini öğrenmek için şundan bundan derse ve akıl hocalığına ihtiyacımız yoktur. Analarımızın, babalarımızın kucaklarında verdikleri dersler bile, bize dinimizin temellerini anlatmaya yeterlidirler. Buna rağmen hafta tatili dine aykırıdır gibi, hayırlı ve akla, dine uygun konular hakkında, sizi aldatmaya ve alçaltmaya çalışan kötü huylulara değer vermeyin. Milletimizin içinde gerçek ve ciddi bilginler vardır. Milletimiz bu gibi bilginleriyle iftihar eder. Onlar milletin ve ümmetin güvenine sahiptirler. Bu gibi bilginlere gidin. ‘Bu Efendi bize böyle diyor, siz ne diyorsunuz?’ deyiniz. Fakat genellikle buna da gerek yoktur. Özellikle bizim dinimiz için herkesin elinde bir ölçü vardır. Bu ölçü ile hangi şeyin bu dine uygun olup olmadığını kolayca değerlendirebilirsiniz. Hangi şey ki akla, mantığa, halkın yararına uygundur; biliniz ki o bizim dinimize de uygundur.Bir şey akıl ve mantığa, milletin yararına, İslâm’ın yararına uygunsa kimseye sormayın. O şey dînîdir. Eğer bizim dinimiz aklın, mantığın uygun bulduğu bir din olmasaydı eksiksiz olmazdı, son din olmazdı. (…) Büyük dinimiz çalışmayanın insanlıkla ilgisi olmadığını bildiriyor. Bazı kimseler zamana uygun olmayı kâfir olmak sanıyorlar. Asıl küfür onların bu zannıdır. Bu yanlış yorumu yapanlarının amacı, İslâmların kâfirlere esir olmasını istemek değil de nedir? Her sarıklıyı hoca sanmayın, hoca olmak sarıkla değil, akılladır.”
18- "Bütün o elemli, karanlık günlerden sonra Elhamdülillah, işte size mutluluk bahşeden güneşli günlere erdiniz. Sizi bu günlere mazhar eden Cenabı Hakk’ın sizlerden bundan sonra beklediği noktayı da tabiî pek iyi bilirsiniz."
23 Mart 1923’te Afyon’u ziyaret eden Atatürk’ün, belediye binası önünde yaptığı konuşmada zaferden ve zaferin halka verdiği mutluluktan dolayı Allah’a şükrettiği görülmektedir: “Çok elemler, ıstıraplar, matemler çektiniz. Lâkin emin olunuz, ben bütün çektiğiniz elemleri, duyduğunuz ıstırapları biliyordum, ben de sizin elemlerinize iştirak ediyor, ben de sizinle beraber ağlıyordum. Elhamdülillah bugün cümlenizi çok şen, çok neşeli, çok sevinçli görüyorum. Sizi böyle görmekle ben de sizinle beraber bahtiyarım, mesudum. Bütün o elemli, karanlık günlerden sonra Elhamdülillah, işte size mutluluk bahşeden güneşli günlere erdiniz. Sizi bu günlere mazhar eden Cenabı Hakk’ın sizlerden bundan sonra beklediği noktayı da tabiî pek iyi bilirsiniz. Cenabı Hak artık hepinizden bir daha öyle kara günlere düşmemenizi bekliyor.”
19- "Cenab-ı Hakk’a binlerce hamd-ü sena olsun ki, düşman karşısındaki aziz ordular için sarf ettiğimiz bütün emekler mutlu neticesini verdi"
Bir gün sonra Kütahya’ya geçen Atatürk, lise binasında verilen çay ziyafetinde öğretmenlere seslendiği konuşmasında zaferden dolayı Allah’a binlerce kez şükrettiğini ifade etmiştir: “Lâkin Cenab-ı Hakk’a binlerce hamd-ü sena olsun ki, düşman karşısındaki aziz ordular için sarf ettiğimiz bütün emekler mutlu neticesini verdi"
20- “Cenab-ı Kibriya (azamet ve kudreti sonsuz olan Allah) cümlemizin yardımcısı olsun.”
28 Eylül 1923’te memleketin kalkınması için İslam âlemine seslendiği hitabeye “Türk milleti; Allah’ın inayetine güvenerek hayatını kurtarmağa, yaşamak hakkına malik olduğunu dünyaya göstermeğe azmettiği gün, biliyorsunuz ki bütün vesaitten mahrum, yalnız iman ve aşk-ı istiklâl kuvvetine malik idi.” diye başlayan Atatürk, Yunan idaresi altındaki Türklerin kurtarılıp öz yurtlarına kavuşturulmaları gerektiğini, Yunan ordusunun Anadolu’da yakıp yıktığı yerlerin imarının önemini anlattıktan sonra sözlerini “Cenab-ı Kibriya (azamet ve kudreti sonsuz olan Allah) cümlemizin yardımcısı olsun.”
21- Burada Atatürk’ün belli bir süre dindar bir tavır takındığını ancak din hakkındaki fikirlerinin cumhuriyetin ilanından sonra değiştiğini iddia edenler olacaktır. Boşuna iddia ederler.
Detaylı bilgiyi Hurafeler kitabımda bulabilirsiniz.
Ümit Doğan